GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Çevre Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:5
Birleşim:100
Tarih:08.06.2022

MHP GRUBU ADINA HASAN KALYONCU (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çevre Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi'nin tümü üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz aldım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün Yusuf İmamoğlu ağabeyimizin şehadetinin yıl dönümü; ruhu şad, mekânı cennet olsun. İstanbul Üniversitesinde öğrenimine devam ederken, 8 Haziran 1970'te, hocalarının odasından çıkarken komünist teröristler tarafından kurşunlanmış ve yaklaşık yirmi beş dakika ölümü beklenmiş, bu süreçte yanına kimse yaklaştırılmamış ve ambulans üniversite kampüsüne sokulmamış ve polis bir buçuk saat sonra olay yerine gelmiştir. Terörün kahpeliğine, şerefsizliğin geldiği uç noktaya bakınız. Terör örgütlerinin tümünü lanetliyorum.

Sayın milletvekilleri, gezegenin istikrarının bozulmasına etki eden faktörler arasında biyoçeşitlilik ve su döngüsündeki değişimler ve bozulmalar da yer almaktadır. Bu bozulan sistem, tarımda ve besin zincirinde yer alan azot-fosfor döngülerinin değişimi sonucunda beslenme ve kirlenme sorunları oluşturmaktadır.

Tarım toprakları oluşturmak için doğal sistemler tahrip ediliyor, sanayideki gelişmelerle hem karasal hem sucul ekosistemler kirletiliyor, tüm sistemi riske atacak şekilde ormanlık alanlarımız da yok edilmeye devam ediliyor.

Tüm ağaçlar gezegenin dengesini ve istikrarını korumada büyük önem arz etmektedir. Öyle ki dünyadaki ormanlık alanların yalnızca yüzde 25'inin bile kaybolması felakete ulaşacak eşik noktalarını geçme riskini artırır. Bugünkü durumda neredeyse yüzde 40'ı yok olmuş durumdadır, artık dünya tehlikeli bölgeye girmiş, sınır eşik değerlerini geçmiş durumdadır. Ormansızlaşmanın en büyük ikinci sonucu ise biyoçeşitlilikte yaşanan ve yaşanacak kayıplardır. Aynı durum, sucul ekosistemlerde atık sularla etkilenmekte ve sucul ekosistemlerin dengeleri bozulmaktadır. Bugün, doğa, insanlık tarihinde eşi benzeri görülmemiş şekilde tahrip edilmektedir. Dünyada birçok bitki ve hayvan türü yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Eğer bu negatif durum devam ederse 6'ncı kitlesel yok oluşa doğru gidilebilir. Yaklaşık elli yılda insanlık, vahşi yaban nüfusunun yüzde 68'ini yok etmiş durumdadır. Bu durum bize bir biyoçeşitlilik krizinin de tam ortasında olduğumuzu göstermektedir. Biyoçeşitliliğin kaybolması insan yaşamını tehdit etmektedir. Biyoçeşitlilik kaybı besin kaybını beraberinde getirmektedir. İnsanların beslenebilmesi için iyi işleyen bir doğaya ihtiyaç vardır. Biyoçeşitliliğin korunması yalnızca ahlaki sorumluluktan dolayı değil aynı zamanda insanlığın yaşaması için gereklidir. Gıda üretimi, temiz hava, temiz su, karbon emilimi ve besin dönüşümünün işe yaraması için gerekli en önemli parça, sağlıklı biyoçeşitlilik ve sağlıklı bir doğadır.

Tarım geliştikçe doğal alanlar yok edilmiş ve edilmeye devam edilmektedir. İnsan yapısı kirleticiler, nükleer atıklar, kalıcı organik kirleticiler, ağır metaller, mikro plastikler dâhil olmak üzere, insanlar binlerce yeni materyal oluşturmuştur. Bunların her birinin çevreye felaket niteliğinde etkileri olabilir. Bunun uzun vadeli ve kümülatif etkileri bilinmemektedir fakat kontrol altına alınmaz ise gezegen çapında bozulmaya sebep olacak etkilere neden olabilir.

İnsanların hayatta kalabilmesi için kişi başına 3 bin litre yani 3 ton suya ihtiyaç duyulmaktadır; temizlik ve içme suyu için yaklaşık 50 litre, varlıklı ülkelerde ev ihtiyaçları için 100 litre, endüstriyel gereksinimler için 150 litredir, geri kalan kısmı da gıda için yani 2.500 litre suya gereksinim duyulmaktadır. Bu nedenle, su hayatın devamı için ertelenemez ve yerine başka bir madde konulamayan ana unsurlardandır. Tarım için suya olan ihtiyaçtan tutun da sanayide kullanımına kadar birçok hayati alanda çok büyük bir öneme sahiptir. Nehirlerden çekilen sular nehirlerin neden kurumayla yüzleştiğini ortaya koymaktadır. Ayrıca, küresel sıcaklıklardaki artış, suyun buharlaşma hızını artırmakta ve kayıplara da sebebiyet vermektedir. Su sorunları yaşamamak için su kaynaklarının kirlenmesine engel olmamız, arıtılmış suları üretim ve sulama sistemlerinde kullanmamız ve yağmur suyu hasadı yaparak kaynaklarımızın aşırı kullanımına engel olmamız gerekmektedir. Eğer bu önlemler alınmaz ise geri dönüşü olmayan tehlikeli bölgeye doğru yani mutlak su kıtlığına hızla ilerlememiz kaçınılmazdır.

Küresel ısınma, iklim değişikliği ve çevre kirliliği sucul ekosistemler üzerinde büyük bir baskı oluşturmaktadır. Bu baskı, bazı türlerin ortamdan yok olmasına, bazı türlerin ortamdan uzaklaşmasına, bazılarının aşırı derecede çoğalmasına sebebiyet vermektedir. Bu oluşan baskı, organizmaların göç etmesine, bazılarının göç ettikleri yerlerde istilacı olmalarına neden olmaktadır. Bütün ekosistemlerde canlılar arasında rekabeti kazanan türler uygun ortam bulduklarında aşırı derecede çoğalma eğilimine girerler. Bu aşırı derecede çoğalma, sucul ekosistemlerde herhangi bir etken tarafından kontrol edilmez ise sonuçta; müsilaj, ötrofikasyon ve "red-tide" gibi olayların oluşumuyla karşı karşıya kalınır. Oluşan bu yapılar hem görsel kirlenmeye yol açarken hem de oluşturduğu ekosistemdeki dengeyi bozar. Tüm şartlar uygun olsa da canlıların çoğalabilmesi için olmazsa olmaz elementler vardır, bunlar içerisinde ana elementler ise azot, fosfor ve karbondur. Bu elementler doğal sistemlerde genellikle denge içerisindeyken kirleticiler tarafından artırılır. Diğer şartlar da uygun olduğu takdirde aşırı derecede çoğalırlar. Bu sebeple, doğal ortamlar alıcı ortam olarak kullanıldığı sürece, bu süreçle sürekli olarak karşılaşmamız kaçınılmazdır, bu da demek oluyor ki atıklar hiçbir şekilde doğaya bırakılmamalıdır. Doğal ortamlara bırakılan atık suların da alıcı ortama göre standartlarının değişmesi gerekmektedir. Atık sular, ön arıtımla sucul ortamlara ister derin deşarjla, isterse yüzey deşarjıyla bırakılsın, her ikisinde de kirletici etmen durumundadır ve sucul sistemi kirletmektedir.

Sayın milletvekilleri, iklim değişikliğiyle beraber su sıkıntısı çekeceğimiz açıkça ortadadır. Bu durumda bizim 1 litre bile suyu israf etmememiz gerekir, suda sıfır kayıp projesinin de uygulamaya konulması gerekmektedir. Onun için atık sular arıtılarak sisteme geri döndürülmeli, tarımda ve şehir içi su harcamalarında kullanılmalıdır. Bu sayede su kaynaklarından tasarruf sağlanacak ve ekosisteme kirletici olarak girecek sular kullanıma dönecektir. Bu sebeple, sürekli tekrarladığımız önlem önerisini tekrar dile getireceğim: Sadece Marmara havzasında değil, tüm ülkede kanalizasyon sistemleri ile yağmur suyu toplama sistemleri birbirlerinden ayrılmalıdır. Bu sayede arıtma tesislerine giden su miktarı da azalacak, enerji tasarrufu sağlanacak ve yağmur suyu kirlenmeden toplanıp kullanılabilecektir. Arıtma tesislerindeyse ön arıtım, kimyasal arıtım ve ileri biyolojik arıtıma kadar süreç dikkatle uygulanmalı, biyolojik arıtımdan sonra da sisteme tekrar entegre edilmelidir. Ayrıca soğutma sistemi kullanan tesislerin de soğutma işlemiyle ilgili yeni metotlar geliştirerek suyu soğutup kullanacağı sistemleri yeniden planlaması gerekmektedir. Sıcak sular bir şebeke sayesinde seraların ısıtılmasında veya konutlarda ısıtma sistemi olarak kullanılabilir. Bu sayede alıcı ortamlara ısı kirliliği verilmemiş ve ekonomiye de katkı sağlanmış olur. Fakat pahalı bir sistem olarak düşünülüp işletmeler tarafından tercih edilmemektedir. Ancak ihmal edilen gerçek çıplak gözle görülür hâle gelmiştir ve doğaya verilen zarar ekolojik olarak telafi edilemez ve ekonomik olarak ödenemez durumdadır. Mümkün olan her yerde bu uygulama yapılmalı ve devlet tarafından zorunlu tutulmalı, desteklenmeli ve denetlenmelidir.

İklim değişikliği, küresel ısınma ve çevre kirlenmesi ülkemizi bu denli etkiliyorken tüm belediyelerin bir an önce altyapıya yönelmeleri ve altyapı sistemlerini tamamlamaları gerekmektedir. Sadece su kirliliği ve su tasarrufu açısından değil, aynı zamanda -dünkü yağışlarda Ankara'da şahit olduğumuz gibi- sel ve su baskınlarının önlenmesi ve aşırı yağışla şehrin sokaklarında foseptik akışından kaynaklı oluşacak hastalıkların bertaraf edilmesi açısından da büyük önem arz etmektedir.

İklim değişikliğiyle birlikte barajlarda ve HES'lerde öngörülen su tahsislerinde büyük sorunlar yaşanacak ve bu durumun yol açacağı sıkıntılarla ileride karşı karşıya kalınacaktır. Bu sebeple, bazı yerlerde su tahsislerinin değişimi ve iptali gerekecektir. Bu kanun çerçevesinde bu yetki Cumhurbaşkanına verilmiş ve oluşacak karmaşanın da önüne geçilmiştir.

Kıymetli milletvekilleri, sucul ekosistemlerde kirlenme sorunu sadece müsilaj değildir ve sadece Marmara Denizi'nde görülmemektedir. Bugünlerde İzmir Körfezi'nde de kirlenmeden kaynaklı sorunlar net olarak gözlenmektedir. Koku oluşumu, dip çamuru, "red tide" ve deniz marulunun aşırı derecede çoğalması gibi sorunların tamamını İzmir Körfezi'nde görebilmek mümkündür. Bunun yanında, diğer körfezlerimiz ve lagünlerimizde de bu sorunlarla karşılaşmamız söz konusudur. Bunun yanında, iç sularımızda; göl, gölet, baraj gibi durgun sularımızda, aşırı kirlenmeye maruz kalan akarsularımızda bu tür kirlenmeleri görebilmek de mümkündür. Özellikle durgun iç sularımızda kirlenme sonucu oluşan ötrofikasyon etkileri geri dönüşü olmayan bir hâl alabilir, ekosistem dengeleri tamamen altüst olur ve birçok türün yok oluşuna şahitlik ederiz. Onun için, Marmara Denizi'nde öngörülen önlemler paketi tüm Türkiye genelinde vakit kaybetmeden devreye sokulmalıdır. Havza yönetim planları oluşturulan havzalarda tüm önlemler paketi uygulamaya sokulmalı ve sıkı bir şekilde denetlenmelidir. Bunun yanında, Marmara havzası özelinde noktasal ve yayılı kaynaklar tam olarak kontrol altına alınmalı, sadece atık su arıtma tesisleri değil, dereler ve atık üreten tüm tesisler kontrol altına alınmalı. Bunun yanında, havzanın tamamında iyi tarım uygulamaları devreye sokulmalı, kullanılan gübre ve ilaçlar denetime tabi tutulmalı ve çiftçilerimiz bu konuda da eğitilmelidir. Ayrıca, denetimlerin sadece atık su çıkış noktalarında değil, alıcı ortamlarda da yapılması gerekmektedir. Bugün gündemimizde olan bu kanun teklifi birtakım yasal düzenleme ihtiyaçlarını karşılamaktadır fakat gecikmeye mahal bırakmadan su kanunu ve iklim değişikliği kanununu da Gazi Meclisten çıkarmamız gerekmektedir. Geleceğe yönelik düzenlemeleri de gerçekçi öngörü ve planlamalar ışığında şimdiden yapmamız gerekmektedir; her şey olup bittikten sonra kanun çıkarmanın etkisi ve önemi de yoktur.

Saygıdeğer milletvekilleri, Milliyetçi Hareket Partisinin siyaset anlayışı içerisinde oluşabilecek sorunları önceden öngörerek onlara karşı çözüm üretmek de önemli yer tutmaktadır. Çevre ve tabiata yaklaşımımızı binlerce yıllık millî kültür birikimi ve İslam imanıyla yoğrulmuş Türk irfanı şekillendirmektedir. Bu çerçevede, insan ancak doğal denge içerisinde sürdürülebilir bir yaşam şansına sahiptir. Doğal çevremizi oluşturan canlı veya cansız bütün varlıklar insanlar içindir ancak bu onların yok edilmesi ve köklerinin kesilmesine sebebiyet verecek bir Vandallığı açıklayamaz. Doğa insan için bir nimettir. Kadim anlayışımıza göre, her biri kutludur ve kirletip tahrip edilemez. İmanımıza göre, doğa ve sergilediği denge Allah'ın birer ayeti ve insanoğluna bir emanetidir. İnsan kendisine ilahi bir lütufla emanet olarak verilen bu dengeyi gözetmek, korumak ve geliştirmek zorundadır.

Üzerine kafa yorduğumuz, dertlendiğimiz küresel ısınma, iklim değişikliği ve kirlilik insani ihtiyaçların ötesinde bir hırsın, tamahın ve bunların harekete geçirdiği sömürünün eseridir. İnsanın doğal kaynakları kullanması da ilahi düzenin bir yansıması olan doğal dengenin içerisinde olmalıdır. Doğal olmayan, kara ve kızıl rengi değişse de emperyalizmin yıkıcılığıdır. Kapitalizmin vebal listesinin başında, sömürge topraklarından elde edilen doğal kaynaklar, sonrası hesaplanmadan yok edilen bugünkü dünyayı üretirken kızıl emperyalizmin listesi daha az değildir. Aral Gölü'nün neredeyse yüzde 90 kaybolmasına yol açan kontrolsüz kullanım, Türkistan coğrafyasında yaptıkları nükleer ve kimyasal silah denemeleri, radyoaktif ve kimyasal kirleriyle kurtarılamaz hâle gelen alanlar bir sömürü düzeninin eseridir. Bugün, bütün dünya bu sömürge rekabetinin ürünü olan çevre yıkımını ve etkilerini küresel ölçekte yaşamaktadır. Türkiye olarak bizim, örneğin karbon salımına toplam katkımızın yüzde 1 civarlarında olması, ekolojik sorunların etkilerine açıklık bakımından hiçbir avantaj sağlamamaktadır. Türkiye, yine de taahhüt ettiği "sıfır karbon" hedefi için çalışmalarına başlamıştır ancak küresel ısınmanın yol açtığı istilacı türlerden iklim göçünün hedefi olmaya varıncaya kadar birçok etkiyi yaşamaya başlamıştır. Keza iklim etkilerinin yanı sıra Ukrayna-Rusya savaşının yansıması olarak dünya genelinde ortaya çıkan gıda tedarik eksiklikleri de bu kapsamda değerlendirilmelidir.

Onun için, diyoruz ki: Çevre sorunları millî güvenlik yaklaşımıyla da ele alınmalıdır. Bu dünya bugün üstünde yaşayanların tüketim malı değil, yarınlarımızın hayat kaynağıdır. Vatan, sadece siyasi bir sınır çizgisinin içinde olan bir arazi değil; taşı, toprağı, havası ve suyuyla; kurdu, kuşu, böcekleriyle; denizi, gölü, akarsuyu ve ormanıyla; tarlasıyla, tabanıyla ve hiçbir ferdinden vazgeçemeyeceğimiz insanıyla bir bütün olarak kutlu bir beşiktir. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bu beşik ilelebet Türk nesillerine kucak açacak bir ana gibi azizdir. İnsan değerlidir, içinde yaşadığı doğa değerlidir. Bu değerler, Yunus'un "Yaratılanı severiz Yaradan'dan ötürü." veya Veysel'in "Benim sadık yârim kara topraktır." sözlerini söyleten bir aşkın konusudur.

İşte, bu yüzden diyoruz ki: Milliyetçilik aynı zamanda çevreciliktir. Milliyetçi Hareket Partisi olarak "Önce ülkem ve milletim." düsturuyla Türk milletinin ve devletinin varlığı, dirliği ve birliği için, istiklal ve istikbalini güvence altına almak için öngörüler ve çözüm önerileri sunmaktadır çünkü millet dağıtılır, vatan yitirilir, devlet yıkılırsa hepimiz altında kalırız. Bunun için çevre sorunlarına, stratejik ve hayati bir konu olduğunun bilinciyle, parti çekişmelerinin üstünde millî bir anlayışla bakmak zorundayız. Milliyetçi Hareket Partisi olarak görüşmekte olduğumuz kanun teklifine destek veriyoruz.

Hayırlı bir adım olması dileğiyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)