| Konu: | Cumhurbaşkanlığının, Katar Devleti Hükümeti Tarafından Talep Edilen Desteği Sağlamak ve Dünya Kupası Kalkanı Harekatına İştirak Etmek Üzere Hudut, Şümul, Miktar ve Zamanı Cumhurbaşkanınca Takdir ve Tayin Olunacak Şekilde Türk Silahlı Kuvvetlerinin Katar Devleti Sınırları İçerisinde ve Katar Devleti Karasuları ile Mücavir Bölgelerinde Görevlendirilmesi ve Bu Kuvvetlerin Cumhurbaşkanının Belirleyeceği Esaslara Göre Kullanılması ile Risk ve Tehditlerin Giderilmesi İçin Her Türlü Tedbirin Alınması ve Bunlara İmkan Sağlayacak Düzenlemelerin Cumhurbaşkanı Tarafından Belirlenecek Esaslara Göre Yapılması İçin Anayasa'nın 92'nci Maddesi Uyarınca Altı Ay Süreyle İzin Verilmesine Dair Tezkeresi (3/2077) münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 6 |
| Birleşim: | 3 |
| Tarih: | 05.10.2022 |
CHP GRUBU ADINA AHMET ÜNAL ÇEVİKÖZ (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Katar'a asker gönderilmesine ilişkin tezkere hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, yeni yasama yılına Katar tezkeresiyle başlamış bulunuyoruz. Neresinden bakarsak bakalım yine ilginç bir asker gönderme tezkeresiyle karşı karşıyayız. Genel Kurulun gündem maddelerine bakınca iktidarın yeni yasama yılında nasıl bir siyaset izleyeceği ve önceliklerinin ne olduğu hakkında fikir sahibi olabiliyoruz: "Sansür yasası" diye anılan dezenformasyon yasası ve Katar tezkeresi.
Öncelikle, böyle bir tezkerenin gelmesine şaşırdığımızı ifade etmek isterim. Neden şaşırdık? Zira AKP iktidarı döneminde Meclisimizden ilk kez FIFA Dünya Kupası organizasyonu için bir tezkere izni istiyor, hem de Türkiye'nin katılmadığı bir Dünya Kupası için. Tabii ki Türkiye'nin uluslararası organizasyonlarda görünür olmasını istiyoruz ama bu, polisimizi ve askerimizi vatan toprakları dışına göndererek, tehlikenin içine atarak yapılmamalı. Tezkereye bakınca anlıyoruz ki aslında iktidar da siyasi olarak gerekçelendirme bulmakta epey güçlük çekmiş, önceki yapılan anlaşmalara atıf yapmaktan öte elle tutulur bir siyasi gerekçe göremiyoruz. Örneğin, tezkerede Türkiye ile Katar arasında 23 Mayıs 2007'de Askeri Alanda Eğitim, Teknik ve Bilimsel İşbirliği Anlaşması, 19 Aralık 2014'te Askeri Eğitim, Savunma Sanayii ile Katar Topraklarında Türk Silahlı Kuvvetlerinin Konuşlandırılması Konusunda İşbirliği Anlaşması ve 28 Nisan 2016'da Katar Topraklarında Türk Kuvvetlerinin Konuşlandırılmasına İlişkin Uygulama Anlaşması'nın imzalandığı belirtiliyor. Baştan söylemek isterim, Cumhuriyet Halk Partisinin sözünü ettiğim bu 3 anlaşmanın son 2'sine ilişkin çekinceleri ve şerhleri mevcuttur.
İkinci olarak, tezkerede 2022 FIFA Dünya Kupası organizasyonunun güvenliğinin sağlanması için imzalanan bir protokolden söz ediliyor. Emniyet Genel Müdürlüğü personelinin Katar'da görevlendirilmesi konusunda 7 Aralık 2020'de Katar'la imzalanan Büyük Çaplı Organizasyonların Yerine Getirilmesinde İş Birliği Konulu Niyet Mektubunun Uygulanmasına İlişkin Protokol ve deniyor ki: "Bu tezkere söz konusu protokolün gerekleriyle uyum ve bütünlük içinde." Şimdi, bakınız, değerli milletvekilleri, söz konusu protokolle ilgili olarak İçişleri Bakanının açıkladığı bilgileri şöyle bir hatırlayalım: İçişleri Bakanı "3.250 personelimiz yaklaşık kırk beş gün Katar'da Dünya Kupası için geçici olarak görev yapacak." demişti. Buna göre, Katar'a 3 bin Çevik Kuvvet personeli, 100 Özel Harekât polisi, 50 bomba arama ve 30 Çevik Kuvvet köpeği ile idarecisi, 50 bomba uzmanı gönderilecekti. O protokolde Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu personelinden hiç söz edilmiyor yani daha önce yüce Meclisimizin önüne getirilen protokolde Katar'a asker gideceğine dair bir ifade yokken biz bugün bu tezkereyi görüşüyoruz.
Bakınız, biz ne polisimizin ne askerimizin ayağına taş değmesini isteriz. Polislerimizin gönderilmesine izin istenmişken asker göndermek için nasıl bir olağanüstü millî menfaat durumu söz konusudur bunu anlamış değiliz, hele hukuki meşruiyetin nasıl sağlandığını hiç anlamış değiliz. İşte "Şaşırdık." derken bunları kastediyorum.
Tezkere metninde "Dünya Kupası Kalkanı Harekâtı'na ülkemizin yanı sıra Amerika, Fransa, İngiltere, İtalya ve Pakistan'ın askerî unsurlarıyla katkıda bulunması söz konusu." deniliyor. Yanlış bilgi; değerli milletvekilleri, yanlış bilgi. Söz konusu ülkelerin yardım tekliflerini inceledik, gerçekten askerî kuvvet gönderip göndermeyeceklerine baktık, ne çıktı biliyor musunuz? Pakistan Kabinesi, hükûmetin bu yıl Katar'da düzenlenecek FIFA Dünya Kupası'nda güvenlik için asker sağlamasını öngören bir tezkereyi onaylamış. NATO'nun güvenlik yardımının bir parçası olarak Romanya, VIP'lerin nasıl korunacağı ve el yapımı patlayıcı cihazlardan gelen tehditlerin nasıl önleneceği konusunda eğitim verecek. İngiltere Savunma Bakanı Ben Wallace, mayıs sonlarında İngiltere Kraliyet Hava Kuvvetleri ve Kraliyet Donanmasının organizasyon boyunca terörle mücadele polisinden sorumlu olacağını açıklamış. NATO, ittifakın Doha'yla sıkı iş birliğinin bir parçası olarak 2022 FIFA Dünya Kupası sırasında Katar'a güvenlik önlemleri konusunda yardımcı olacağını duyurmuş. Fas, yaklaşan etkinlik için güvenliği artırmada yardımcı olmak üzere haziran ayında Katar'a binlerce polis memuru gönderdiğini söylemiş. Fransa Parlamentosu, Fransızların insansız hava araçları, patlayıcılar ve holiganlıkla mücadelede kasım ve aralık aylarında Doha'ya en az 220 uzman göndermesini sağlayacak olan Fransa ile Katar arasındaki ortaklık belgesini onaylamış; bu da uzmanların, polis ve jandarmanın gönderileceğine işaret ediyor. Amerika'da ise üst düzey bir Dışişleri yetkilisi ABC Haber'le yaptığı röportajda "Amerika İç Güvenlik Bakanlığı Katar'daki FIFA Dünya Kupası 2022 turnuvasının güvenliğini sağlamaya yardımcı olmak için hazır bulunacak." demiş, bu İç Güvenlik Bakanlığı bizim İçişleri Bakanlığımızın karşılığı yani asker değil, polisten söz ediliyor.
Değerli milletvekilleri, sözün özü, tezkerede belirtilenin aksine, Pakistan haricinde ve Türkiye haricinde diğer ülkelerin güvenlik gücü olarak polis ve jandarma göndereceği, teknik ve istihbarat desteği sağlayacakları ancak askerî kuvvet bulundurmayacakları açıkça anlaşılıyor; Katar'la arası gayet iyi olan Fas'ın dahi asker göndermediğinin altını çizmek isterim. Peki, biz neden asker, polis bütün güvenlik güçlerimizi seferber ediyoruz?
Bakınız, bu tezkerede dikkat çekilen terör konusunda da söylenecek çok söz var. Cumhuriyet Halk Partisi olarak uluslararası terörle mücadele kapsamında uluslararası toplumun aldığı ortak kararları barındırdığı riskler bakımından sakınca görmediğimiz takdirde destekliyoruz ancak burada çok daha farklı bir durum söz konusu; hiçbir uluslararası kuruluşun koruması dahi olmadan polislerimiz, askerlerimiz ateşe atılmak isteniyor, buna izin vermemiz mümkün değil. Şurada bir yanlış anlaşılma olmasın, hani biz bütün ülkelerle eşitlikçi bir yaklaşım içinde olunmasını elbette isteriz. Katar'la iki egemen ülke olarak dostane ilişkiler geliştirilmesinden elbette memnunuz ancak bu ilişkilerin asimetrik bir duruma dönmesini ve ülkemizin millî menfaatlerini ihlal eden boyuta getirilmesini asla kabul etmeyiz. Biz, bu tezkereye, tezkerede sözü edilen, daha önce imzalanmış bulunan ikili anlaşmalar konusundaki tutumumuzla uyumlu olarak olumsuz oy vereceğiz; bunu başından ifade etmek isterim.
Değerli milletvekilleri, yeni yasama yılına başlarken dış politika uygulamalarımızdaki sorunlar da bir türlü bitmek bilmiyor. İktidar dış politika konularında Meclisimizi görmezden gelse de bizim, Meclisimiz nezdinde temsil ettiğimiz yurttaşlarımıza ve ülkemize karşı sorumluluğumuz gereği bu sorunları açıklamak görevimiz. Onun için bu konuşmama genel bir dış politika bakışıyla devam etmek istiyorum. Az önce de söylediğim gibi, biz bütün ülkelerle diplomatik ilişkilerin kesintiye uğramadan sürdürülmesini önemsiyoruz. Bu kürsüden, İsrail, Mısır ve Suriye'yle diplomatik ilişkilerin bir an evvel hak ettiği seviyeye ulaştırılması gerektiğini defalarca söyledik. İsrail konusunda epey yol alındı, karşılıklı büyükelçi atanacağı söylendi, hatta İsrail Büyükelçisinin ismi dahi açıklandı, Cumhurbaşkanı da on dört yıl aradan sonra ilk kez bir İsrail Başbakanıyla görüştü. Bunlar elbette memnuniyet verici gelişmeler. Yani ısrarla, hatırlata hatırlata, nihayet İsrail'le ilişkilerimizde olumlu bir seyir izlenmesini sağladık. Bütün bunlar olurken gözler hâliyle Mısır ve Suriye'ye çevrildi. Mısır'la süreç başladı ama devamı gelmedi. Öncelikle, Mısır'la ilişkilerimizin yeniden gerektiği ve hak ettiği seviyeye çıkarılması ve bölgenin sorunlarına Mısır'la birlikte çözüm arayışları için adımlar atılması bizi sadece memnun edecektir; bunu başından söyleyeyim. Mısır bölgede eskisinden daha güçlü bir aktör olarak karşımıza çıkıyor, bunu Filistin-İsrail uyuşmazlığı konusunda izlediği politikalardan görmek mümkün. İki ülke arasındaki gerilimlerin daha fazla tırmanmadan önlenmesinde büyük bir rol oynuyor Mısır. Aslında Türkiye'nin yapması gerekeni Mısır'ın yaptığını görüyoruz. Libya'da iktidarın taraflı tutumunun Mısır'la ilişkilerin düzelmesinin önüne geçtiği de hepimizin malumu, üstelik kamuoyuna yansıdığı kadarıyla iktidarın Müslüman Kardeşler konusunda izlemiş olduğu politikalarda bazı değişikliklere gitmiş olmasına rağmen.
Değerli milletvekilleri, bu yaz Suriye sorunsalı yine gündemde kalmaya devam etti. İktidarın Putin'in de ısrarlarıyla son haftalarda Suriye'de Beşar Esad yönetimiyle ilişkileri düzeltmeye yeşil ışık yakan açıklamaları söz konusu oldu. Adana Mutabakatı konusunda da yine Putin'in suflesiyle iktidar bir diyalog olasılığını gündemine almıştı ancak pek yol katedilmemişti. Suriye tarafından yapılan açıklamada Dışişleri Bakanlığı üzerinden henüz görüşme gerçekleşmediği söylendi. Ülkemizin görüşmeler konusunda ne durumda olduğunu ise bazı gazetecilerin köşesinden gereğini yapmasıyla ancak öğrenebiliyoruz. İç savaşın yakıp yıktığı Suriye'de AKP iktidarının hatalı dış politikası nedeniyle en çok etkilenen, zarar gören ve asıl mağdur olan ülke şüphesiz Türkiye olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti'nin tarihinde asla izlenmeyen bir dış politika değişikliğiyle, 911 kilometre ortak kara sınırına sahip olduğumuz güney komşumuz Suriye'de rejim değişikliğini hedefleyen bir politika izlenmeye başlandı. Bu politika sadece Türkiye'nin komşularının iç işlerine karışmama ilkesinin ihlali olmakla kalmadı, aynı zamanda bölgede taraf tutmayan ve sorunların diplomasiye öncelik tanıyan bir yolla çözümü şeklindeki tutumumuzla da çelişen bir sonuç doğurdu. İktidarın bu politikaları nedeniyle, Türkiye, bugün, Birleşmiş Milletlerin tanıdığı birçok ülkenin nüfusundan daha fazla sayıda Suriyeli sığınmacıya ev sahipliği yapmakta. Suriye, sadece Doğu Akdeniz konusunda kilit ülke değil, daha birçok konuda Türkiye'ye dış politika alanında manevra kabiliyeti sağlayacak bir ülke. İşte, bu nedenle, Suriye'yle diyaloğu önemsiyoruz. Cumhuriyet Halk Partisi olarak sığınmacı sorununun gönüllülük esasına göre çözüme kavuşturulması için de Suriye'yle derhâl diyaloğun sağlanmasının gerektiğini söylüyoruz.
Değerli milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Partisi olarak sığınmacıların geri dönüşü konusunda bizim politikamız belli: Gönüllülük esasına göre geri dönüşlerin teşviki; dönüşün planlı, programlı ve zamana yayılarak yapılması; geri dönenlerin yaşamlarının sürdürülebilirliği için eğitim, sağlık gibi gerekli altyapı yatırımlarının yapılması; yatırımlar bağlamında uluslararası külfet paylaşımı; barışın sağlanması için gereken kolaylaştırıcılığın sağlanması -ki bu da elbette Cenevre görüşmelerinin devamının önemsenmesi ve desteklenmesi anlamına geliyor- Şam yönetiminin geri dönmeyi tercih edenlerin güvenliği konusunda güvence vermesinin sağlanması. Bu koşullar çerçevesinde uluslararası hukuka uygun olarak Suriyeli sığınmacıların geri dönüşü sağlanabilir. Yerelde aslında Esenyurt Belediyemiz bu süreci başarılı bir şekilde yürütüyor. Lübnan'da da benzer bir sürecin yaşandığını görüyoruz ve orayı da yakından takip ediyoruz.
Değerli milletvekilleri, bir diğer önemli gündem maddemiz Libya. Libya'da Aralık 2021'de yapılması gereken seçimler gerçekleştirilemedi, bu süreçte siyasi istikrarsızlıklar da devam etti. Bizim Libya konusunda Cumhuriyet Halk Partisi olarak isteğimiz, Libya'nın bir an önce huzur ve istikrara kavuşmasıdır. Bu, hem Afrika Kıtası hem Doğu Akdeniz'in güvenliği için elzemdir. Ayrıca küresel ölçekte terörizmle mücadele konusunda da Libya'daki gelişmeler belirleyicidir. Bu nedenle Libya'da bir an evvel barışın tesis edilmesini arzu ediyoruz.
İktidarın Libya özelinde daha önce izlemiş olduğu ideolojik yaklaşımı terk etmiş olmasından memnuniyet duyuyoruz. Biz, en başında, Trablus'taki hükûmet ve Tobruk'taki Temsilciler Meclisi arasındaki savaşın barışçıl yöntemlerle sona ermesi gerektiğini savunageldik. İktidar bunu zamanında göremediği için, Libya'yla yapmış olduğumuz Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması Anlaşması hâlâ Temsilciler Meclisi tarafından onaylanmadı. Libya gibi dengelerin her an değiştiği bir ülkede anlaşmaların geçerlilik kazanması gerekiyor. İktidara bunun uyarısını anlaşmaya destek verdiğimiz zaman da yaptık. Bu hafta Libya'ya bir ziyaret daha oldu. Türkiye ile Libya arasında hidrokarbon alanında mutabakat muhtırası imzalandı. Cumhuriyet Halk Partisi olarak Türkiye'nin hak ve menfaatlerinin korunmasını tereddütsüz bir şekilde destekliyoruz. Yapılan mutabakatların Libya'daki değişkenlik göz önünde bulundurularak yasallık kazanması konusunda da adımlar atılmalı. Bunun yolu da taraf tutmadan, ideolojik yaklaşımlardan arındırılmış bir politika izlemekten geçiyor.
Türkiye'nin Doğu Akdeniz ve Afrika politikasının sağlam temellere dayanması, Libya ve Mısır gibi ülkelerin ve bu ülkelerle kurulan ilişkilerin doğrudan orantılı bir bütünüdür. Doğu Akdeniz'de hidrokarbon kaynaklarının değerlendirilmesi ve deniz yetki alanlarıyla ilgili hukuk zemininde gerekli adımların atılması için Mısır'ın bölgede en önemli aktörlerden ve muhataplardan biri olduğunu biz defalarca vurguladık ve hidrokarbon kaynaklarının değerlendirilmesi için oluşturulan Doğu Akdeniz Gaz Forumu'nun bölgenin 7 ülkesini bir araya getirdiğini ancak bu gruba Türkiye'nin dâhil edilmemesini haksız ve adil olmayan bir davranış olarak gördüğümüzü de sürekli olarak dile getirdik; bu davranışı eleştirdik, iktidarın da gerekli önlemleri alması için çağrı yaptık. Türkiye bunu yapacak gücü ve itibarı olan bir ülkeydi ancak, iktidarın Suriye'de kaybettiği pusulası maalesef, bu duruma engel oluyor.
Değerli milletvekilleri, gündemin en sıcak konularından biri de Ege özelinde Yunanistan, Kıbrıs özelinde de Güney Kıbrıs ile yaşadığımız gerilim. Öncelikle şunu belirtmek isterim ki Yunanistan'la yaşadığımız gerginlikte ebediyen komşu kalacak iki ülke olarak dostane çözüm yolları denenmelidir ve diplomatik kapılar kapatılmamalıdır. Ancak Yunanistan'ın, statüsü gereği silahsızlandırılmış olması gereken adaları silahlandırmasını asla kabul etmediğimizin altını kuvvetle çizmek isterim. Doğu Akdeniz'de yaşanan gerginliğin çözümü, Türkiye'nin uluslararası Deniz Hukuku Sözleşmesi'nin tarafı olmaması nedeniyle ancak siyasi müzakerelerle mümkündür. Türkiye, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi gerilimi, Amerika Birleşik Devletleri'nin bölgeye yönelik izlemiş olduğu tutumda da yaşanan değişim nedeniyle maalesef, Türkiye aleyhine bir sürece doğru evrildi. Türkiye'nin Amerika Birleşik Devletleri Kongresindeki dostlarını kaybetmesi ve ardından Yunan lobisinin Kongrenin her iki kanadında da destek görmesi bu duruma sebep oldu.
Son bir ayda Amerika Birleşik Devletleri Savunma Bakanlığı, Güney Kıbrıs'ı eski Varşova Paktı ülkelerine uyguladığı özel eğitim ve iş birliği programına dâhil etti. Aynı şekilde, Amerika Birleşik Devletleri'nin Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'ne yönelik silah ambargosunu kaldırma yönündeki Eylül 2020'de aldığı kararın kapsamı da genişletildi. Bu kararların Doğu Akdeniz'deki mevcut gerginliğin yatışmasına ve Kıbrıs sorununun barışçıl çözümüne yardımcı olmayacağı aşikâr. Bugün gelinen noktada, bu kararlar sadece Kıbrıs'ta iki taraf arasındaki dengeleri olumsuz etkilemekle kalmayacak, Doğu Akdeniz'deki gerginliğin ve Türkiye-Yunanistan ilişkilerinin daha da olumsuz bir şekilde evrilmesine yol açacaktır. Cumhuriyet Halk Partisi olarak Doğu Akdeniz'deki sorunların çözümünde Türkiye ile Yunanistan'ın bağımsız ve egemen iki ülke olarak masaya oturacakları, Türkiye'nin hak ve hukukunun masada savunulacağı, barışçıl çözümü öncelediğimizi bir kez daha kuvvetle vurgulamak isterim. Avrupa Birliğinin de bu sorunları Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinin bir parçası olarak görmekten vazgeçmesi gerekiyor. Türk-Yunan gerginliğini çözecek olanlar Türkiye ile Yunanistan'dır.
Değerli milletvekilleri, Avrupa Birliğinden söz açılmışken konuşmama o konuda devam etmek isterim. Ukrayna-Rusya arasındaki Rusya'nın saldırganlığıyla başlayan durum, Avrupa Birliğinin içindeki tartışmaları daha da alevlendirdi. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron tarafından ortaya atılan "Avrupa Siyasi Topluluğu" fikrinin, Avrupa Birliği üyeliğinden bağımsız olarak düşünülen ve üyeliğe alternatif olmayan bir platform olduğu ileri sürülüyor. Yarın aralarında Türkiye'nin de bulunduğu AB üyesi olmayan 17 Avrupa ülkesi ile AB üyeleri Prag'da bir araya gelecekler.
Avrupa Siyasi Topluluğu toplantısına katılacak ülkeler, Avrupa Birliği ülkeleriyle barış, güvenlik, enerji, iklim, ekonomi, göç, ulaşım konularına odaklanacaklar. Bu alanların başında elbette şüphesiz enerji geliyor. Ancak Avrupa Siyasi Topluluğuna davet edilmemiz, hiçbir şekilde tam üyelik hedefimizden vazgeçtiğimiz şeklinde anlaşılmamalıdır. Buna özellikle dikkat çekmeyi gerekli görüyorum.
Gündemdeki en önemli konulardan biri de Ukrayna krizi. Bütün uluslararası toplum, Rusya-Ukrayna meselesine kilitlenmiş durumda. Yaşananları bizler de üzüntüyle ve yakından takip ediyoruz. 24 Şubatta başlayan askerî saldırganlık, Rusya'nın Ukrayna topraklarına ait 4 bölgeyi ilhak etmesiyle devam ediyor. Uluslararası hukukun ihlal edilmesi ve yasa dışı ilhak yolunun bir yöntem ve alışkanlık hâline getirilmesini asla kabul etmiyoruz. Ukrayna topraklarının neredeyse yüzde 15'ini oluşturan bu bölgelerin ilhakını Kırım'ın ilhakında olduğu gibi tanımadığımızın altını bir kez daha kuvvetle çizmek isterim.
Ukrayna'dan bahsetmişken Rusya'dan da bahsetmemiz gerekiyor. İktidarın asimetrik ilişki içinde olduğu ülkelerden biri de Rusya. Türk bankalarının tamamı yaptırım tehdidi nedeniyle Rusya ödeme sistemi Mir'den çıktığını açıkladı. Cumhurbaşkanı "Mir'le ilgili alternatifler masada, atacağımız adımları değerlendiriyoruz." dedi. Yani doğrudan Mir'den çıkıldığını söylemedi. Bakınız, bu tehlikeli, biz, dünya finans sistemiyle uyumlu çalışan bir bankacılık sistemine sahibiz, yeni bir Halkbank vakası yaşamayalım. Suriye'de, özellikle İdlib'de, dar boğaza girmemizin nedenlerinden birinin de iktidarın Rusya'yla kurduğu bu asimetrik ilişkiler ve iktidarın altından kalkamayacağı görevleri üstlenmesi olduğunu hatırlatmak isterim.
İktidar, bugünkü tezkerede de aynı geniş vaatlerle hem polislerimizi hem askerlerimizi ateşe atmak istiyor. Bu iktidar, dış politikanın her alanında ibreyi şaşırmış durumda. Bu şaşkınlığı giderecek olan, cumhuriyetle özdeşleşmiş kurumsal dış politika anlayışıdır. Cumhuriyet Halk Partisi olarak Türkiye'nin dış politikasının ülkemizin uluslararası toplumda itibarını yeniden kazanmasına yol açacak ve liyakati kadrolar tarafından hak ve menfaatlerimizi kollayacak şekilde yürütülmesi amacıyla bugüne dek olduğu gibi bundan sonra da girişim ve çabalarımızı sürdürecek, iktidarın eksiklik ve hatalarını vurgulamaya devam edeceğiz.
Hepinize saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)