| Konu: | 2022 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2020 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 4'üncü Tur Görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 32 |
| Tarih: | 10.12.2021 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA HASAN SUBAŞI (Antalya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Şehitlerimizi rahmetle anarak başlamak istiyorum. Onlara minnetlerimizi sunuyorum.
Görüşmeler sırasında insan haklarıyla ilgili çokça konuşma oldu, hatta İnsan Hakları Sözleşmesi'ne, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine olumsuz görüşler de serdedildi. Ben de 10 Aralık tarihi itibarıyla İnsan Hakları Günü'nü kutluyorum. Konuşmamda da sıkça insan haklarından bahsedeceğim ama benim kendi görüşlerimden ziyade AK PARTİ Hükûmetinin en ustalık dönemi olan 2018'den bu yana reform, hukuk reformu, adalet ve insan hakları sözlerine yer vereceğim. İkinci olarak da AK PARTİ Hükûmetinin 2002 acemilik döneminde, parlamenter sistemle idare edildiği acemilik döneminde "insan hakları" ve "hukuk reformu" sözlerinin mukayesesini yapmaya çalışacağım.
Sayın Başkan, Adalet Bakanlığının 2022 yılı bütçesi üzerine partim adına söz almış bulunuyorum.
Sayın Bakanım, Komisyonda, bütçe konuşmanızın ilk bölümünde, en başta 3 konuyu vurgulamıştınız. Birincisi, hukuk devleti ve yargı bağımsızlığına; ikincisi, yargı reformlarını yapma irade kararlılığına; üçüncü olarak da yeni ve sivil bir anayasa gerekliliğine vurgu yapmıştınız. Birinci bölüm konuşmanız özetle şu cümlelerle başlamıştı: "Günümüz hukuk düzenlerinin görevi, insan haklarına dayanan bir kurallar sistemi oluşturmaktır. Hak ve özgürlükler lütufla doğmadığı gibi, bir lütuf olarak da korunamaz. İnsan olmak nedeniyle sahip olunan haklar, hukuk devletinin varlık sebebidir. Yargının yegâne ideolojisi vardır, o da adalettir; emir alacağı tek yer vardır, anayasadır, hukuktur, kanundur. Bu konu bizim için bütün meselelerin üzerindedir, temel hassasiyetimizdir. Bu hassasiyetle yargının bağımsızlığına ve tarafsızlığına büyük önem veriyoruz çünkü ancak bağımsız ve tarafsız bir yargı millet adına karar verebilir. Yargı ele geçirilebilecek bir mevzi değil, asla el değmeyecek bir mercidir." Gerçekten öyle mi Sayın Bakan? Sizin iyi niyetinize inanıyoruz ama "Hukuk ardından gelsin." diyen İçişleri Bakanı inanıyor mu? Yargıya ayar vermekten hiç vazgeçmeyen Cumhurbaşkanı inanıyor mu?
Sayın Bakan, reform çalışmalarını, ilk defa, 26 Aralık 2018 tarihinde Adalet Komisyonu üyeleriyle yapılan toplantıda duyurmuştunuz. "Yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığının güçlendirilmesi gerektiğini, ayrıca İnsan Hakları Mahkemesiyle uyumda sorunlar yaşandığını, yargıya güvenin azaldığını..." söylemiş ve birçok konuyu elen alan bir reform paketi hazırlığı hakkında Komisyon üyelerine bilgi vermiştiniz. Ardından Cumhurbaşkanının 2019 yılının Mayıs ayında Yargı Reformu Strateji Belgesi ve 2021 Mart ayında da İnsan Hakları Eylem Planı'yla yargı reformları süreci başlamış oldu. Bugüne kadar 5 yargı reform paketi çıkarıldı ve hiçbirinin reform niteliğinde olmadığı da pekâlâ bilinmektedir, sadece günün ihtiyaçlarına göre özensizce düzenlenmiş revizyonlardır. Yargıdaki yıpranma süreci fazlasıyla sürmektedir.
Basın ve ifade özgürlüğü için çıkarılan birinci reform paketinden hemen sonra birçok gazetecinin topluca tutuklandığı hatırlardadır. Gazeteci Müyesser Yıldız'ın neden savunma yapamaya gerek duymadığına ilişkin sözleri de unutulmamıştır. İkinci yargı reformu paketi çıkarıldıktan sonra çoklu baro düzenlemesine karşı çıkan baro başkanlarının toplantı ve gösteri hakkı engellenerek yürüyüşlerine engel olunmuştu. Üçüncü ve dördüncü yargı reformu paketlerinden sonra Türkiye'de ilk defa mahkemelerin "AYM ve AİHM kararlarını tanımıyorum." dediklerine şahit olunmuştu. Bunlar hukuk devletini terk etmenin işaretleriydi.
Yine, o tarihlerde "Kadına şiddete sıfır tolerans." denirken, Cumhurbaşkanınca Meclis kararı yok sayılarak tek başına, iradesiyle İstanbul Sözleşmesi'nden çıkmıştık.
Yine, Cumhurbaşkanı tarafından Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını tanımayan hâkim ve savcılar terfi ettirilmişti. Beşinci yargı reformu paketi ise borçlu ve yoksullaşan toplumun icra ve iflas dairelerinde 30 milyonu aşan icra ve iflas dosyaları nedeniyle çalışamaz hâle gelen icra ve iflas dairelerini çoğaltmak ve yeniden düzenlemek ihtiyacından gerçekleştirilmiştir. O da reform değil, özensizce hazırlanmış bir revizyondan ibarettir.
Cumhurbaşkanlığı başkanlık sisteminin başladığı tarihten bu yana sürekli Avrupa İnsan Hakları Mahkemesiyle ilgili uyum sağlamak adına yapılan reformlar ve insan hakları, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının en çok tekrarlandığı bu sürecin sonunda geldiğimiz noktada Avrupa Konseyi Türkiye'yi Konseyden çıkarma sürecini başlatmış oldu.
Sayın Bakanım, sunumunuzun üçüncü bölümünde yeni ve sivil anayasa ihtiyacını vurgulayarak şöyle seslendiniz: "Bütün reform adımlarımızın ufkunda daha demokratik bir Türkiye vardır. Bu yüzdendir ki mevcut Anayasa reform irademize dar gelmektedir. Sadece reform irademiz değil, demokrasi tecrübemiz, Meclisimizin tarihi ve milletimizin iradesi de bu Anayasa'ya sığmamaktadır." Devam ediyorsunuz: "Yeni anayasa tüm demokratik kazanımlarımızın sökülmez mührü olacaktır." Acaba sizin döneminizde 12 kez değişiklikle 177 maddesinin 134 hükmünü değiştirdiğiniz Anayasa'ya gerçekten özgürlükleri sığdıramıyor muyuz; dar mı geliyor, yoksa çok mu bol geliyor? İktidarın eylemlerine bakarsak anayasal hak ve özgürlüklerin kullanılmasından büyük rahatsızlık duyulduğu göze çarpıyor. En çok cezaevlerine yatırım yapan ve buna rağmen Avrupa'da doluluk oranı yüzde 100'ün üzerinde olan tek ülkeyiz. Belli ki yeni anayasa, bu rejimin kökleşmesi için sökülmez mührü olsun diye Cumhurbaşkanınca isteniyor. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminde hukuk adına neler söylendi, neler yapıldı ve nereye geldik; bir hatırlatmak istemiştim.
Şimdi de iktidarınızın ilk yıllarını yani "acemilik dönemi" diye adlandırdığınız, parlamenter sistemi yaşadığınız yılları hatırlatmak istiyorum. 2002-2007 yılları arasındaki döneminizde size Batı dünyası, komşu ülkeler ve sermaye, büyük oranda güven duymuştu. Güçlü bir kadro ve ortak akla saygılı bir görüntü sergilediniz. Sistemin adı "eksikleri olan parlamenter sistem"di.
İktidarınızın 2002 yılı seçim beyannamesini unutmuş olabilirsiniz, hatırlatmak isterim. Şöyle diyorsunuz: "Ülkeyi düze çıkaracak bir siyasi iradeye ihtiyaç vardır, AK PARTİ işte bu iradeyi temsil etmektedir. AK PARTİ demokrattır, AK PARTİ muhafazakârdır, AK PARTİ yenilikçi ve çağdaştır. Partimiz, ülkemizin Avrupa Birliğine tam üyeliğini, modernleşme sürecimizin doğal sonucu olarak görmektedir. AB kriterlerinin ekonomik ve siyasi hükümlerinin hayata geçirilmesi, devlet ve toplum olarak birlikte çağdaşlaşmamız yönünde atılacak önemli bir adımdır. Demokratik rejimlerde siyasi iktidarların ve bürokratik yapıların temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasına müdahale edemeyeceğini, uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerin eksiksiz olarak hayata geçirilmesini savunan partimiz, temel hak ve özgürlükleri, ülkemizin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerde, özellikle Kopenhag Kriterlerinde belirtilen seviyeye yükseltmek için Anayasa ve yasalarda gerekli değişikliği yapacaktır." Yaptınız da ama bugün uluslararası sözleşmelerin uygulanmasını öngören Anayasa'ya kendi koyduğunuz hükme uymuyorsunuz. Devam ediyorsunuz "Partimiz hukuk devleti ilkelerini hayata geçirecek, bireyleri devlete ve örgütlü güçlere karşı koruyacak, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin getirdiği ilke ve standartlarda temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınmasını sağlayacaktır." diyorsunuz. Evet, AK PARTİ'nin bu beyanı, kadrosu ve güven veren hukuk söylemleri, yaklaşımları, hukuka saygılı görüntüsü başta Batı olmak üzere, dünyayı ve global sermayeyi etkilemişti.
2002-2004 yılları arasında AB'ye uyum kapsamında 8 uyum paketi, 2001 ve 2004 yıllarında da 2 Anayasa paketi TBMM'de kabul edilmişti. 17 Aralık 2004 tarihli Brüksel Zirve'sinde Türkiye-AB ilişkilerinde bir dönüm noktası daha yaşanmış ve zirvede Türkiye'nin siyasi kriterleri yeterli ölçüde karşıladığı belirtilerek 3 Ekim 2005'te tam üyelik müzakerelerine başlanması kararı alınmıştı. 2006-2010 yılları arasında 13 fasıl müzakereye açılmıştı. Bu yıllarda Türkiye'ye duyulan güven 71,5 milyar dolar yatırımın Türkiye'ye gelmesini sağlamış, ciddi ve olumlu ekonomik gelişmeler yaşanmıştı.
2010 kalfalık yıllarınızda ilişkiler duraklamış, ustalık dönemiyle gerilemiş, 2018 Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle de hem Batı dünyası hem komşularla ilişkiler neredeyse kopma noktasına gelmiştir. Dünya bunun nedenini pekâlâ bilmektedir çünkü hukuk ve adalet rafa kalktı, yargı bağımsızlığı, tarafsızlığı büyük ölçüde yara aldı. Hükûmet kurulduğunda ekonominin başına Cumhurbaşkanının en yakınının gelmesiyle, dünya bunu, haklı olarak, tek adama bağlı, denetlenmek istemeyen bir ekonomik model olarak algıladı. Bu güvensizlik TL'de değer kaybı ve enflasyona neden olmuş, sermaye kaçmıştı.
Son günlerde Cumhurbaşkanının bizzat kendisini kitabını yazacak derecede ekonomide yetkin ilan etmesi ise bardağı taşıran son damlaydı. Merkez Bankasının bağımsızlığını tanımaması, her alanda kendisini tek sorumlu ve yetkili görmesi her alanda çöküşün başlangıcı oldu. Yargı, yasama, hatta yürütme ve devlet bürokrasisi de tümüyle etkisiz ve işlevsiz kaldı; çok büyük tahribat da ekonomide ve Türk parasında yaşandı.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Subaşı.
HASAN SUBAŞI (Devamla) - Neredeyse devletle iş tutan yandaş KÖİ müteahhitleri ve belli bir azınlık dışında toplumun her kesimi büyük ölçüde etkilendi, toplumun yarıdan fazlası yoksulluk ve açlık sınırının altında yaşamını sürdürüyor. Sanıyorum, en ustalık döneminiz olan Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle acemilik döneminizi vaktim yettiğince mukayeseli ortaya koymaya çalıştım.
Sözlerime son verirken bütçenin hayırlı olmasını diliyorum.
Sayın Genel Başkanımız Meral Akşener'in çağrısını yinelemek ve "erken seçim" diyerek sözlerimi sonlandırmak istiyorum.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)