| Konu: | Devlet Memurları Kanunu ile Bazı Kanunlarda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 111 |
| Tarih: | 01.07.2022 |
AYHAN ALTINTAŞ (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 346 sıra sayılı Kanun Teklifi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Üniversiteyi eğitim kurumundan ayıran özellik, eğitim yanında araştırma da yapmasıdır. Bugün, bu işlev büyük ölçüde lisansüstü programlarıyla yapılmaktadır. Dolayısıyla programlardaki lisansüstü öğrenciler ve doktora sonrası araştırmacılar çok önemlidir. Bir öğrenci doktora aldıktan sonra başka bir üniversitede araştırmacı ya da akademisyen olarak görev alır. Dünyanın iyi üniversitelerinde doktora alan kişiler, kendi üniversitesinde hemen hoca olamazlar. Neden? Çünkü aynı konudaki başka üniversitelerdeki bilim adamlarıyla istişare etmesi, bilimsel çalışmalar yapması, başka ortamlara girmesi ve dolayısıyla ufkunun gelişmesi teşvik edilir. Tabii, bunu yapabilmek için yetişen doktora mezunun başka kurumlarda çalışabiliyor, başka yerlerden talep ediliyor olması da denenmiş olur. Yani bu, doktora eğitiminin niteliğinin yüksek olmasını da teşvik eden bir mekanizmadır. O nedenle, 30'uncu maddede yer alan araştırma görevlilerinin sözleşmelerinin doktorayı takip eden yıllarda uzatılması iyi niyetle yapılmış gibi görünüyor ama gerçekte doktoralı araştırmacıya zarar verir. Çünkü o bir yılda yani doktora sonrasındaki bir yılda eğer ufku açılmazsa geleceği için yeteri kadar yatırım yapamaz, aynı konuda takılıp kalır; hâlbuki, başka bir ortama giderse ufkunun açılması için daha faydalı olur. Akademik kariyerin ilk basamaklarında farklı ortamlarda bulunmak teşvik edilir. Öğretim üyesi olduktan sonra ise grubunu ve laboratuvarını kurması ve kökleşmesi beklenir. Tabii, bilimsel konferanslar ve geçici ziyaretlerle dünyada başka benzer gruplarla ortak çalışmalar yapması, uluslararası projelerde yer alması mümkündür.
Şimdi, bir de 33'üncü maddede geçen afla ilgili bir konu var. Ben muhalefetim; tabii, muhalefetin de af düzenlemesine karşı olması düşünülemez ama bu sürekli afların Türkiye'de sistemi birazcık bozduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla aflar konusunda sıkıntı var. Ayrıca, bunu vakıf üniversitelerinde nasıl yapacaksınız? Yani bu, biraz daha karışık bir mesele, hele hele bir de "Başka üniversiteye de gidebilir." diyerek bunu iyice karıştırıyorsunuz. Biliyorsunuz, vakıf üniversitelerinde bir bölümün 1 tane taban puanı yok, 4 tane taban puanı var; yüzde 100 burslu, yüzde 75 burslu, yüzde 50 burslu, yüzde 25 burslu; hepsinin ayrı ayrı, farklı taban puanları var. Bunlar uygulamada çok sıkıntı yaratır. Bir de hızlı gelişen teknoloji nedeniyle, bazı konularda bilgilerin hızla eskimesi riski de var. Yirmi yıl ara vermiş bir kişiye bilgisayar alanında doktora diploması yeniden nasıl vereceksiniz? Son yirmi yılda bilgisayar alanındaki gelişmelere bakarsanız oradaki bilgi çok eskimiş kalır. "Bizim amacımız nitelik değil insanımızın bir an önce diploma almasını sağlamak." diyorsanız popülist bir yaklaşım olur, bugünü kurtarırsınız ama niteliksiz pek çok diplomalı yetiştirirsiniz yani sistemi daha da çok dejenere edersiniz.
Benim gençliğimde sadece Ankara Fen Lisesi vardı, tüm Türkiye'nin en başarılı 96 öğrencisi alınırdı; zaten çok seçme öğrenciler oldukları için o ortamda akademik olarak çok başarılı olurlardı. Başarının sırrının sadece isminin "fen lisesi" olmasında sanan bakanlar ve bürokratlar derhâl her yere fen lisesi açtılar, sistemi yozlaştırdılar. Benzer bir durum maarif kolejlerinde yani yeni adıyla Anadolu liselerinde de yaşandı.
Kısacası; biz yıllardır eğitimle uğraşmıyoruz, eğitimden nasıl oy devşiririz diye bakıyoruz. Eğitim yerine ucuz ekmek üretmekle uğraşan bir Millî Eğitim Bakanına bile sahip olduk nihayet. Özetle; kabul edeceğimiz bu yasa teklifinde yeni bir yaklaşım yok. Nitelikli eğitimden mahrum ettiğimiz gençlerden özür diliyorum.
Genel Kurulu saygılarımla selamlıyorum. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)