| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Ruanda Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Güvenlik İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 57 |
| Tarih: | 23.02.2022 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA HASAN SUBAŞI (Antalya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
187 sıra sayılı Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Ruanda Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Güvenlik İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi üzerinde konuşmak üzere partim adına söz aldım.
Görüşülmekte olan uluslararası anlaşmalara partimiz olarak bir itirazımız olmadığı gibi, hangi kıtada ve hangi mesafede olursa olsun ticari faaliyetleri geliştirmeye ve güvenlik tedbirlerini almaya dönük anlaşmaları olumlu buluyoruz.
Anayasa'mızın 90'ıncı maddesine göre usulüne uygun yürürlüğe konulmuş milletlerarası anlaşmalar kanunla eş değer sayılmaktadır. Ayrıca 2004 yılında Hükûmetin, Anayasa'nın 90'ıncı maddesine ek olarak yaptığı düzenlemeyle, uluslararası anlaşmanın, temel hak ve özgürlüklere ilişkin olması hâlinde yasaların üstünde, üst norm sayılacağı hükme bağlanmıştır.
Konumuz uluslararası sözleşmeler olunca kadına yönelik şiddeti önlemeye dönük İstanbul Sözleşmesi ilk akla gelen oluyor. 11 Mayıs 2011'de İstanbul'da imzaya açılmış olan sözleşmeye ilk imzayı atan, parlamentosunda ilk onaylayan ülke olmamıza rağmen usulüne uygun yürürlüğe girmiş İstanbul Sözleşmesi 20 Mart 2021 tarihinde Cumhurbaşkanı kararıyla Türkiye bakımından feshedilmişti. Yakın zamanda yaşadığımız bu örnekte, önemli bir uluslararası sözleşme, Anayasa'mıza göre, bırakın üst norm olma niteliğini, kanunla eş değer sayılsa bile Cumhurbaşkanı kararıyla yok sayılamaz, yine ancak Meclis onayıyla çekilmek mümkün olur. Kaldı ki kadına yönelik şiddetin önlenmesine ilişkin olması nedeniyle temel insan haklarıyla ilintilidir ve üst norm sayılması gerekir. Bu sadece kadına yönelik bir haksızlık değil, ciddi bir insan hakkı ihlali niteliğindedir. Bunun bize gösterdiği, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin gün geçtikçe otoriterleşmesinin ciddi boyutlara ulaştığının görüntüsüdür, rejimin ciddi bir sorun hâline geldiğinin açık bir örneğidir. Türkiye Büyük Millet Meclisini dikkate almayan rejimin halkın kendisini dikkate aldığından söz edemeyiz. Bir pandemi felaketi yaşanırken yaraları sarmak yerine, yüzde 100'ü aşan elektrik, doğal gaz, mazot ve benzin zamlarını peş peşe sıralamak, tarım üretiminin en önemli girdisi gübre fiyatlarını 3-5 kat artırmak demokratik ve sosyal bir devlet anlayışında söz konusu olamaz.
Ülke nüfusunun neredeyse dörtte 1'inin yaşadığı İstanbul'un başta deprem ve trafik yükü gibi yaşamsal sorunları varken Kanal İstanbul gibi nereye varacağı belirsiz, tartışılmamış, bilimsellikten uzak ve İstanbul'a belirsiz bir ilave yük ve sorun taşıyacak bir projede ısrar etmek yine otoriterleşmenin, halktan kopmanın sonucudur. Ekonomi gibi kırılgan ve dünyayla entegre bir yapıda inatla "Faiz sebep, enflasyon sonuç." diyerek halkı üç beş ayda büyük bir fakirleşme ve yoksulluğa terk etmek ciddi sorunlu bir rejimi tarif etmektedir.
Ormanlarımız, yaşam alanlarımız. ÇED gerekmediği için ilk başta 25 hektarın altında taş ocağı izni alarak faaliyete geçen işletmeler sadece Antalya'da değil, yurdun birçok yerinde ormanları ve kırsal yaşam alanlarını, tarım, hayvancılık, arıcılık ve en önemlisi insan sağlığını etkileyerek yaşanabilir çevreleri yaşanmaz hâle getirmeye devam ediyor. Bölgemizde en son Korkuteli Dereköy'de kömür ocağı ile Manavgat Beşkonak Köprülü Kanyon Kırkkavak mevkisinde taş ocağı için yöre halkı direnmektedir. Bu insanlar Anayasa'nın 56'ncı maddesine göre sağlıklı bir çevrede yaşamak hakkına sahiptir. Öncelikle bunu sağlamak, korumak devletin görevidir. Anayasa'ya göre halka da görev verilmişse de bu uğurda mücadele eden birçok yurttaş maalesef gözaltına alınmakta, hatta tutuklanmaktadır. Elmalı'da Alevilerce kutsal sayılan Dur Dağı örneğinden geçmiş yıllarda söz etmiş, Tekke köyünde onlarca insanın, yurttaşımızın tutuklandığından bahsetmiştim. Yine 2017 yılında Finike'de ormanları korumak için 2 çevre dostu arkadaşımızın katledildiğinden de söz etmiştim. Beşkonak Kırkkavak Mahallesi çevresindeki orman, Manavgat yangınından bölge sakinlerinin yoğun çabası sonucu korunmuş ender ormanlık alanlarımızdan biridir. Bugün, şimdi, taş ocağıyla, bu, yangından korunmuş alan daha tehlikeli bir tehdit altındadır maalesef. "Taş ocakları yapılmasın." demiyoruz ama su kaynakları, meskûn alanlar -endemik bitki türleri- ve ormanlık alanlar, arıcılık, tarım ve hayvancılık yapılan alanlarda hiç durmaksızın devam etmektedir. Oysa uygun alanlar yerel yönetimlerin de onayıyla saptanabilir; en azından, 25 hektardan az olan alanlarda ÇED'den kurtarmak için izin alıp sonradan genişletme hilesinin önüne geçmek için her hâlükârda ÇED zorunlu olmalıdır.
Rejimin otoriterliğinden söz etmişken, Karadeniz komşumuz Rusya'dan ve gelişmelerden de kısaca söz etmek isterim. Sınır komşusu Ukrayna toprağı Kırım'ı 2014'te ilhak etmişti. Nihayet, geçtiğimiz günlerde uluslararası Minsk Anlaşması'nı tek taraflı yok sayarak yine Ukrayna sınırları içinde Donbas bölgesini ilhak etmek üzeredir. Otoriter bir rejim maalesef, sınır komşusu olup olmadığına bakmaksızın egosunu tatmin ile güç gösterilerini komşularına, diğer devletlere, hatta halkına gösterme çabasından vazgeçmezler, ortak aklı yeterince kullanmadıkları için yarattıkları tehlike ve tehditleri umursamazlar, farkına da varmazlar. İkinci Dünya Savaşı'nda otoriter rejimler dünyanın felaketine neden olmuş, savaş 65 milyon insanın ölümüyle sonuçlanmıştı. Sonrasındaki gelişmeler otoriter rejimleri sonlandırmış, Avrupa demokrasiye sarılmış, insan hakları kavramı ön plana çıkmıştı.
Bugün, yine, maalesef hem çevremizde hem de bizzat kendimizde örneklerini gördüğümüz otoriterleşmenin ne komşularımıza ne halkımıza ne de yönetenlere hiçbir fayda sağlamayacağı tarihin örnekleriyle ortadadır. Nasıl ki Afrika'nın en ücra noktalarında iş birliği arıyorsak öncelikle kendi coğrafyamızda komşularımızla iyi ilişkiler kurma, ticari ve ekonomik faaliyeti geliştirme becerisini ortaya koymalıyız.
Sayın Genel Başkanımızın ifade ettiği gibi "Demokratik, güçlendirilmiş bir parlamenter rejim, ortak aklı arama, yine de toplumların gelişmesi, dünya barışının sağlanması için en doğru çözümdür." diyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)