| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Ruanda Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Güvenlik İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 57 |
| Tarih: | 23.02.2022 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA AYHAN ALTINTAŞ (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 187 sıra sayılı Güvenlik İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi üzerine söz almış bulunuyorum. Genel Kurulumuzu ve aziz milletimizi saygıyla selamlıyorum.
Ruanda Cumhuriyeti'yle yapılan bu anlaşmanın onaylanmasını destekliyoruz ancak belirtmek isterim ki bu anlaşma yapılalı yedi yıl olmuş, iki senedir de Mecliste bekliyormuş. Bu sürelerin daha da kısaltılması gerektiğini vurgulayarak konuşmama başlamak istiyorum.
Değerli milletvekilleri, ülkelerin coğrafi konumları, komşu ülkelerle olan tarihsel, ekonomik ve sosyolojik ilişkileri veya bölgedeki demografik hareketler, ülkelerin bağımsızlığı ve bekası için tartışılmaz derecede önemli etkenlerdir. Ülkelerin hayatta kalabilmeleri için varlıklarını güvenceye alacak güçlü ve etkili savunma imkânlarına sahip olmaları elzemdir. Bu amaçla her devlet tarih boyunca savunma harcaması yapmak durumunda kalmıştır. Güçlü savunma sanayisine ve dolayısıyla güçlü orduya sahip olan ülkeler, uluslararası alanda taktiksel ve stratejik kararların alınmasında ve olası tehditlere karşı caydırıcı bir güç ortaya konulmasında etkin olmaktadırlar. Bu sabahki grup toplantımızda Genel Başkanımız Sayın Meral Akşener de caydırıcılığın uluslararası ilişkilerdeki öneminden bahsettiler.
Ülkemizin içinde bulunduğu tarihsel, coğrafik ve jeopolitik koşullar da caydırıcılığı sağlayabilecek güçlü bir silahlı kuvvetler ihtiyacını ortaya çıkarmaktadır. Bu ihtiyacı tespit eden Mustafa Kemal Atatürk ve cumhuriyetimizin kurucuları için savunma sanayisinin geliştirilmesi önemli hedeflerden biri olmuştur. 1920'lerden başlanarak tank bakımı ve yenileme tesisi, helikopter montaj ve bakım tesisi, çeşitli tamir ve bakım atölyeleri, Gölcük Tersanesi, Taşkızak Tersanesi ve hava ikmal bakım tesisleri kurulmuştur. Ayrıca, hafif silah ve top tamir atölyeleri, fişek fabrikaları, mühimmat fabrikaları, çeşitli patlayıcı tesisleri, top ve tüfek üretim tesislerinin kuruluşları gerçekleştirilmiştir. Daha sonra Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumuna dönüşecek olan Askerî Fabrikalar Genel Müdürlüğü de kurulmuştur. 1952'de Türkiye'nin NATO üyeliğiyle birlikte cumhuriyetin kuruluşundaki atılımlar hız kesmiş, NATO'nun askerî silah, araç ve gereç yardımı Türkiye'yi aynı zamanda rehavete sürüklemiştir. Bu durgunluk ve rehavet dönemi 1963 Kıbrıs olaylarının başlaması ve 1974 Kıbrıs Harekâtı'na kadar sürmüştür. 1970'lerin başında Türk Silahlı Kuvvetlerini destekleme vakıflarının kurulmasıyla yerli savunma sanayisi hamleleri başlatılmıştır. Hava Kuvvetleri Vakfı 1970'lerde yerli uçak üretmek üzere Türk Uçak Sanayiini yani TUSAŞ'ı, Kara Kuvvetleri Vakfı da 1975'te ASELSAN'ı kurmuştur. Üç yıl önce işletme hakkı devriyle gündeme gelen Adapazarı Tank Palet Fabrikası 1973 yılında Palet Yenileme Atölyesi olarak hizmete girmiştir. ROKETSAN'ın kuruluşu ise 1980'lerin sonlarına doğru gerçekleştirilmiştir.
Ulusal sanayinin büyümesinin de etkisiyle savunma sanayisindeki gelişmeler hızlanmıştır. AK PARTİ'nin iktidara geldiği 2002 yılında savunma sanayimiz yaklaşık 1 milyar dolar büyüklüğe sahipken 2015 yılında bu rakam yaklaşık 5 milyar dolar civarına ulaşmış, 2020 yılında da 8 milyar doların üzerine çıkmıştır. Bu rakamlara bakarak 5 ila 8 kat büyüme olduğunu söyleyip övünebiliriz ancak rakamlara daha dikkatli bakarsak ne görmekteyiz? 2002 yılında savunma sektörünün tüm sanayi içerisindeki payı yüzde 1,83 iken 2015 yılında bu pay yüzde 2,04 olmuştur yani nominal rakamlar 5 kat artış gösteriyorken, tüm sanayi üretimiyle kıyaslanırsa büyüme yüzde 10 civarında kalmaktadır. Günümüzde savunma sanayisi üretimimiz yaklaşık 8-9 milyar dolar, ihracatımız da 2,5 milyar dolar civarında ancak ithalatımız da bu civardadır yani ihracatla ancak ithalatı dengeleyebiliyoruz. Bu sektörde yapılan yıllık kâr 2 milyar dolar civarında. Bizim, Ruslardan satın alıp dört yıldır hangarda beklettiğimiz S-400'lerin maliyeti bu sektörün bir yıllık kârının ötesinde.
Türkiye, İHA ve SİHA konusunda son yıllarda önemli başarılara imza attı; emeği geçenleri tebrik ediyoruz ancak basında ve medyada pompalandığı gibi İHA ve SİHA'lar elimizde var diye "Dünyada savunma alanında lider ülkeler sınıfındayız." yanılgısına da düşmemeliyiz. Öyle olsaydı, bizden satın aldıkları İHA ve SİHA'larla Ukrayna'nın Rusya'dan korkmaması, Batılı ülkelerden yardım beklememesi gerekirdi. Kısacası, önemli işler başardık ama hâlâ dünyada savunma sanayisi alanında ilk 10 ülke arasında değiliz, daha gidecek çok yolumuz var. Unutmayalım ki üç yıl önce Katar'dan teknoloji transferine ihtiyaç duyduğumuzu ilan ederek Türk Silahlı Kuvvetlerinin Tank Palet Fabrikasının işletme hakkını devretmek durumunda kaldık. Sonuçta hem başarı hem de eksiklikleri gören bir bakışa ihtiyacımız var.
Sermayenin kıt olduğu, kamu yatırımlarının imtiyaz yarattığı inancının yaygın olduğu ülkemizde özel sektör girişimcileri dünyada on-on iki yıl olan yatırımın geri dönme süresinin üç-dört yıl olmasını bekliyorlar. Bu da rakamların abartılmasına yol açıyor. Savunma sanayisi de özel sektörün devletten kolay para kazanma aracına dönüşmesine imkân sağlayan bir anlayışa evrilmemelidir. Çözüm ortağı, "start-up" ve alt yüklenici kavramlarının net tanımlarının yapıldığı modeller esas alınmalıdır.
Öncelikle tehditleri ve hedefleri belirlemeli, sonra ihtiyaçları ortaya çıkarmalıyız. S-400'ler satın alınırken hangi tehdit değerlendirilmesi esas alındı, bilemiyoruz. 15 Temmuz alçak darbe girişimi sürecinde tepemize bomba yağdıran uçaklarımızın NATO uçağı olmasından hareketle NATO'yu bir tehdit gibi mi algıladık, bilemiyoruz. Rusya'yla yapılan çok büyük ölçekli bu sözleşmede teknoloji transferinin neden yer almadığını da sorgulamalıyız. Bu sistemi çalıştırdığımızda NATO sistemlerine sahip kendi uçaklarımız da tehdit olarak mı görülecek? Rus teknisyenler olmadan bu sistemi kurup işletebilecek kabiliyete sahip miyiz? Elimizdeki insan kaynağı bu amacı yerine getirebilecek mi? Bu gibi soruların yanıtlarını bilmiyoruz.
Son yıllarda, sağlık alanında olduğu gibi, savunma alanında da uzmanlarımızı, mühendislerimizi, teknisyenlerimizi, maalesef, beyin göçü yoluyla kaybediyoruz. Yapmamız gereken en önemli işlerden biri bu değerli insan kaynağına sahip çıkmamızdır. Bu yetişmiş insan kaynağının kaybedilmesine yol açan nedenleri tespit edip düzeltmeliyiz. Savunma sanayisinin yüksek teknoloji içeriği nicelik değil, nitelik temelli insan kaynağı değerlendirmesi yapmayı şart kılıyor.
Genel Kurulu saygılarımla selamlıyorum. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)