GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Avukatlık Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:5
Birleşim:99
Tarih:07.06.2022

İYİ PARTİ GRUBU ADINA HASAN SUBAŞI (Antalya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Avukatlık Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi'nin 1'inci maddesi hakkında konuşmak için partim adına söz aldım. Yürürlük ve yürütme maddeleri dışında 3 maddelik bir değişiklik teklifinden ibarettir. Bu mini teklifin temel nedeni, hiçbir planlama yapmadan, fayda zarar mülahazasına bakılmaksızın iktidar döneminizde peş peşe açılmış 62 hukuk fakültesinden kaynaklı sorunlardır. Hukukçu olmak, toplum nezdinde özenilen bir meslek dalıdır. İktidar için açılması en kolay ve maliyetsiz fakülteler olması nedeniyle, yirmi yıllık iktidarınızda tüm cumhuriyet döneminde açılmış olan hukuk fakültelerinin neredeyse 3 katına yakını açılmıştır ve her zamanki usul ve üslubunuz gereği "Bu fakültelerde öğrenci yetiştirmek için yeterli öğretim görevlisi var mı? Hukuk fakültelerine hukukçu dekan bulabilir miyim? Türkiye'de ne kadar hukukçuya ihtiyaç var? Ne kadarına nitelikli eğitim sağlanabilir? Mezun olanların ne kadarı için iş sağlanabilir?" bunların cevabı iktidarınızca aranmamış, sorgulanmamıştır.

Geçmişte, 1900 yılında açılan Darülfünun Hukuk Fakültesinin devamı olan İstanbul Hukuk Fakültesi ve 1925 yılında kurulan Ankara Hukuk Fakültesi elli üç yıl boyunca nitelikli hukukçular yetiştirerek yeterli olmuştu. İhtiyaç gerektikçe 1978-2002 yılları arasında ise 22 tane daha eklenmiş ve toplam 24 hukuk fakültesine ulaşılmıştır. Yani cumhuriyet tarihinde yetmiş sekiz yılda 24 tane hukuk fakültesi açılmışken planlı kamu yönetimini sevmeyen iktidarınız döneminde, sadece on dokuz yılda 62 tane daha hukuk fakültesi açılmıştır. Bugün toplam 86 tane hukuk fakültesinde 85 bin öğrenci eğitim görüyor ve her yıl 20 bin mezun veriliyor. 165 bin avukat sayısına ulaşılmıştır, 25 bin de stajyer mevcuttur. 15.326 hâkim, 7.494 savcı olduğunu düşünürsek bugün sadece stajyer hukukçuların sayısı toplam hâkim ve savcı sayısından fazladır. Her yıl mezun olan, hukuk eğitimi almış öğrenci sayısı da bu miktara yakındır. Bugün 165 bini geçen avukatı ve asgari ücretle çalışan binlerce genç avukatı düşündüğümüzde sorun devasa boyutlara ulaşmıştır. Her yıl mezun olan on binlerce gencin staj sorunlarına, iş ve aş sorunlarına, nitelikli hukukçu yetiştirme sorununa ve avukatların sık sık şiddete maruz kalmasına ilişkin bu kanun teklifinde ne var dersek çözüme dönük hiçbir şey yoktur.

Sonuç olarak, günübirlik, siyasi hoşluk için açılmış hukuk fakülteleri yüzünden karşımızda duran devasa sorun stajyerleri, avukatları, baroları, on binlerce aileyi ve yüz binlerce seçmeni ilgilendirir hâle geldiği için görünür olmuştur. Dolayısıyla büyüyen sorunun altında kalan iktidar yine yatıştırıcı pansuman tedbirine başvurmayı uygun görmüştür. Bu teklifte çözüme dönük tedbir yoktur zaten sorun bir çırpıda çözülemeyecek boyutlara ulaşmıştır. Bundan sonra hukuk fakültesi açmamak ilk tedbir olmalıdır; ikincisi de kanun tekliflerini hazırlarken çözüm odaklı, eşitlikçi, adaletli yöntemlerle soruna yaklaşılmalıdır ama iktidarınız artık bunu yapabilecek durumda değildir çünkü -keyfî, başına buyruk- sivil toplumu, ilgilileri, baroları ve muhalefeti ve hatta Meclisi dikkate almaksızın, teklifin virgülüne dokunulmadan tamamen her teklif geldiği gibi geçmektedir.

Teklifin 1'inci maddesinde sigortalı işte çalışan stajyerin işi bırakmaksızın stajına devam edebilmesi olumlu karşılanmıştır. Kamuda çalışan, staj yapmak durumunda kalan kamu çalışanının ücretsiz izin zorunluluğu eşitsizlik yaratmaktadır. Hâkim ve savcı sınıfındaki stajyerlerin maaş alıyor olmaları ama yargının savunma ayağında avukatlık stajı yapan hukukçular için hiçbir ücret düşünülmemesi ise yine bir eşitsizliği yansıtmaktadır.

2'nci ve 3'üncü maddelerde, çoklu barolardaki adli yardım gelirlerinin dağıtımına dair esaslar düzenlenmiş olmasına rağmen yine bu iktidarın projesi olan çoklu baronun sadece İstanbul'da ve Ankara'da 2 adet kurulabilmiş olması esasen projenin zafiyetini göstermektedir. Buna rağmen, iktidar, teklifin geneli hakkında konuşan hatiplerin de belirttiği gibi, kendi projelerini desteklemek adına bölünen baroların hak ettiğinden misliyle fazla gelir elde etmesini amaçlamıştır; adaletsiz ve hatta nifaka yol açacak bir düzenleme olmuştur. Ankara 2 No.lu Barosu şimdiden gerekli sayının altına düşmüştür, İstanbul 2 No.lu Barosunun da sayıyı muhafaza edebileceği kuşkuludur. Bu kadar çaba, tartışma, hukuksuzluk, kamu yönetimi ve kurumların aylarca meşguliyeti sadece para ve zaman israfı olmuştur.

Bu Hükûmetin, bu iktidarın yirmi yıllık yol haritasına baktığımızda, planlama kurumlarını kaldırdığını görürüz. Hükûmet, devleti plansız ve keyfî bir anlayışla yönetmeyi sürdürmektedir. Hâl böyle olunca Devlet Planlama Teşkilatının disipliniyle yetişmiş liyakat sahibi maliyeciler Hükûmetle çalışamamıştır. Bunun en çarpıcı örneklerini geçtiğimiz yıllarda ibretle izledik, ekonomiden sorumlu bakanlar ve Merkez Bankası başkanları bildikleri doğrularda direnince hepsi görevden alındı. Sonuç olarak, ekonomi konusunda yeterince deneyimi ve birikimi olmayan Sayın Nebati'ye ekonominin en sorunlu dönemi maalesef teslim edilmiş oldu.

Ekonominin evrensel doğrularının tersine kuralları işletmeye çalışmak piyasaları altüst etmiştir, enflasyon kontrolden çıkmış, yokluk ve yoksulluk dayanılmaz boyutlara ulaşmıştır. Bizim liyakatsiz ekonomistlere göre dünya enflasyonla boğuşuyormuş, oysa enflasyon ABD ve Batı ülkelerinde yüzde 7 seviyesinde; savaş hâlindeki Rusya'da yüzde 17,8; Ukrayna'da yüzde 16,4'tür. Ya bizde? TÜİK verilerine göre yüzde 73,5; ENAG verilerine göre ise yüzde 161.

İkinci Dünya Savaşı sırasında sadece yüzde 96 enflasyonu görmüştü Türkiye, bugün İkinci Dünya Savaşı'ndaki şartlardan daha önde, daha yüksek enflasyonla yaşıyoruz. Peki, bu olupbitenler nedir? Dünyada ve Türkiye'de görülmeyecek ölçüdeki bu enflasyonun yani pahalılığın, yokluğun, yoksulluğun sebebi nedir? Sorumlusu kimdir?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayın sözlerinizi.

HASAN SUBAŞI (Devamla) - Herkes ve hepimiz biliyoruz ki "Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi" denilen bu sistemdir, keyfî yönetmeyi usul edinmiş otoriter liderdir, Cumhurbaşkanıdır ve sesini yükseltmeyen, görüp de görmezden gelen milletvekilleridir.

Sözlerime son verirken Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)