GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Nükleer Düzenleme Kanunu Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:5
Birleşim:61
Tarih:03.03.2022

İYİ PARTİ GRUBU ADINA AYHAN ALTINTAŞ (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İYİ Parti Grubu adına 314 sıra sayılı Nükleer Düzenleme Kanunu Teklifi'nin birinci bölümü üzerinde söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Konuşmama 2022 yılı başından beri gündemde olan elektrik zamlarından birkaç cümleyle bahsederek başlamak istiyorum. 31 Ocak günü yaptığım basın toplantısında meskenler için ucuz tarife eşiğinin günlük 8 kilovatsaat olmasını önermiştim. Hükûmet, nihayet evvelsi gün bu talebimize olumlu yanıt verdi. Ayrıca, elektrik bedelinden alınan KDV'nin azaltılmasına da karar verilmiş. Bunları olumlu ama yetersiz buluyoruz. KDV indirimiyle faturalarda yapılan iyileştirmeler devlet gelirlerinde azalmaya yol açacak ve sonuçta yine tüm vatandaşlara yansıyacaktır. Asıl yapılması gereken, enerjiyi bazı firmalara rant alanı yaratan bir meta olarak görmekten vazgeçmek ve enerjide dışa bağımlılığı azaltmak olmalıdır. Yurt dışından enerjiyi ithal edip yine yurt dışından alınan kredilerle oluşturulan özel sektör firmalarına fatura kestirerek bu işin içinden çıkamayız. TEDAŞ'ın özelleştirilmesiyle elektrik dağıtımının verildiği firmalar fatura kesme firmalarına dönüşmüş durumdadır. Bakın, biz elektrik özelleştirmelerini yanlış yaptık. Özelleştirme, sektörleri rekabete açmak, verimliliği arttırmak, sermayeyi tabana yaymak, teknolojik yenileme ve yatırım yapmak gibi amaçlar için yapılabilir ama devlete gelir sağlamak amaç olmamalıdır. Ülkemizde TEDAŞ'ın özelleştirilmesi söz konusu olduğunda sektördeki kayıp kaçakları önlemek, dağıtım hizmetinin kalitesini arttırmak, gerekli yatırım ve finansman konusundaki sıkıntıları azaltmak ve dağıtım sektörünü rekabete açmak gibi amaçlar öngörülmüştür.

Değerli arkadaşlar, TEDAŞ özelleştirmesinden sonra kayıp kaçak meselesinin çözümü gibi bir sonucu göremedik. Örneğin, EPDK'nin 2015 yılında Türkiye genelinde beklediği kayıp kaçak oranı yüzde 10'du ancak bu rakam yüzde 12,1 çıktı; hâlâ da yüzde 12-13 civarında. "Dağıtım kalitesi arttı." desek; Isparta'da bunun gerçekleşmediğini gördük, şubat ayında yoğun kar yağışı neticesinde Isparta'da bazı mahallelerde elektrikler kesilmişti, hem de günlerce kesilmişti. Maalesef, 70 yaşındaki bir vatandaşımızı da bu kesinti yüzünden kaybettik. Bakın, dün, 2 Martta da aynı tabloyla karşılaştık, yine Isparta'da elektrik telleri koptu. Bu mu yapılan yatırım? Bu firmalar fatura firmaları hâline geldi derken bunu kastediyorum. "Özelleştirmeler sonucu özel sektörde rekabet ortamı açılacak." desek; iktidara yakın şirketler haricinde bu ihaleleri alabilen de olmuyor maalesef.

Sayın milletvekilleri, 30 Eylül 2013 tarihinde imzalanmış olan son devir sözleşmesiyle birlikte TEDAŞ özelleştirmeleri de tamamlanmıştı. Toplam 12 milyar 914 milyon 750 bin dolar ihale bedeliyle otuz yıllık lisans hakları özel şirketlere verilmişti. Peki, sormak istiyorum, nerede bu 12,9 milyar dolar? Bununla neden bir fon kurulmadı? Bu miktar neden olası bir elektrik krizi için saklanmadı? Her akıllı ülke acil ihtiyaç için yedek akçe ya da yedek enerjiyi rezervde tutar, biz ise bu gelirlerle "IMF'ye, Afrika'ya yardım yaptık." diye övündük ama bugün geldiğimiz durum nedir? Geçtiğimiz ocak ayında sanayiye elektrik ve doğal gaz veremeyecek duruma geldik. Bunca özelleştirme sonucu yeterli yatırım olmaması, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik kriz, milyarlarca dolar paramızın hesapsızca harcanmasının sonuçları doğrudan vatandaşı etkiliyor.

Bakın, 2021-2022 Eurostat verilerine göre, bu yılların ocak ayları karşılaştırıldığında, Türkiye'de yıllık enerji enflasyonu yüzde 90. Avrupa'da enerji enflasyonu şampiyonuyuz, bu oran Avrupa'da ortalama yüzde 27. Ayrıca, Türkiye'deki elektrik fiyatları da Ocak 2021-Ocak 2022 arasında yüzde 96 artmış durumda ancak iktidar partisi bunlarla uğraşmıyor, geleceğe yatırım yapmıyor.

Değerli milletvekilleri, iktidar partisinde "Bir ülkenin enerji talebinin artması bir gelişmişlik göstergesidir." anlayışı var ancak bu anlayış artık eskidi; daha az enerjiyle daha çok üretim yapmak asıl gelişmişlik ölçüsü hâline geliyor. Onun için, öncelikle enerjiyi verimli kullanıp kullanmadığımıza bakmamız gerek.

Kanun teklifinde yer alan nükleer konusuna bakacak olursak: Sovyetler Birliği zamanında yapılan santraller dünyada eski teknolojilerle yapılan santrallerdir ve kötü yanı, bunların önemli bir kısmı bizim yakın çevremizde yer almaktadır. Örneğin; Bulgaristan'da var, Ermenistan'da var. Özellikle Ermenistan'daki Metsamor Nükleer Santrali Türkiye için çok büyük bir risk teşkil ediyor, bunun kapatılması lazım. Aslında yıllar önce kapatılma kararı da alındı, hatta Avrupa Birliği de bu amaçla Ermenistan'a bir miktar para vermeyi taahhüt etti fakat Ermenistan o parayı yeterli bulmadı, "Benim elektrik ihtiyacım var." dedi ve reaktörü ek sürelerle açık tutmaya devam etti. Süre 2016'da sona erecekken yeniden on yıl daha uzatarak 2026 yılına kadar açık tutacağını belirtti. Ermenistan'la bugünlerde başladığımız normalleşme görüşmelerinde bu konunun da mutlaka gündeme getirilmesi gerekmektedir. Bu, bölgede yaşayan tüm insanların sağlığının korunması açısından önemle üzerinde durulması gereken bir husustur.

Türkiye'de nükleer enerji santrali kurulması konusu yaklaşık yarım asırlık bir geçmişe sahip. 1981 yılında o zamanki Türkiye Elektrik Kurumundan 2 mühendisin Amerika'da, Stanford Üniversitesinde bu konuyu araştırdıklarına bizzat tanık oldum. Aradan geçen kırk bir yılda Türkiye birkaç kere nükleer enerji santrali için ihaleye çıktı ama çeşitli gerekçelerle bunları iptal etti; sonunda da Batılı devletler Türkiye'ye nükleer santral teklifi vermekten vazgeçtiler. Bu gelişmelerin sonucunda da Akkuyu Nükleer Santral anlaşmasını Ruslarla yüksek fiyatla yapmak zorunda kaldık. Bu anlaşmayla, kendi toprağımız üzerinde, teknoloji transferi de olmadan yap-işlet-sahip ol modeliyle santral kurduruyor, nükleer atıkları da kendi ülkemizde Rusların belirleyeceği koşullarda saklamak durumunda kalıyoruz. Teknoloji transferi sıfır, bu ciddi bir eksikliktir değerli arkadaşlar.

Bakın, bugün Fransa'da 56 nükleer reaktör var, elektrik üretiminin yüzde 70'ini bu santrallerden sağlayan Fransa, enerji alanında millî politikalar izlemektedir ve ulusal kaynaklarla buralara elektrik santrali yatırımı yapmaktadır. Nükleer teknolojiye sahip olmak, ülkenizin içerisinde yabancı bir devletin nükleer faaliyet gerçekleştirmesi, teknik kısmına tamamen onların hükmetmesiyle olmaz. "Know-how" önemlidir, teknolojik bilgi ve tecrübe önemlidir. Teknolojik bilgi edinmek için gereken eğitime de yeterli önem vermemiz şart iken durumumuza bir bakalım: Bakın, bugün sadece 2 üniversitemizde nükleer enerji mühendisliği bölümü var; Hacettepe ve Sinop Üniversiteleri. Hacettepe Üniversitesi 62 öğrenci alıyor ve KKTC uyruklu öğrenciler için açtığı 2 kişilik kontenjan ise boş kalmış durumda. Sinop Üniversitesinin ise 31 kişilik kontenjanından 10'u dolmuş yalnızca. Daha önce, Akkuyu için ilk anlaşma imzalandıktan sonra Rusya'ya bu alanda eğitim alsın diye öğrenci gönderilmişti ancak onlar da Rus uçağının düşürülmesi sonucu çıkan krizle geri döndüler. Daha sonra gidenler oldu ama bu eğitimleri alan öğrencilerin sayısı daha da artmalı. Bu iş ciddiye alınmalı, aksi hâlde teknoloji transferini nasıl yapacağız? Denetimi nasıl yapacağız? İşten anlamayan kişilerle mi denetim yapacağız? Ayrıca, denetim elemanları denetime geldiği zaman içeriye girecekler, bütün kapılar açılacak mı sanıyoruz? Değerli arkadaşlar, buralar kritik yerler. Daha santrale girmeden bir güvenlik eğitimi veriliyor, güvenlik gerekçesiyle ancak o eğitimden sonra içeri alınabiliyorsunuz. Dolayısıyla, teknik denetimcinin nükleer santrale girmesi, istediği zaman istediği kapıyı açtırması gerçekçi değil. Bu işi yapacak kişilerin işten anlaması lazım. Bu denetmenlerin teknik donanımlarının en üst seviyede olması, en kilit noktaları bilmesi, doğru noktalara eğilebilmesi lazım. O yetkinlikte insanlar yetiştirilmeli, eğitilmeli.

NÜTED Anonim Şirketi meselesine de değinmek istiyorum. Bu şirkete neden ihtiyaç duyuluyor? Belli ki Türkiye'de devlet kurumlarının maaşları nitelikli mühendis ve teknik eleman çalıştırılmasına yetmiyor. Nitelikli personel çalıştırmak için böyle yöntemler aranıyor. Bu da çok övünebileceğimiz bir durum değil maalesef.

Değerli milletvekilleri, son bir haftada oluşan hadiselere dayanarak Rusya'nın önümüzdeki dönemde bu santrali tamamlayacak ekonomik güce sahip olabileceğini düşünmüyorum. Amerika ve Avrupa'nın uygulamaya koyduğu ambargolar Akkuyu Santrali'ni de etkileyecektir. Kaldı ki Akkuyu Nükleer Güç Santrali'nde sadece Rus firma değil, onlarla iş birliği yapan Avrupalı şirketler de var. Özellikle Putin'in nükleer silah seçeneğini masaya koymasının bir sonucu olarak Batılı ülkelerin de nükleer teknolojilerin yaygınlaştırılmasına daha da karşı olacaklarını düşünüyorum. İktidarınızın zikzaklı dış politikası bu durumu daha da zorlaştıracaktır. Bir gün Lozan'ı tartışmaya açıyorsunuz, bir başka gün "Montrö ne kazandırdı ne kaybettirdi, bunu hiç düşündünüz mü?" diye soruyorsunuz, sonra da gelip Montrö'ye sığınıyorsunuz. "Avrupa Birliği hedefimizdir." dedikten sonra kalkıp Putin'e "Bizi Şanghay Beşlisi içine alın, biz de AB'ye 'Allah'a ısmarladık.' diyelim, ayrılalım oradan." diyorsunuz. Türkiye istikrarlı ve güven veren bir dış politika izlemelidir. Bu zikzak politikalarıyla güven veremeyiz.

Değerli arkadaşlar, bizce birinci bölümde en sorunlu husus 9'uncu maddede yer alıyor. Bu maddeyle radyoaktif atıklar ve kullanılmış yakıtlar hususunda genel ilkeler ve esaslar düzenleniyor. Bu düzenlemeyle, egemenlik alanımız dışında yürütülen bir faaliyet esnasında ortaya çıkan radyoaktif atıkların ülkemize girişi yasaklanmış görünüyor ancak bunun istisnaları da bu maddede kaleme alınmış. Bakın, bir istisna olarak maddenin (2)'nci fıkrasında "Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde üretilmiş ve kullanım süresi dolduğunda menşe ülkeye iade şartı ile ihraç edilmiş radyasyon kaynaklarına, radyoaktif atıkların transit geçişine ve doğal radyoaktif maddelerin bulaşmış olduğu malzemenin ithalatına birinci fıkra hükmü uygulanmaz." denilmektedir. Bu ifadeden anladığımız şudur: Maddeye göre, örneğin Türkiye'de uranyumu ürettiniz, bu uranyumu ihraç ettiniz, başka bir ülke kullandı, ondan sonra atıklarını da geri alacağız. Kanunda denildiği gibi, menşe ülkeye geri göndermek şartıyla ihraç edilmişse geri alacağız. Bu çok tehlikeli bir durumdur. Uranyumu ihraç edeceğiz de atığını neden kabul ediyoruz? Satabilmek için mi gerekiyor bu koşul? Neden ülkemizi sömürge konumuna sokuyorsunuz? Bunu nasıl kabul edebiliyorsunuz?

Bakın, 2007 yılında İzmir Gaziemir'de kurşun fabrikası arazisine gömülü, 100 tonluk nükleer reaktörlerde kullanılan radyoaktif çubuklar tespit edilmişti. Bizde nükleer reaktör olmadığına göre, yurt dışındaki bir reaktöre ait olması gereken bu nükleer çubuklar nereden geldi, hangi izinle getirildi bilmiyoruz. Ülkemizi nükleer çöplük hâline getiren bu konuyla ilgili, en son, bir gazete haberindeki bilgilere göre, buradaki radyasyon miktarı normalin 7.200 katı. Bu riskleri almaya değer mi? İleride de ülkemizin çeşitli yerlerinden böyle nükleer çöplerin çıkmasına razı olabiliyor muyuz?

Ayrıca, yine, 9'uncu maddede geçen, radyoaktif atıkların transit geçişine izin verilmesi de teklif metninden çıkarılması gereken bir maddedir çünkü radyoaktif atıkların transit geçişi de kamu güvenliği açısından büyük risk teşkil etmektedir. Bu nedenle önceliğimizin yenilenebilir enerji kapasitemizi kullanmaya yönelik olması ve bu konularda teknolojik yatırımlara öncelik verilmesi dileğiyle Genel Kurulu saygılarımla selamlıyorum. (İYİ Parti ve CHP sıralarından alkışlar)