| Konu: | Antalya Diplomasi Forumu Vakfı Kanunu Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 6 |
| Birleşim: | 28 |
| Tarih: | 01.12.2022 |
CHP GRUBU ADINA AHMET ÜNAL ÇEVİKÖZ (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Antalya Diplomasi Forumu Vakfı Kanun Teklifi'yle ilgili olarak Cumhuriyet Halk Partisi grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tabii, "Antalya Diplomasi Forumu Vakfı" denildiği zaman bir emekli diplomat olarak bu konuda konuşuyor olmaktan dolayı da büyük heyecan duyuyorum. Esasen bu konu Dışişleri Komisyonuna geldiği zaman da aynı heyecanla kanun teklifini inceledim ve kanun teklifinde dikkatimizi çeken bazı hususları orada yaptığım konuşmada da dile getirdim, burada da bu konudaki görüşlerimizi tekrarlamak istiyorum
Her şeyden önce, Antalya Diplomasi Forumu fikrinin nerede çıktığını hatırlatarak başlamak isterim. Biliyorsunuz, Dışişleri Bakanlığı uzunca bir süreden beri her yıl yurt dışında görev yapan misyon şeflerini, büyükelçileri Türkiye'ye davet ederek toplar ve bir Büyükelçiler Konferansı düzenler. 2019 yılında yapılan Büyükelçiler Konferansı'nda Dışişleri Bakanı yeni Dışişleri vizyonumuzun üç ana temadan oluşacağını belirtmişti; bunlardan bir tanesi Dijital Diplomasi, ikincisi Yeniden Asya, üçüncüsü de Antalya Diplomasi Forumu idi. Bunu neden hatırlatıyorum? Aslında, Antalya Diplomasi Forumu'na geleceğim konuşmam sırasında ama Yeniden Asya fikri üzerinden bazı hususları dikkatinize getirmek isterim.
Değerli milletvekilleri, Türkiye'de yaşayan Uygur Türkleri baskılara dikkat çekmek için, Çin'de yaşadıkları baskılara dikkat çekmek için İstanbul'daki Çin Konsolosluğu önünde bir eylem yaptılar ve bu eylem sırasında bir polis amiri Uygur Türklerinin dağılmaması hâlinde zor kullanılacağını ve kitleye hitaben de "Birazdan zorla süpüreceğiz sizi, gözaltına alıp sınır dışı edeceğiz." ifadelerini kullanarak kamuoyunun gündemine geldi.
Değerli milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, etnik, dinî ve kültürel bağlarımızın olduğu Uygurlar konusunda Çin'de yaşanan bütün gelişmeleri dikkatle yakından takip ediyoruz. Çin toplumunun özellikleri ışığında elbette Uygurların kendi benliklerini koruyarak temel hak ve özgürlüklerden eşit bir şekilde faydalanmalarına büyük önem veriyoruz. Güvenlik, istikrar, refah, huzur ve uyum içinde Çin'de yaşamalarını önemsiyoruz, yaşam düzeylerinin yükseltilmesine de büyük önem atfediyoruz. Elbette bu bağlamda yapılan barışçıl protestolarda orantısız güç kullanılmasını da tasvip etmiyoruz, hele hele "Sizi zorla süpüreceğiz, sınır dışı edeceğiz." gibi söylemlerde bulunulmasını ise asla kabul etmiyoruz.
Cumhuriyet Halk Partisi Asya ülkeleriyle iyi ilişkiler kurmayı ve karşılıklı diyaloğu geliştirmeyi hem bir gereklilik hem de bir zenginlik olarak görmektedir. Zenginlik derken özellikle Uygur Türklerinin durumunu, Çin'le olan ilişkilerimiz bağlamında da tekrar altını çizerek hatırlatmak isterim. Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz "Yurtta barış, dünyada barış" ilkesi çerçevesinde Çin'le de iyi ilişkiler kurmanın Sincan bölgesine olumlu yansımaları olacağının bilincindeyiz ve iki ülke arasındaki ilişkilerin gelişmesine de her türlü katkıyı yapmaya hazırız.
Değerli milletvekilleri, bu yılın başından beri Türkiye'nin AKP tarafından uygulanan dış ilişkilerinde -bakın, dış politikası demiyorum- bazı önemli gelişmelerle karşılaştık. Örneğin, daha evvel çeşitli vesilelerle Türkiye'yle arasındaki ilişkiler bozulmuş olan ya da diplomatik temsil seviyesi indirilmiş olan bazı ülkelerle bu seviyelerin tekrardan yükseltilmesi veya ilişkilerin düzeltilmesi için bazı çabalara girişildiğini gördük. Örneğin, Mısır'la beklenmedik şekilde bazı gelişmeler yaşandı. Daha evvel "Mısır Devlet Başkanıyla hiçbir şekilde görüşmem." diyen Cumhurbaşkanı, Katar'da Dünya Kupası vesilesiyle, belki eskiden bir futbolcu olmasından kaynaklanan bir içgüdüyle Sisi'yle el sıkıştı ama oraya gelmeden evvel, Mısır ile Türkiye arasında Dışişleri Bakan Yardımcıları düzeyinde üç tur görüşme yapıldı ve bu görüşmelerden herhangi bir sonuç çıkmadı hatta bu görüşmelerden sonuç çıkmadığını Mısır Dışişleri Bakanlığı da bizzat kendisi bir açıklamayla dile getirdi. Ancak normalleşme eğer el sıkışmasına bağlı idiyse o zaman belki de o güne kadar yapılan Dışişleri Bakan Yardımcıları arasındaki görüşmelerin de bir sonuç getirmesi beklenirdi, öyle bir sonuç olmadı fakat şimdi herkes Türkiye'nin Katar'da bu el sıkışma fotoğrafı üzerinden Türkiye ile Mısır ilişkilerinin düzeleceğini bekliyor. Bakalım, elbette gelişirse ve düzelirse bundan memnuniyet duyarız çünkü biz 2013 yılında Türkiye ile Mısır arasındaki ilişkilerin büyükelçi seviyesinden aşağıya indirilmesinden beri Mısır'ın ne kadar önemli bir ülke olduğunu; Türkiye'nin Doğu Akdeniz politikalarında, Türkiye'nin Afrika politikalarında neden Türkiye-Mısır ilişkilerinin önemsenmesi gerektiğini hep dile getirdik ve bu ilişkilerin seviyesinin bozulmasının da Türkiye'ye yarar değil, zarar getireceğini sürekli olarak vurguladık. Benzer bir durum İsrail'le de söz konusu oldu. 2010 yılından itibaren -biliyorsunuz- Türkiye ile İsrail arasında diplomatik ilişkiler de büyükelçi seviyesinin altına indirilmişti fakat zamanla önce düzeltildi -altı yıl geçti bunun için- ardından tekrar bozuldu çok kısa bir süre içinde; altı yıl boyunca eksik kalan diplomatik ilişki düzeyi birdenbire tekrar büyükelçilik seviyesine çıkarıldı ama on sekiz ay içinde birdenbire tekrar büyükelçi seviyesinin altına indirildi. Bugün karşılıklı olarak iki ülkenin büyükelçi tayin etmiş olmasının yine bizim ısrarımıza dayanarak ve bu ısrarımız sonucunda bunun gerçekleşmiş olmasından memnuniyet duyduğumuzu belirterek bu konuyu da burada dile getirmek istiyorum.
Şimdi, bu girişleri neden yaptım? Şu açıdan yaptım: Antalya Diplomasi Forumu, Dışişleri Bakanlığının 2021 ve 2022 yıllarında düzenlemiş olduğu ve Dışişleri Bakanlığının inisiyatifiyle hayata geçirilmiş olan bir düşünce kuruluşu forumu. Elbette böyle bir forumun sonsuz yararları var. Büyükelçiler Konferansı'nda böyle bir fikir ortaya atıldıktan sonra forum olarak hayata geçirilmesi de Dışişleri Bakanlığının aslında dış politikada yeni bir araç olarak Antalya Diplomasi Forumu'nu da kullanabilmesine olanak verdi. Ancak, bugün önümüzde bulunan kanun teklifine baktığımda bazı acelecilikler olduğunu görüyorum. Şu açıdan bazı acelecilikler olduğunu görüyorum: Bir kere henüz iki yıllık ve 2 defa toplanmış olan bir forumun, birdenbire bu şekilde bir kurumsallaşmaya doğru evrilmesi ve bir vakıf hâline getirilmesini fevkalade erken buluyorum. Elbette Antalya Diplomasi Forumu'nda bu yıl Lavrov ile Kuleba'nın bir araya gelmiş olması tüm dünya tarafından ilgiyle izlendi. Bunun bir başarı olduğunu ileri süren birçok düşünce sahibi kimse var ancak bu forumda Lavrov ve Kuleba'nın bir araya gelmesi herhangi bir olumlu sonuç getirmedi hatta öyle bir durum oldu ki hiç kimse zaten Kuleba ile Lavrov'un buluşmasından olumlu bir sonuç çıkmayacağını bildiği hâlde Lavrov'un Antalya'ya gelip forum sırasında bir saati aşkın bir süre yaptığı basın toplantısında Rusya'nın görüşlerini anlatmak için forumu bir zemin hâline getirmesi ve orada kendi şovunu yapması da aslında Antalya Diplomasi Forumu açısından pek büyük bir başarı olarak sayılamaz.
Ancak ben Antalya Diplomasi Forumu'nun benzerlik kurulduğu dünyadaki örneklerle yapılan benzerliklere dikkat çekmek istiyorum. Gelişmiş ülkelerdeki uygulamalara bakıldığında Münih Güvenlik Konferansı ve Davos Zirvesi gibi organizasyonların da düşünce kuruluşları veya vakıflar aracılığıyla gerçekleştiği söyleniyor ve bu paralellikten hareketle Antalya Diplomasi Forumu'nu da âdeta Davos Zirvesi ve Münih Güvenlik Konferansı gibi bir kurumsallaşmaya doğru evirmek, meşruiyet kazandırılmak isteniyor. Değerli milletvekilleri, bu benzetmeyi yaparken hiç olmazsa örnek olarak gösterilen Davos Ekonomik Forumu ile Münih Güvenlik Konferansı'nın yapısına, tüzüklerine bir bakılsaydı. Bakılsaydı o zaman ortaya şu çıkacaktı ki Münih Güvenlik Konferansı 1963 yılında başlamış, elli yıllık bir deneyimden sonra 2018 yılında vakıflaşmıştır. Yani Antalya Diplomasi Forumu'nun 2021 ve 2022'deki tecrübesi Münih Güvenlik Konferansı'na benzetiliyorsa Münih Güvenlik Konferansı'nın vakıflaşmasının elli yıldan fazla bir süre aldığını ve ancak o zaman kurumsallaştığını hatırlatmak isterim. Benzer bir durum Davos Ekonomik Forumu için de geçerli. Davos Ekonomik Forumu 1971 yılında başlamış ve vakıf olarak da devam etmesi 2015 yılında kararlaştırılmıştır. Onun için Antalya Diplomasi Forumu'nu bir vakıf hâline getirmek için yapılan kanun teklifi aslında biraz abartılı ve fevkalade erken bir davranıştır; bunu öncelikle belirtmek isterim.
İkinci olarak vurgulamak istediğim husus, biz Dışişleri Bakanlığının bu teklifini elbette Dışişleri Komisyonunda görüşürken çok dikkatle inceledik ve içindeki bazı unsurları değiştirmek maksadıyla değişiklik önergesi verdik, benzer bir değişiklik önergesini bugün de zaten vereceğiz kanun teklifine. Ancak özellikle 4'üncü maddeye baktığımızda kanun teklifinin neredeyse oligarşik bir yapıya sahip olduğu sonucuna varıyoruz. Yani bir yandan diplomasiyi, dış politikayı özgür bir ortamda ve fikirlerin rahatlıkla tartışılabildiği bir düşünce kuruluşu yoluyla yürütmek maksadıyla kurulan bu diplomasi forumunun vakıf olarak kanunlaştırılmasıyla birlikte ortaya oligarşik bir yapı çıkıyor. Neden öyle bir yapı çıkıyor, onu da anlatayım size. Bir kere bu tüzükte öngörülen ya da bu kanun teklifinde öngörülen yapı o benzetilen Davos Ekonomik Forumu'nda veya Münih Güvenlik Konferansı'nda yok. Bizim önümüze ilk teklif geldiğinde 11 üyeden oluşan mütevelli heyetinin 6 daimî üyesi olacağı söylendi. Daha doğrusu "tabii üye" ifadesiyle bu teklif önümüze geldi ve tabii üyelerin de Cumhurbaşkanı tarafından atanacağı dile getirildi. Biz değişiklik önergemizde "Tabii üyeler atanmaz, tabii üye zaten tabiidir." dedik, onun üzerine hemen bir değişiklik önergesiyle bu "tabii üye" ifadesi "daimî üye"ye çevrildi ama daimî üyeler, işte, zaten bu oligarşik yapının bizzat kendisini oluşturuyorlar çünkü 11 üyeden oluşan mütevelli heyetinin 6 tanesi daimî üye olduğu zaman, o zaman bütün oylamalarda zaten o daimî üyeler, kararı ve sonucu belirleyecek bir imkâna sahip oluyorlar. Hani, sürekli olarak dile getirilen bir ifade var iktidar tarafından "Dünya 5'ten büyüktür." diye ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyindeki 5 daimî üyenin davranışlarının bu şekilde bir hegemonya oluşturduğu dile getiriliyor ama burada 6 tane daimî üyeye bir hegemonya veriliyor. Değerli milletvekilleri, diplomasi 6'dan büyüktür, bunu özellikle vurgulamak isterim. Bu şekilde bir oligarşik yapı hiçbir zaman özgür bir fikir ve düşünce kuruluşu için yakışmaz.
Süre olarak da seçilen üyelerin beş yıl boyunca görev yapmaları dile getiriliyor. Biz bu teklifi de fazla bulduk çünkü yine örneklere baktığımızda, hiçbirinde böyle bir beş yıllık süre yok. "Üç yıl yapılsın." diyerek bir öneri yaptık, bu teklif kabul edilmedi. Benzer bir öneriyi bugün tekrar dile getiriyoruz.
Daha ilginç olan, bu daimî üyelerin yani seçilecek olan 6 daimî üyenin muvazzaf veya emekli büyükelçilerden veya mevcut ya da eski Dışişleri Bakanları arasından seçileceği söyleniyor. Şimdi, tabii, buna hiç kimsenin itiraz etmesi mümkün değil ama gönül isterdi ki böylesine Türkiye'nin dış politikasıyla ilgili olarak Dışişleri Bakanlığının da başlatmış olduğu bir inisiyatifle bir vakıf hâline getirilmek istenen düşünce kuruluşu olan Antalya Diplomasi Forumu'nun Kanun Teklifi'nin altındaki imzalar arasında Mecliste temsil edilen bütün partilerin imzası olsun. Çünkü bu konu Türkiye'nin dış politikasıyla ilgilidir, AKP'nin dış ilişkileriyle ilgili bir konu değildir. Ama böyle bir teklif tamamen AKP tarafından getirilmiş ve yaratılan o ikilik de çok net bir şekilde buraya yansımış. Nereye gelmek istiyorum biliyor musunuz? Hani bu "Eski Dışişleri Bakanları arasından seçilir." ifadesi var ya, ben şöyle bir otuz yıllık geriye doğru baktığımda eski Dışişleri Bakanları arasındaki bütün önemli şahısların hepsinin bugün muhalefette olduklarını görüyorum. Peki, yaratmış olduğunuz bu ikilik "Ya bizdensiniz ya değilsiniz." şeklindeki yaklaşımınız sonucunda eski Dışişleri Bakanlarından hangisinin burada daimî üye olarak Antalya Diplomasi Forumu Vakfında yer alacağını hakikaten çok merak ediyorum.
Dışişleri Bakanlığı tarafından başlatılmış olan bir forumun ve bir inisiyatifin sonuç itibarıyla kanun teklifinde Dışişleri Bakanlığının isminin fevkalade az bir şekilde geçiyor olması da o kadar insanı rencide ediyor ki -hele eski bir Dışişleri Bakanlığı mensubu olarak- Dışişleri Bakanlığı neredeyse sadece bir ödeme kurumu olarak düşünülmüş ve vakfın şu anda herhangi bir mülkü veyahut da herhangi bir varlığı olmaksızın ve bunun ileride belirleneceği belirtilerek daha bütçe geçmeden, şimdiden Dışişleri Bakanlığına ek bütçe talebinde bulunuluyor. 5 milyon liralık bir teklif var ve bu ödemenin Dışişleri bütçesinden çıkacağı söyleniyor. Dışişleri bütçesi henüz daha onaylanmamış ama o bütçenin içinde böyle bir fasıl yok ve bu fasıl bütçe onaylandıktan sonra Dışişleri Bakanlığından, daha yılın hemen başında Dışişleri Bakanlığı bütçesine bir ek bütçe talebinde bulunularak istenecek.
Değerli milletvekilleri, aslında bunların hepsi bizim bu teklife olumsuz bakmamızın sebepleri arasında yer alıyor ancak mütevelli heyeti konusunda dile getirmiş olduğum o oligarşik yapı her şeyden önemli. Bakın, Türkiye'nin dış politikasında aslında Dışişleri Bakanlığının görevi olan birçok konu, burada bu vakfın da görevi olarak sıralanıyor. Diplomasi alanında Türkiye'nin bölgesel ve küresel değerlerine katkıda bulunmak için düzenli olarak tekrarlanacak forumla yıl içinde toplantı, konferans, seminer, sempozyum, kurs, çalıştay benzeri etkinlikler düzenlenecekmiş. "Türkiye'yi diplomasi ve dış ilişkiler veçhesiyle tanıtmak, Türkiye'nin diğer ülkeler ile dostluğunu ve işbirliğini geliştirmek amacıyla faaliyetlerde bulunmak." Peki, Dışişleri Bakanlığının vazifesi nedir? Zaten burada anlatılan şey Dışişleri Bakanlığıdır yani bir paralel dışişleri bakanlığı mı kuruluyor acaba bu vakıf sayesinde? Hakikaten bunları öğrenmek isterim.
Biraz evvel o söylemiş olduğum eski Dışişleri Bakanlarına baktığımda "Hepsi muhalefettendir." diyerek bir sonuca vardığım zaman, o zaman bu daimî üye olarak seçilebilecek en kuvvetli adayın şu anda mevcut Dışişleri Bakanı olduğunu görüyorum. O zaman "Acaba kişiye özel bir kanun teklifiyle mi karşı karşıyayız?" diye de sormak ister istemez akla geliyor. (CHP sıralarından alkışlar) Yani yangından mal mı kaçırıyorsunuz? Dışişleri Bakanı olarak görevinizin sona ermesine yakın bir sürede acaba sürekli bir görevi elinize alabilmek maksadıyla böyle bir kanun teklifi mi hazırlıyorsunuz? Bu, ayıptır; bu, Dışişleri Bakanlığına karşı işlenmiş olan bir ayıptır.
KEMAL ÇELİK (Antalya) - Ya, şöyle iyi bir şeyi eleştiriyorsun.
AHMET ÜNAL ÇEVİKÖZ (Devamla) - Türkiye'nin hariciyesine, diplomasisine ve Türkiye'nin bütün dünya üzerinde ün kazanmış olan o diplomatik yeteneklerine fevkalade büyük bir ayıptır. (CHP sıralarından alkışlar)
KEMAL ÇELİK (Antalya) - Bu imkânı eleştiriyor; bu fırsat eleştirilmez. Ayıp, ayıp!
AHMET ÜNAL ÇEVİKÖZ (Devamla) - Bunları dile getirmek benim vazifem çünkü o kurumun içinden geliyorum; o kurumun içinden gelen birisi olarak da bunları dile getirmemem asla düşünülemezdi.
KEMAL ÇELİK (Antalya) - Bu, bir fırsat ya, Türkiye'nin fırsatı.
ASUMAN ERDOĞAN (Ankara) - Türkiye'nin başarısıyla mutlu olun biraz.
AHMET ÜNAL ÇEVİKÖZ (Devamla) - Böylesine bir kanun teklifini bizim hiçbir şekilde onaylamamız mümkün değildir. Bu kanun teklifi, tekrar ediyorum...
KEMAL ÇELİK (Antalya) - Anca tekrar edersin zaten, aslında söyleyecek bir şeyin yok.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - İddia ediyorum, bu konuşmadan sonra görüşmelere devam edemezsiniz.
KEMAL ÇELİK (Antalya) - Söyleyecek bir şeyi olmayanlar tekrar eder.
AHMET ÜNAL ÇEVİKÖZ (Devamla) - ...herhangi bir şekilde özgür bir fikir ve düşünce kuruluşunu temsil etmek maksadıyla değil, Dışişleri Bakanlığını bir şekilde ipotek altına almak maksadıyla önerilmiş bir kanun teklifidir. Biz bu teklife "ret" oyu veriyoruz.
Çok teşekkür ederim. (CHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)