GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Askeri Ceza Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:5
Birleşim:110
Tarih:30.06.2022

İYİ PARTİ GRUBU ADINA AYTUN ÇIRAY (İzmir) - Sayın Başkan, yüce Meclisin değerli üyeleri; mevcut ucube rejimin alametifarikası, ne yazık ki Meclisimizi battal hâle getirmiş olmasıdır. Bu acı gerçeği maalesef kanun teklifi süreçlerinde en tatsız hâliyle yaşıyoruz, muhalefetin önerileri çoğunlukla reddediliyor; ne yazık ki bu durum yine tekrarlandı. Genel Kurulumuza gelen Askeri Ceza Kanunu Teklifi 20 Haziran 2022'de Meclis Başkanlığına sunuldu. 22 Haziranda Millî Savunma Komisyonundaki görüşmeleri yapıldı, aynı gün jet hızıyla geçti. Muhalefetin bütün değişiklik ve düzeltme öneriler de topyekûn reddedildi. Oysa partimizin teklif ettiği bazı düzeltme ve önerileri çok önemliydi. Bunlardan birine özellikle dikkat çekmek istiyorum.

Türk Silahlı Kuvvetler Personel Kanunu'nun 49'uncu maddesine göre Genelkurmay Başkanlığına atanan orgeneral ve oramirallerin yaş haddi 67'dir. Teklifte getirilen değişiklik, Cumhurbaşkanına bu yaş haddini birer yıl süreyle 72 yaşına kadar uzatma imkânı vermektedir. Bu, Türk Silahlı Kuvvetlerinin kurumsal yapısı bakımından âdeta bir tür sabotajdır çünkü bu değişiklik zaten devletin tüm kuvvetlerini kendisinde toplayan Sayın Cumhurbaşkanına büyük bir keyifle tepe tepe kullanacağı bir yetki daha vermektedir. Bu, tarihimizde hiç görülmemiş bir buhrana yol açan ucube rejimin ucubelik katsayısının artması demektir; bedeli de Türk Silahlı Kuvvetlerinin en yüksek komuta kademesinin yozlaştırılmasıdır, liyakatin şart olduğu bir kurumun en zirvesinden çökertilmesidir; "Âdeta sabotaj" dememizin altında yatan sebep budur. Partimiz bu nedenle söz konusu değişikliğin kanun teklifinden çıkarılmasına yönelik bir önerge vermiştir ancak önergemiz Cumhur İttifakı tarafından, milletin değil, bir şahsın hükümranlığı esas alındığı için reddedilmiştir.

Değerli arkadaşlar, kanun teklifinin 3'üncü maddesi bize bir gerçeği ibret verici bir açıklıkla bir kere daha göstermiştir. Bu gerçek şudur: Tüm bu değişikliklerin yegâne amacı Cumhurbaşkanının kudretini sonsuz bir keyfîlikle sınırsız bir maksimizasyona ulaştırmaktır.

Türk Silahlı Kuvvetleri için bunun sonuçlarının özellikle orta ve uzun vadede çok ağır ve yıkıcı olacağı aşikârdır ancak bu değişiklik, içine girmiş olduğumuz seçim sürecinin güvenliği açısından da çok ciddi bir sorundur. Yüce Meclis bu riskleri, bu tehlikeleri bertaraf etmelidir. Dolayısıyla mevcut kanunun bu maddesine dokunulmamalıdır; milletin ordusunun bir subayı olarak Genelkurmay Başkanı bir beş sene daha görevde kalabilmek için ordunun kurumsallığını feda etmemelidir, teklif kanunlaşsa bile istifa etmelidir. Kısacası değerli arkadaşlar, maddenin yeniden düzenlenmesi zorunluluktur.

Değerli arkadaşlar, Türkiye bugün cumhuriyet tarihinde hiç görülmemiş bir buhranın pençesindedir. Milletimizin ezici bir çoğunluğu kelimenin tam anlamıyla hayatta kalma mücadelesi veriyor. Düşük gelir grupları artık yarı aç yarı tok yatıyor, temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamayacak bir hâlde. Barınma krizinin kırmızı alarm verdiği, bebeklerin, çocukların yetersiz beslenmenin acil semptomlarını yaşadığı bir ülke ve kendi bütçesini savunmak için yeterli çoğunlukta bulunmayan ve kendi getirdiği kanuna sahip çıkmayan bir siyasi iktidar tablosu... (İYİ Parti sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, orta sınıf neredeyse yok olmak üzere yani karşımızdaki manzara yönetenleri utanca boğacak kadar ağır. Yaşlılar "Böylesini ne yaşadık ne de bu kadarına şahit olduk." diyorlar, gençlerse en umut dolu olmaları gereken çağlarında koyu bir umutsuzluk kıskacında. Doktorlar, AKP sağlık sisteminin tükenmişliğini örtbas edebilmek adına bilerek suçlu ilan ediliyorlar, milletle bilerek karşı karşıya getiriliyorlar. İflas etmiş Sağlıkta Dönüşüm'ün yerine hekimleri suçlayarak ne yazık ki gençler için artık umudu Türkiye sınırının ötesinde aramayı zorunlu kılıyorlar. 1923'te çok onurlu bir başlangıç yapmış millet için ne çok hazin bir durum.

Değerli arkadaşlar, bu içler acısı noktaya tesadüfen gelmedik. İçlerinizde bazıları kabul ve itiraf etmekte çok zorlanacaklar biliyorum ama tıpkı olağanüstü başarıların bilinçle, akılla, bilgiyle, iyi niyetle ve basiretle tasarlanıp inşa edilebilmeleri gibi, bazen yıkıcı başarısızlıklar da adım adım hazırlanırlar, inşa edilirler. Ne yazık ki bu siyasi iktidar bir yıkıcı başarısızlığı, bilerek, muazzam bir organizasyonla inşa etmektedir. İddia ediyorum, ülkemizin yirmi yıllık AKP iktidarları tarafından getirildiği noktada bu gerçeği bizden daha iyi idrak edebilecek bir millet yoktur çünkü biz bir siyasi ve askerî dehanın, Mustafa Kemal Atatürk'ün başarısının hem tanığı hem mirasçılarıyız. Atatürk, evrensel değerler üzerine yükselecek bir millî devleti 1919 Mayısında Samsun'a çıkışından 1938 Kasımında uğurladığımız on dokuz yıllık süre içinde kafasında planladığı şekilde adım adım inşa etti. O inanılmaz bir sağduyu ve birikime sahip devlet adamı olarak bir devletin sürekliliğinin bütün kurum ve kurallarıyla kalıcı ilke ve değerlere bağlı olduğunu çok iyi biliyordu. Mesela, bu nedenle, ekonomide bağımsızlık, dış politikada "Yurtta sulh, cihanda sulh." ilkelerine çok önem verdi; tarih de bu başarısını her sınamasında tescil etti.

Değerli arkadaşlar, Türkiye yirmi yıldır Sayın Erdoğan tarafından yönetiliyor, sonuç tam bir fiyaskodur. Şu anda, neresinden tutsanız elinizde kalacak bir devlet yapısıyla karşı karşıyayız. Hâlbuki, AKP 2002 Kasımında iktidara geldiğinde 57'nci Hükûmetin uyguladığı Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı'nın bir sonucu olarak Türkiye 2003 yılında ekonomik büyüklük açısından yeniden dünyanın ilk 20 ülkesine girme imkânını yakalamıştı. Dünyada gidecek yer arayan bir para bolluğu vardı ama siz bu imkânları planlı üretime dayalı ekonomiyi geliştirmek yerine muazzam bir popülizmle iktidar süreçlerinizi uzatacak şekilde harcadınız. Bir de 16 Nisan 2017 referandumuyla fiilî tek adam rejimine güya anayasal bir kılıf uydurunca ekonomimizin bozulması gitgide hızlandı, hukuksuzluk kurumsallaştı, kuvvetler birliği rejiminin kaçınılmaz neticesi olarak ekonomik kriz derin buhrana dönüştü. Derin buhranlar insanlara çok daha güçlü acılar verirler, çoklu kurumsal ve sosyal çöküşlere neden olurlar. Nitekim bugün Türk milleti ne yazık ki çoklu bir çöküşün altında eziliyor.

Değerli milletvekilleri, genç kuşaklarımıza artık yargıdan, bağımsız medyadan, yükselen yeni dünyanın eğitim kurumlarından söz edemiyoruz. Bir de "bileşik kaplar teorisi" gereğince radikal ideolojik saplantılarla, Sayın Erdoğan'ın ve dar kafalı saray ekibinin mutlak bir rövanş hıncı içinde tarumar ettikleri dış politika yıkımlar var. Ancak dış politikanın tarumar edilmesinde aynı ekonomide olduğu gibi bir başka faktör de Sayın Erdoğan'ın dış politikayı kendi gücünü, iktidarını ve kişisel çıkarlarını korumak amacıyla araçsallaştırmış olmasıdır. Takdir edersiniz ki arkadaşlar, bu tercih, temel varlık sebebi ve misyonu uluslararasında Türk milletinin yüksek çıkarlarını korumak olan dış politikamız için tam bir felaket olmuştur. Radikal ideolojik rövanş hıncı ve hırsı, ne olursa olsun iktidar süresini uzatmak arzusu, Türkiye'nin uluslararası alanda doksan yılda ilmek ilmek ördüğü itibar ve saygınlığı bozuk para gibi harcamıştır. Burada kritik husus, bir iç politika aracı olarak yürütülen bu dış politikanın, ister müttefiklerimiz olsun ister olmasın ilişkiye girdiğimiz neredeyse tüm devletler tarafından bize karşı bir avantaj olarak kullanılıyor olmasıdır.

Değerli Türk milleti, buradan yüksek sesle ilan ediyorum: Mutlak bir tek adam rejimine dönüşen yirmi yıllık AKP iktidarları boyunca Türkiye'nin dış politikada elde ettiği tek bir somut kazanım yoktur. AKP dış politikaları bir fiyaskolar zincirinin propaganda ve algı yönetimi gibi güya sofistike ancak esasen kitlesel bir beyin yıkamadan başka bir şey olmayan yöntemlerle milletimize "başarı" diye yutturulması teşebbüslerinden ibarettir. Ne yazık ki, içine girdiğimiz derin buhran sürecinde bu rezillik tutmuştur. Sayın Erdoğan'ın "dünya lideri" olarak pazarlanma stratejisi bir süre işe yaramıştır ancak derin buhran mevcut rejimin fiyaskoları maskeleme propagandalarını artık etkisizleştirmektedir, artık bunların işe yaraması söz konusu değildir.

Değerli arkadaşlarım, dış politika tarihimizin en büyük fiyaskolar döneminin sonuna yaklaşıyoruz. Sona yaklaşırken ödetilen ağır bedellerin kısa dökümünü yapmamız gerekiyor. En yakın tarihli gelişmeden başlayalım. Biliyorsunuz, 28 Haziran akşamı bütün kanallara bir son dakika haberi düştü. Sayın Erdoğan'ın bangır bangır ilan ettiği, "Teröristlere verdikleri desteği ve onlarla ilişkilerini tamamen kesmeden, bunları somut adımlarla uygulamalarda görmeden 'evet' dememiz mümkün değil." dediği İsveç ve Finlandiya'nın NATO üyeliğine somut bir sonuç almadan onay vermiş olmaları haberlerin ilk sırasında yer aldı yani sözünü daha öncekilerde olduğu gibi bir kez daha yuttu. Doğrusu bu vetonun kalkması Finlandiya ve İsveç için hiç de sürpriz değildi. Neden? Çünkü bu davranış, bu şablon olarak kurgulanıp defalarca tekrarlanmıştı. Kurgunun başında celallenme ve atarlanma, sonra Beyaz Saray'da ağırlanma veya Başkanla görüşme ve final, istediklerinden fazlasını alan muhataplarımız. Hep aynı numara, bizim deyimimizle kayıkçı kavgaları. Bu kayıkçı kavgalarından devlet, millet zarar görmüş kimin umurunda, gelsin oylar çünkü külhanbeyi ağzıyla seslenmenin bayağı prim yaptığını keşfetmişler. Varsın sahne gerisinde muhatapların bütün talepleri kabul edilmiş olsun. Peki, süper güçlerin ve ultra petrol zenginlerinin bizim oynadığımız bu oyunlar umurlarında mı? Tam aksine çünkü onların ellerinde bu iktidara özel kof propaganda dilini etkisizleştiren sihirli bir havuç ve sopa politikası var. Bakın arkadaşlar, samimiyetle üzülerek söylüyorum: Sopalar bazen Obama'nın çalışma masasına dayalı bir beyzbol sopası oluyor, bazen danışmanın ağzından duyulan bir sifon, Trump gibi fazlasıyla açık sözlü birisi olduğu zaman "Aptal olma!" uyarısı, hâlihazırdaki Başkan için ise aylarca muhatap alınmamak ve Türk milletini "katil ve soykırımcı" olarak niteleme cesaretini vermek. Putin için ise sopa, kapısında dakikalarca bekletme hakaretiydi. Havuç kısmında ise sadece "dostum" olarak nitelenmeye razı olma büyüklüğünü göstermelerimiz var. "Dostum Putin", "dostum Bush", "dostum Obama", "dostum Biden." Hatta bu tavırlarını abartıp bir de kameralar önünde "dostum" diye hitap ettiklerinde değmeyin arkadaşların keyfine.

Büyük Türk milleti, dış politikanın iç politikaya tahvil edilebilmesi için uygulanan bu kof hamaset siyasetinin sonucunda, Rusya'dan kan bedeli olarak alınan S-400'ler yüzünden 21'inci yüzyılda havacılık teknolojisinin en ileri aşamasını temsil eden F-35 programından çıkarıldık, orada paramıza el konuldu. Onun yerine, şimdi bize teknolojisi 20'nci yüzyılda kalmış F-16 verecekler diye zafer naraları atan utanmaz arlanmaz yandaşlar var. Aslında durum Tesla varken Doğan görünümlü Şahin'e rıza göstermekten ibaret ama yandaşların ellerine yeter ki birer havuç verilsin. Havucun asıl zararına bir swap uğruna Sayın Erdoğan'ın "katil" dediği prensin Ankara ziyaretinde de tanık olduk. Suudiler özgüvenli prens yanında onu çökmüş gösteren seçilmiş fotoğraflarıyla zevkten dört köşe oldular. Dua edelim ki prens bu kez Ankara'da Suudi Arabistan Büyükelçiliğinde bir muhalifinin parçalanıp asitte eritilmesine göz yummamızı istemedi.

Değerli arkadaşlar, biliyorsunuz ki bizim İYİ Parti olarak NATO görüşmeleri konusunda Sayın Akşener'in, Sayın Genel Başkanın bir ay önce yaptığı bir açıklama var partimizi temsilen. Bunlardan birincisi, Putin'in Rusya'sının saldırgan dış politikasına karşı NATO ittifakını olabildiğince güçlendirmek gerektiğiydi. İkincisi ise PKK'nın Avrupa topraklarından bütün unsurlarıyla silinip atılmasıydı; İYİ Partinin talep ve deklarasyonu buydu. Ne var ki Madrid'de varılan mutabakatın daha mürekkebi kurumadan, henüz "dostum Biden" ile yapılan havuç toplantısının tadını alamadan Murat Yetkin'in deyimiyle manşet geldi: "Dakika bir, gol bir." (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Daha bir gün önce Erdoğan'dan NATO üyeliği onayı alan İsveç'in Dışişleri Bakanı Ann Linde demecini patlattı: "Erdoğan'a boyun eğmedik. Terör faaliyeti olduğu yönünde delili olmadıkça hiçbir iadeye razı olmayacağız." Yani maalesef, Sayın Erdoğan ve arkadaşları, bırakın somut bir çıkar elde etmeyi, en temel konulardaki beklentilerimizi bile sağlayamamışlardır.

PKK'nın İsveç ve Finlandiya tarafından terör örgütü olarak tanınması yeni bir durum değil, önemli olan PKK'nın bu iki ülkedeki varlığına son verecek somut eylemlerin görülmesiydi. Zaten bunların gerçekleşip gerçekleşmemesini üçlü mekanizma takip edecekti. Şimdi, dikkat Türk milleti: Bu üçlü mekanizma ne zaman devreye girecekti? İmzaladığımız mutabakat metnine göre İsveç ve Finlandiya NATO üyesi olduktan sonra devreye girecekti. Yani Finlandiya ve İsveç NATO'ya girdikten sonra bu mekanizma işlemezse Türkiye hava alacak. Zaten PYD, YPG ve FETÖ'ye "terör örgütü" demediler, hatta Finlandiya Cumhurbaşkanı "Dokümanda bu örgütlere terörist muamelesi yapılmıyor ve aynı zamanda Türkiye'nin istediği şekilde isimlendirilmediler, YPG'ye insani yardım yapılabilir." dedi. Nasıl? Nasıl kahramanlar, iyi mi? Üzülüyoruz, içimiz kan ağlıyor arkadaşlar, bu devlet bizim, bu millet bizim! (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Bu, siyasi iktidarı eleştirmenin çok ötesinde, başka bir şey. Buyurun cenaze namazına! Ama asıl Sayın Genel Başkanımızın dediği gibi, Sayın Erdoğan ve arkadaşları açısından aldanmak ve aldatılmak sıradan alışkanlık olsa da bu durum Türk milleti için kabul edilebilir değil.

Arkadaşlar, benim bu toplantıda en çok canımı yakan şeylerden biri sözde Güney Kıbrıs Rum Cumhuriyeti Başkanının yemeğine katılmamızdır, fotoğraf vermemizdir. Bu, Türk dış politikası ve Türk millî meseleleri için bir felakettir.

HAYRETTİN NUHOĞLU (İstanbul) - Skandaldır.

AYTUN ÇIRAY (Devamla) - Bütün Türkiye bugün buradan duysun ki İYİ Parti iktidarında asla bu politikalara izin vermeyeceğiz, gittikleri yerden geri çevireceğiz herkesi. (İYİ Parti sıralarından alkışlar). Yani bu siyasi iktidar, mutabakat metnini imzalayanlar PYD ve YPG'nin PKK uzantısı olduğu iddiasından vazgeçmiş görünüyorlar, yazıklar olsun!

Değerli milletvekilleri, ABD resmî açıklamasından öğreniyoruz ki Erdoğan-Biden görüşmesinde F-16'lar da gündeme gelmemiş. Sonuç olarak, Sayın Erdoğan'ın "bu can bu bedende oldukça" diye başlayan boş afur tafurlarının ardındaki kodları dünya âlem çözdü, derin ekonomik ve sosyal buhran milletimizin de çözmesini sağladı. Milletimizin "ensar" adı altında milyonlarca Suriyelinin neden sınırlarımızdan geçmesine izin verildiğini artık idrak ettiğini görüyoruz. Suriyelilerle ilgili AKP politikalarının vicdan ve merhamet yoksunu bir politika olduğunun da iyice farkına vardık.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AYTUN ÇIRAY (Devamla) - Sayın Başkan, bir dakika daha...

BAŞKAN - Buyurun.

AYTUN ÇIRAY (Devamla) - Yunanistan'ın tam on beş yıl boyunca İzmir'in, Aydın'ın dibindeki Ege adacıklarını silahlandırmasına göz yuman Erdoğan'ın neden şimdi Miçotakis'e atarlanmaya başladığını da Türk milleti anlıyor. Maksat, suni bir hırgürün içinde tarihimizin en büyük sefaletinin gündeme oturmasını engellemek, yol açtığı Bangladeş'i aşan yoksulluğun konuşulmasını önlemek, sahtenin, suninin, yalanın, kandırmanın ve aldatmanın içinde saf gerçeği eritmek, hakikatler ters yüz edilemiyorsa onlara giden yolları kapatmak. Maalesef, kendileri için medeniliğin en yüksek standartlarını isteyen gelişmiş demokratik ülkeler, sırf bu konudaki konumlarını korumak adına bu oyuna ortak oluyorlar, kandırmaya ve yalanın hâkimiyetine yol açıyorlar. Modernliğin, medeniliğin yolunu dişiyle tırnağıyla açmış büyük Türk milleti bunu da aşacaktır.

Saygılarımla. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)