GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türk Ceza Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:5
Birleşim:90
Tarih:12.05.2022

İYİ PARTİ GRUBU ADINA HASAN SUBAŞI (Antalya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. 323 sıra sayılı Kanun Teklifi'nin ikinci bölümü hakkında konuşmak için partim adına söz aldım.

Görüşmekte olduğumuz teklif, toplumun giderek artan, en yakıcı sorunlarından olan kadına şiddet ve sağlıkta şiddet suçlarını önlemeye dönük caydırıcılık amacıyla özensizce düzenlenmiştir. Teklifle takdirî indirim nedenleri sınırlanıyor; tutuklamada katalog suç düzenlemesi getiriliyor; suçun kadına karşı işlenmesi nitelikli hâl kapsamına alınıyor; ısrarlı takip suç olarak TCK'de düzenleniyor, uzlaşma dışı bırakılıyor; şiddet mağduru kadınlar için avukat görevlendirilmesi yapılıyor; kasten yaralama suçunun, işkence suçunun ve tehdit suçlarının mağdurunun kadın olması hâllerinde cezaların belli oranlarda artırılması öngörülüyor; kamu hizmetlerinden yararlanma hakkının engellenmesi suçunun konusunun sağlık hizmetleri olması durumunda verilecek cezanın altıda 1 oranında artırılması öngörülüyor.

Özetle, teklifin en temel özelliği, kadına karşı şiddet suçu ile sağlıkçılara karşı işlenen şiddet suçlarında cezaların belli oranlarda artırılmasıdır. Cezalar artırılmış olsa da İnfaz Yasası'ndaki değişiklikler ve uygulamalar nedeniyle, hükümlüler hakkında şartlı tahliye ve denetimli serbestlik, cezaların ertelenmesi, hapis cezasının alternatif yaptırıma dönüştürülmesi, hükmün açıklanmasının geri bırakılması gibi alternatif çözümler nedeniyle de infazlar yapılamamakta; üstelik, kadına karşı şiddet suçlarında "cezasızlık" algısı yaratılmaktadır. Cezaların infazı mümkün olmadıkça kadına karşı şiddetle mücadelede sonuç almak son derece zordur. Kadına karşı şiddetle mücadelede caydırıcı ceza politikaları bu politikaları uygulayacak ciddi bir iradeyle, bütün kurumlarıyla bütüncül devlet politikaları uygulanmadığı sürece ve en önemlisi "toplumsal cinsiyet eşitliği" anlayışı yerleşmediği sürece yasaların değiştirilmesi, cezaların artırılması şiddetle mücadelede sonuç vermeyecektir.

Kadına karşı şiddeti önleme konusunda Avrupa Konseyi tarafından düzenlenen uluslararası sözleşme, ilk imzacısı olduğumuz ve Mecliste bütün parti gruplarının onayladığı ve toplum tarafından büyük ölçüde benimsenmiş ve memnuniyetle karşılanmış İstanbul Sözleşmesi, maalesef, 20 Mart 2021 tarihinde 3718 sayılı Karar'la, Cumhurbaşkanının tek başına iradesiyle feshedilmiş, hayati sayılabilecek uluslararası sözleşme, Anayasa'nın 90'ıncı maddesi hilafına yok sayılmıştır.

Yine, pandemi sürecinde büyük fedakârlıklarla çok ağır ve zorlu şartlarda çalışan sağlıkçılarımız için hiçbir iyileştirme yapılmazken, takdir görmez ve üstelik şiddete maruz kalırlarken, yurt dışında çözüm arayanlar için Cumhurbaşkanı tarafından "Giderlerse gitsinler." şeklinde tahkir edici ifade kullanılması toplumda ciddi rahatsızlık yaratmıştır. Siyasi sonuçları olabileceği kaygısıyla da bu 2 konu özensizce ele alınarak toplum yatıştırılmak istenmiştir; bu yasa teklifinin geliş nedeni budur.

Her zaman olduğu gibi, ilgililerin, etkin kadın kuruluşları ile sağlıkçıları temsil eden kurumların, baroların ve muhalefetin itirazları dikkate alınmadan üstünkörü bir torba yasa teklifi olarak Meclise sunulmuştur. "Üstünkörü" diyorum çünkü söz konusu olan kadına şiddet suçunun tanımı dahi yapılmadan sadece cezalar artırılarak Anayasa'nın 10'uncu maddesindeki eşitlik ilkesine de aykırı biçimde düzenleme yapılmıştır. Oysa, kadına şiddet suçu ayrımcılığa dayanan, kadın-erkek eşitliğine inanmayan erkek egemen görüşten kaynaklanan bir suçtur, bir insan hakkı ihlalidir. Adalet Komisyonundaki konuşmamda bu suçun Türk Ceza Kanunu'nda tanımlanması gerektiğini söylemiş; aksi hâlde, sadece cezaları artırıyor olmak, beklenen yararı sağlamayacağı gibi özensizlik nedeniyle kadınlara uygulanacak cezaları artırabilir demiştim. Çünkü öylesine düzenlenmiş ki kadın kadını tehdit ettiğinde ya da kavgayla yaralanmalara neden olduklarında erkeklerden daha ağır cezalara çarptırılabileceklerdir. Bunun üzerine, kanun teklifini savunan bir vekil yarı şaka ya da yarı ciddi bana cevap olarak "Kadınlar naif yaratıklardır, kavga ve tehdit onlara yakışmaz. Onlar kavga etmez." benzeri sözleriyle karşılık vermişti. Bu karşılık bile farkında olmadan söylenmiş egemen bir bakış açısını sergiliyordu. Bu bakış açısı kadının yerini, konumunu, yapması gerekeni, kendisine yakışanı yakışmayanı tanımlayan ezber kalıplarıydı. Oysa kadınların da erkekler gibi bu suçları işleyebilecekleri hepimizin malumudur. Bu suçları erkek, erkeğe karşı işlediğinde daha az ama kadın, kadına karşı işlediğinde ağırlaştırılmış cezalar söz konusu olabilecektir. Hatta bazı hâllerde beklenmeyen tutuklamalar bile karşımıza çıkabilecektir. Bu kanunun amacı tabii ki bu değildir ama hiçbir itirazın dikkate alınmaması, hazırlandığı gibi kabul edilme zorunluluğundandır; talimat o şekilde gelmiştir.

İstanbul Sözleşmesi'ndeki tanıma göre, "kadına karşı şiddet"ten kadınlara karşı bir insan hakkı ihlali ve ayrımcılık anlaşılacak ve bu terim, ister kamusal ister özel yaşamda meydana gelsin, söz konusu eylemlerde bulunma tehdidi, zorlama veya özgürlüğün rastgele bir biçimde kısıtlanması da dâhil olmak üzere, kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik zarar ve acı verilmesi sonucunu doğuracak, toplumsal cinsiyete dayalı tüm şiddet eylemleri olarak anlaşılacaktır; İstanbul Sözleşmesi bu şekilde tanımlamıştır kadına şiddet suçunu. İYİ Parti olarak bu konudaki görüşümüz "İyileştirilmiş ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem" vizyonu kitapçığımızda yazılı taahhüt altına alınmış, İstanbul Sözleşmesi'ne geri dönüleceği beyan edilmiş, kadına karşı şiddet suçu açıkça anlatılmış olup Türk Ceza Kanunu'nda "kadına karşı şiddet" adı altında yeni bir suç olarak düzenleme yapılması öngörülmüştür. İşte bu tanımlardan anlaşılacağı üzere, bu suçun bir ayrımcılıktan, eşitsizlikten, erkek egemen bir bakıştan kaynaklandığı, bir insan hakkı ihlali olduğu açıktır ve bazı çevreleri de bu rahatsız etmektedir çünkü onlara göre eşitsizlik kadının fıtratındandır.

Kanun teklifini iktidar adına sunan vekiller konuşmalarında "Merhametin giderek azaldığı, azgınlıkların ise çoğaldığı bir dünyada, Türkiye, karanlıklar içinde âdeta bir kandil misali etrafını aydınlatan, umutları yeşerten, güvenli bir belde konumundadır." demişti. Oysa OECD verilerine baktığımızda, etrafımıza kandil gibi ışık saçmak şöyle dursun, Afganistan, Sierra Leone, Zambiya, Malavi gibi ülkeler kategorisinde olduğumuz görülecektir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayın sözlerinizi.

HASAN SUBAŞI (Devamla) - OECD'ye göre, Türkiye'de her 100 kadından 38'i, Zambiya'da 42,7'si, Malavi'de 37,5'i fiziksel veya cinsel şiddete maruz kalıyor. 156 ülke arasından 133'üncü sıradayken, bunları söylemek, sorunu çözmek yerine üstünü örtmek, gizlemek ve çözümlerden uzaklaşmak anlamına geliyor. Her gün biraz daha "insan hakları" kavramından uzaklaşan ülkemiz maalesef sorunlarını da çözmekten giderek uzaklaşmaktadır.

Her torba kanun düzenlemesinden sonra olduğu gibi bu teklifin de ilerleyen zamanda tekrar Meclis gündemine geleceğini düşünüyor, sözlerime son verirken Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)