| Konu: | Endüstri Bölgeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 6 |
| Birleşim: | 9 |
| Tarih: | 19.10.2022 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA AYHAN ALTINTAŞ (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İYİ Parti Grubu adına 341 sıra sayılı Kanun Teklifi'nin tümü üzerine söz almış bulunuyorum. Boş sıraları da selamlıyorum. Genel Kurulu ve tüm arkadaşlarımı, hazırunu saygıyla selamlıyorum.
Teklif, sadece 4737 sayılı Endüstri Bölgeleri Kanunu'nda değişiklik yapmayı öngörmesi açısından önem arz etmektedir. Çünkü uzun zamandır Meclise sunulan kanun tekliflerinin büyük çoğunluğu "torba kanun" adı verilen yasama tekniği açısından da sıkıntılı kanunlardan oluşuyordu. Bunu olumlu bir gelişme olarak gördüğümüzü belirtmek istiyorum.
Değerli milletvekilleri, imalat sanayisinin ülkemiz açısından önemli olduğu ortadadır. TÜİK verilerine göre 2021 yılındaki sektörler arasında ilk sırada yaklaşık 5 trilyon TL aktif büyüklüğüyle imalat sanayisi bulunmaktadır. Ülkemizin en yüksek yurt dışı satışının imalat sanayisi ürünleri olduğu da bir gerçektir.
AK PARTİ'nin iktidar olduğu 2002 yılında yaklaşık 36 milyar dolar olan ihracatımızın yüzde 93'lük bir kısmını oluşturan imalat sanayisi, bugün yine 2022 yılının Ocak-Ağustos döneminde ihracatın yüzde 94'üne tekabül ediyor. Ayrıca imalat sanayisi sektörü üretiminin geçtiğimiz ağustos ayında önceki senenin ağustos ayına oranla yüzde 2,2'lik bir artış göstermesi de yine olumlu bir gelişmedir. Bu veriler, kayda değer bir artış olarak değerlendirilebilir. Böyle bakarsak kendimizi sanayide iyi bir noktada görür ve mutlu oluruz ancak madalyonun diğer yüzü bize başka gerçekleri söylüyor. İhracatımızın içinde yüksek teknolojili ürünlerin payı oldukça düşüktür. 2021 Ocak-Ağustos döneminde imalat ürünü ihracatımızın yüzde 3'ünü teşkil eden yüksek teknolojili ürün ihracatımız, 2022 Ocak-Ağustos döneminde yüzde 2,8'e gerilemiştir. Bu oran, teknoloji alanında örnek almak istediğimiz ülkelerde çok daha yüksektir. Örneğin İsrail'in ihracatının yüzde 10'unu, Güney Kore'nin ihracatının yüzde 21'ini yüksek teknolojili ürün ihracatının teşkil ettiğini görebiliriz. Düşük teknolojili mamul ihracatımızın bir sonucu olarak 2021 yılı toplam ihracatımızın kilogram fiyatı yalnızca 1,29 dolar seviyelerindeyken Japonya'da ihracatın kilogram fiyatı 3,86 dolar, Almanya'da 3,68 dolar, İtalya'da ise bu rakam 3,21 dolar seviyelerindedir.
Değerli arkadaşlar, yukarıda yaptığım karşılaştırma dikkate alındığında şu sonuca varabiliriz: Türkiye'nin kalıcı ekonomik kalkınması için yüksek teknolojili ürün imalatında ilerlemesi gerekmektedir. Tarihsel sürece bakarsak ülkeler 18'inci ve 19'uncu yüzyılda sömürgecilikle elde ettikleri artı değerlerle oluşturdukları kapitalle Sanayi Devrimi'ni gerçekleştirerek kalkınmışlar, 20'nci yüzyılın ilk yarısında ise kalkınmanın itici gücü ağır sanayi olmuştur. Son elli yılda ise kalkınmanın motoru, elektronik ve bilgi ve iletişim teknolojilerini de içeren yüksek teknoloji üretimine kaymıştır. Bu hususları sanayi ve ticaret politikası oluştururken göz önünde bulundurmalıyız. Bu anlamda endüstri bölgelerinin önemi inkâr edilemez ancak bugün gelinen seviyenin ve ortaya konan politikaların henüz yeterli düzeyde olmadığının kabul edilmesi de gerekmektedir. Yüksek teknolojili ürün imalatının ve ihracatının artırılması için yalnızca endüstri bölgeleri yeterli değildir. Aynı zamanda bu ürünlerde dışarıya bağımlılığın azaltılması için AR-GE'nin önemi de büyüktür. AR-GE hususunda da düzenlemeler yapmalıyız. Yıllara göre değerlendirdiğimizde 2002 yılında gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 1'ini AR-GE'ye ayıran Çin, bu rakamı 2020 yılında yüzde 2,4'e; İsrail, 2002'de 4,13 olan bu rakamı 2020'de yüzde 5,43'e; Kore, 2002'de yüzde 2,2 olan bu rakamı yüzde 4,81 seviyelerine yükseltmiştir.
OECD ülkeleri ortalamasına bakıldığında da artış görülmektedir. Nitekim 2002 yılında yüzde 2,09 olan OECD ortalaması 2020 yılında 2,67'ye yükselmiştir. Türkiye'de ise 2002 yılında yüzde 0,5 olan bu rakam, 2020 yılında yüzde 1,08 seviyesine ulaştırılmıştır. Bu rakamın yükselmesi olumludur, takdir ediyoruz ancak bu artış, büyük ölçüde devlet kaynaklarıyla elde edilmiştir. Hâlbuki daha sağlıklı olan, özel sektörün de AR-GE yatırımlarının verimliliği ve katma değerinin desteklendiğini hissetmesi gerekliliğidir. Bu konuda çoğu savunma sanayisinde olmak üzere birkaç büyük sanayi kuruluşumuz dışında henüz atılım yapacak düzeye ulaşamamış durumdayız.
Bu bağlamda eğitimli genç nüfus ciddi avantajlar sağlayabilecektir ancak eğitim sistemimizin yeni kuşağın paradigmasına uygun bir eğitim düzeninden geçmesi gerekiyor. Öğretmenlerin bu yeni sisteme ayak uydurabilecek yenilik ve inovasyon eğitimi verebilecek, farklı düşünmeyi teşvik edici olmalarını sağlamalıyız. Katma değeri çok yüksek, sermaye yatırımı az, insan yatırımı çok olan bilgi ve iletişim teknolojileri sektörlerinde genç nüfusumuz sayesinde ülkemiz için önemli bir fırsat vardır. Bu fırsatı avantaja dönüştürme yolundaki adımların doğru atılması önemlidir. Ülkemizin sahip olduğu genç insan kaynağının yanında sahip olduğu iyi üniversiteler, dünyanın pek çok ülkesinde yer edinmiş beyin gücümüz, dünyayı takip ve entegre olma konusunda toplumsal duyarlılık ve istek, en kuvvetli itici güç olarak kullanılabilecektir. Ancak, bilgi ve iletişim altyapısının yetersiz olması, insan gücümüzün yetkinlik sahibi olmak için yeterli eğitimi alamaması, devlet teşviklerinin istikrarlı ve doğru olmamasının yol açtığı zayıflıklar da önümüzde durmaktadır.
Her yıl beyin göçüyle ülkemizin kaybettiği nitelikli gençler, yalnız ekonomik ve siyasi sebeplerle değil, aynı zamanda gerekli yatırım yokluğu ve zayıf sektör yapısı sebebiyle de ülkemizden ayrılmaktadırlar. Bilgi ve iletişim teknolojileri alanında gerekli dönüşümü temin edemediğimiz, devlet olarak gerekli teşvikleri sunamadığımız ve bu teknolojilerin ülkemizin bütün sektörlerine yayılmasını sağlayamadığınız sürece eğitim kurumlarımız ne kadar iyi olursa olsun iyi yetiştirdiğimiz gençlerimiz, geleceklerini yurt dışında aramaya devam edeceklerdir. İşsizliğin yüksek olduğu, özellikle genç işsizliğinin cumhuriyet tarihinin rekorlarını kırdığı bu dönemde bilgi ve iletişim alanında gençlerin önünü açmazsak sadece ekonomik kayıplara değil, gençliğin sosyal ve psikolojik bunalımlara girmelerine de sebep olabiliriz. Bu da Türkiye'nin geleceğini tehdit edecek bir sonuca götürecektir.
Kısacası, dijital dönüşüm için genç nüfus olması faydalı, hatta gereklidir ancak eğitilmemiş ve yetkinlik kazanamamış genç nüfus daha çok problemlere yol açabilecektir. Gençlerimize yeteneklerini ve becerilerini en iyi şekilde geliştirip değerlendirebilecekleri bir eğitim sunarak beşerî sermayemizi artırmak ve onları meslek sahibi yapmak bizim sorumluluğumuzdur. Bu amaçla mesleki ve teknik eğitime ağırlık verilmelidir. Ortaöğretimden başlanarak bilim, teknoloji, mühendislik ve matematik konularında eğitimin nitelikli olması sağlanmalı; iklim değişikliği, çevre koruma, kalabalık şehirler, dijital güvenlik gibi dünyadaki ortak sorunlara öğrencilerin ilgileri uyandırılmalıdır.
Üniversiteler teorik eğitimlerin yanı sıra pratik ve saha tecrübesini de kazandıracak şekilde eğitimlerini yeniden düzenlemelidir. Özellikle ilk iki yıl verilecek ön lisans eğitimi öğrencilerin istihdamına yönelik olmalıdır. Saha tecrübesi için devlet, sektör ve üniversiteler arasında iş birliği sağlamalı, bu sayede gençlerin istihdam şansını artırırken sektörlerin de ihtiyaç duyduğu nitelikli elemanlar karşılanmalıdır. Üniversitelerin bu yeni stratejisi oluşturulurken paydaşlar arasına sanayiciler ve işverenler de mutlaka konmalıdır.
Bu bağlamda, üniversiteler mezunların iş bulma imkânlarıyla değerlendirilmeli, her üniversite ve bölümün kalite güvence sistemi oluşturulmalıdır. Eğitim sistemi, problem odaklı, yeni fikir üretmeye açık, kendi kendine öğrenmeyi esas alan bir sisteme dönüştürülmelidir. Sınav odaklı eğitimden derhâl vazgeçilmeli, her öğrencinin en kuvvetli yanlarının ortaya çıkarılarak en verimli olabilecekleri mesleklere yönlendirilmesi sağlanmalıdır.
Değerli arkadaşlar, sanayi üretimimizin yeterli olmadığı, gayrisafi millî hasılaya etkisinin az olduğu, Sanayi ve Teknoloji Bakan Yardımcımız tarafından da Komisyonda ifade edilmiştir. Sayın Bakan Yardımcımız toplantıda Türkiye'yi "fakir ülke" olarak nitelendirmiş ve Türkiye'nin 280 bin hektar sanayi alanıyla 8.500 dolar gayrisafi millî hasıla ürettiğini belirtmiştir. İtalya'nın 650 bin hektar sanayi alanında 31 bin dolar, Fransa'nın 922 bin hektar sanayi alanında 39 bin dolar, Almanya'nın 1,5 milyon hektar sanayi alanında 46 bin dolar gayrisafi millî hasıla ürettiğini belirtmiş; bizim de ülkemizdeki arazilerin tarımdan ziyade sanayide kullanılması gerektiğinden bahsetmiştir.
ARSLAN KABUKCUOĞLU (Eskişehir) - İnanmıyoruz, böyle bir şey olmaz!
AYHAN ALTINTAŞ (Devamla) - Sanayinin ve sanayi bölgelerinin ülke ekonomisi için önemi uzun yıllardır bilinen ve tarafımızca da desteklenen bir gerçek. Ancak tarım arazileri ve sanayi bölgeleri hususunda böylesi bir yaklaşım da doğru değil. Nitekim ABD, Fransa, İtalya, Hollanda gibi ülkeler hem sanayi hem de tarım alanında gelişmiş ülkelerdir. Gelişmesi istenen bir ülkede endüstriyel kalkınmaya ehemmiyet verildiği takdirde tarıma, doğaya, biyoçeşitliliğe de önem verilmelidir. Sayın Bakan Yardımcımızın bahsettiği aynı alandaki tarım ürünlerinin getirisinin sanayi ürünlerine göre düşük olması doğal bir sonuçtur. Ancak tarımda bugün yaşanan olumsuzluklar, tarım alanında ülkemizin kendi kendine yetebilir ülke niteliğini kaybetmesi tarımı önemsemeyen bu bakış açısının sonucunda meydana gelmiştir. Esasında, Sayın Bakan Yardımcımız iktidar partisinin politikalarının bir değerlendirmesini yapmıştır. İktidar, ülkenin büyümesinde esas unsur olarak su kaynaklarını, çevre ve iklim özelliklerini gözetmeden tarım alanlarını hoyratça yapılaşmaya açmış, ucuz kredilerle desteklediği inşaat sektörüyle kalkınma modelini seçmiştir.
2006 yılında TÜBA Bilim Ödülü, 2013 yılında da Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü'nü verdiğimiz Profesör Daron Acemoğlu'na göre, sıfıra yakın faizli krediye dayalı inşaat temelli büyüme, düşük kaliteli büyüme örneğidir ve önünde sonunda enflasyona sebep olmaktadır. Yüksek kaliteli büyüme ise istihdam oranında yükselme, çalışanlara refah sağlayacak yatırımlarla gerçekleştirilebilecek bir süreçtir. Yani biz Profesör Acemoğlu'na ödül veriyoruz ama yazdıklarını okumuyoruz, uygulamıyoruz.
Yine, Profesör Acemoğlu'na göre, ülkenin kalkınması için kurumlarına ve yargısına olan güvenin artması bir ön koşul olarak sağlanmalıdır. Biz ne yaptık? Tüm kurulların, kurumların bağımsızlığını ve karar mekanizmalarını tek bir merkeze bağladık, kurumsal niteliklerini yok ettik. YÖK'ün, Merkez Bankasının, Sermaye Piyasası Kurulunun, RTÜK'ün kurumsal kimliklerini koruyabildik mi? (İYİ Parti sıralarından alkışlar)
Değerli milletvekilleri, endüstri bölgeleri gibi büyük tesislerin inşa edilmesinde çevrenin gözetilmesi hassasiyetle üzerinde durulması gereken bir diğer konudur. Komisyon toplantıları sırasında da Filyos Endüstri Bölgesi'ne yapılması planlanan kimyevi gübre fabrikası ve tarım arazileri üzerinde kurulması öngörülen hurda eritme tesisi gündeme geldi. Ayrıca, yine Komisyon toplantıları sırasında, benzeri şekilde, bazı organize sanayi bölgelerinde doğru planlamalar olmadan bölgenin yapısına uygun olmayan fabrikaların kurulduğu ortaya konuldu. Bu durum çevre açısından büyük bir tehdit teşkil etmektedir.
Kaldı ki Endüstri Bölgeleri Koordinasyon Kurulunun kaldırılması da ilerleyen günlerde koordinasyon hususunda birçok sorun yaşanmasına sebebiyet verecek bir hatadır. Nitekim Kurul, endüstriyel genişlemede kurumlar arası istişare mekanizması vazifesi görmekteydi, bu sayede birçok yanlış mekânsal planlamanın önü kesilmekteydi. Yapılacak olan düzenlemelerle birlikte hangi tür alanların endüstriyel bölge yapılabileceğine dair açık hükümler ortaya konulmalıdır.
Ayrıca, daha önce gündeme gelen Mega Endüstri Bölgeleri Projesi'yle ilgili TEMA Vakfı, bu projelerin kurulacağı iddia edilen bölgelerin Türkiye'nin ekosistemine zarar vereceğini belirtmiş, bu alanların ülkemizin ekosistemi, doğa alanları, canlıların yaşam alanları gözetilerek planlanması gerektiğini dile getirmişti.
Ülkemizin ekonomik ve endüstriyel kalkınması kadar doğası, çevresi, ekosistemi, biyolojik çeşitliliği de önem arz etmektedir. Hükûmet, kamu malının sahibi değil, emanetçisi, koruyucusu rolündedir. Türkiye Cumhuriyeti'nin doğası, arazileri, ülkenin her parçası Türk milletine aittir ve yalnızca vatandaşlarımızın çıkarına kullanılabilir. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Vatandaş oy verirken AK PARTİ'ye, araziler üzerinde böylesine keyfî kullanım hakkı olsun diye oy vermedi, ülkemizin doğasını, maddi ve manevi kaynaklarını korusun; bunları gelecek nesillerin ve milletimizin çıkarlarını gözeterek kullansın diye oy verdi. Bu yüzden ÇED raporu gibi hususlar büyük önem teşkil etmekte, konuyla ilgili verilecek kanun tekliflerinde özellikle gözetilmesi gerekmektedir.
Değerli milletvekilleri, son olarak, kanun teklifindeki bazı maddeler üzerindeki görüşlerimizi açıklamak istiyorum. En başta 2'nci maddeyle, endüstri bölgelerindeki ilave alanların endüstri bölgelerinden büyük olmaması koşuluyla Bakanlık tarafından belirlenmesi öngörülüyor. Bu maddenin gerekçesinde "Cumhurbaşkanının iş yükünün ve bürokrasinin azaltılması" ibaresi geçiyor. Ayrıca, 2'nci madde gerekçesinde belirtilen bu durumun aksine, teklifin geri kalanında Cumhurbaşkanına yeni yetkiler tanınıyor, bu durum da teklif içerisinde bir çelişki oluşturuyor. Buradaki durumu anlamak gerçekten zor değerli arkadaşlar. Cumhurbaşkanının iş yükünü azaltmak mı istiyorsunuz, yoksa yeni yetkiler tanımlamak için yer açmak mı istiyorsunuz? Bu konuyu teklif sahibi milletvekillerimizin açıklaması gerektiğini düşünüyoruz. Kaldı ki bu gerekçe Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin sorunlarını ortaya koyar niteliktedir yani tek bir kişiye bu kadar yetki ve sorumluluk yüklenmesinin doğru olmadığını göstermektedir. Biz senelerdir anlatıyoruz, bu sistemin sorunlu olduğunu söylüyoruz, iktidar partisi milletvekilleri de sonunda sorunları fark ediyor gibi görünüyor.
4'üncü maddeye baktığımızda, Çevresel Etki Değerlendirmesi mevzuatı göz önünde bulundurularak, ihtiyaç duyulmadığı gerekçesiyle 4737 sayılı Kanun'un 3/b maddesi mülga edilmek isteniyor. Mevcut madde ÇED sürecini gerekli kılan bir maddeydi. ÇED raporu doğal ve sürdürülebilir bir çevre için gerekli bir unsur ancak iktidar partisi daha önceki birçok örnekte görüldüğü gibi, ÇED gibi doğayı korumaya yönelik süreçlerden kaçınırken doğanın çeşitli bahanelerle talan edilmesine göz yumuyor, bunu iktidar partisinin çevreyi önemsemeyen politikasının yansıması olarak görüyoruz. Kaz Dağları'nın hâlinde gördük, turizme kazandırmak gerekçesiyle Salda Gölü'ne yapılanları da gördük, HES projeleri için Doğu Karadeniz'de talan edilen doğayı da gördük.
Değerli milletvekilleri, ÇED süreciyle ilgili düzenleme yapılacaksa, bugün sunduğunuzun aksine daha sıkı denetimler, daha büyük yaptırımlar ve daha sistematik bir süreç gerekmektedir. Komisyon görüşmeleri sırasında bu maddenin teklif metninden çıkarılması için verdiğimiz önerge, maalesef iktidar partisi milletvekillerince reddedilmiştir.
Son olarak 5'inci madde hakkındaki görüşlerimi açıklayarak konuşmamı bitirmek istiyorum. Bizim en sıkıntılı gördüğümüz maddelerden biri budur değerli arkadaşlar. Teklifin 5'inci maddesinin ikinci paragrafıyla, mevcut durumda yalnızca özel endüstri bölgelerine tanınan Cumhurbaşkanınca ek teşvikler belirlenebilmesi hususunun endüstri bölgelerinin geneli için de geçerli olması öngörülüyor. Bu, keyfî ve plansız uygulamalara sebebiyet verebilecek bir düzenlemedir; daha adil, şeffaf ve sistemli bir teşvik mekanizması kurulması gereklidir.
Yine, teklifin 5'inci maddesinin dördüncü paragrafıyla, endüstri bölgelerini daha cazip hâle getirme gerekçesiyle yatırımcılara hazine adına tescilli taşınmazlarda mülkiyet hakkı verilmek isteniyor, daha sonrasında ise bu mülkiyet hakkı sahiplerinin satış ve kiralama yapabilmesinin önünün açılması planlanıyor. Bu durumun kamu yararına olmayacağını rahatlıkla öngörebiliriz. Bunun için kâhin olmaya gerek yok. Yapılması istenen bu düzenlemeye, daha önce vatandaşlardan alınarak kamulaştırılan arazinin mülkiyetinin...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurunuz efendim.
AYHAN ALTINTAŞ (Devamla) - ...farklı firmalara devredilebilmesinin önünü açtığı için muhalefet milletvekilleri olarak karşı çıktık. Sayın Bakan Yardımcımız bu firmaların mülk edinme talebinin nedeni olarak aynen şu cümleleri kurmuştur: "Sanayicilik çoğu zaman kredi sistemiyle çalışır. Eğer mülkünüz kendinizin değilse bankalar kredi vermez, vermiyor şu anda. Sanayicinin şu anda bu teminata ihtiyacı var ve onun için ister." Sayın Bakan Yardımcımızın açıklamalarından ve kanun teklifini hazırlayan milletvekillerinin gerekçesinden de anlaşılacağı üzere, bahsi geçen firmalar kredi kullanabilmek için mülk edinmek istiyor, bu kanun teklifiyle de kamuya ait olan hazine taşınmazlarının bu firmalara devredilmesinin yolu açılmak istenilmektedir.
Değerli arkadaşlar, bunun sonucunda da bahsi geçen şirket risk almadan hazine arazisini teminat göstererek krediye başvurabilecektir. Yani bu şirketler vatandaşlarımıza ait arazileri, taşınmazları kendi kârları için teminat gösterebilecek.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurunuz efendim.
AYHAN ALTINTAŞ (Devamla) - Dolayısıyla, riskleri kendileri almak yerine bankalara ve dolayısıyla da vatandaşa aktarmış olacaklardır. Bu durum, ticaretin risk-kâr dengeli mantığına da aykırıdır. Bu bağlamda her iki paragrafın da teklif metninden çıkarılması için muhalefet partilerince verilen önergeler iktidar partisi milletvekillerince kabul edilmemiştir. Ancak bilinmesini isteriz ki vatandaşımızın alın terini, kutsal vergilerini, gelecek nesillerin bize emanetini yandaş şirketlere, yabancı firmalara rant uğruna peşkeş çekmenize, hediye eder gibi vermenize karşı çıkacağız.
Sizin de bu yanlıştan dönmenizi umuyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (İYİ Parti ve CHP sıralarından alkışlar)