GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2022 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2020 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 2'nci Tur Görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:5
Birleşim:30
Tarih:08.12.2021

İYİ PARTİ GRUBU ADINA AYHAN ALTINTAŞ (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı bütçesi üzerinde İYİ Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Sayın Bakanımı da kız evladı olması nedeniyle tebrik ediyorum, hayırlı uğurlu olsun; bahtı açık olsun diyorum.

Konuşmama AK PARTİ'nin parti programından bir alıntıyla başlamak istiyorum: "Ekonomik büyüme ancak üretim artışıyla sağlanır. Devlet, üretim için gerekli altyapıyı sağlar ve üretimi özendirir." AK PARTİ'nin görüşüne göre, uluslararası rekabet gücüne sahip bir üretim gerekli yani teknolojiyle bütünleşik, modern bir sanayi olmazsa olmaz; ekonomi de ancak üretimi artırarak büyür. Sonra, yine, aynı program metni şöyle devam ediyor: "Üretimin motoru olan özel girişimciler, siyasi ve ekonomik istikrarın bulunduğu; ilkelerin belirli, güvenilir ve şeffaf olduğu; sözleşmelerin yaptırım gücünün yüksek olduğu; enflasyon, döviz kuru ve faiz oranları dâhil tüm makroekonomik göstergelerin öngörülebildiği ve ekonomik hesap yapmayı mümkün kılan bir ekonomik ortamda yatırım yaparlar." Yani kısaca, AK PARTİ'ye göre, enflasyonun, döviz kurunun ve faiz oranlarının belirsizliği girişimcilerin yatırım yapması açısından olumsuz bir zemin yaratır. Girişimcilerin yatırım için öngörülebilir ortam aradıklarını söyleyen AK PARTİ'liler siyasi ve ekonomik istikrarın yatırımcı açısından önemini de vurguluyor. Ayrıca, AK PARTİ'ye göre, şeffaflık da elzem. Biz söyleyince dinlemiyorsunuz ama bunlar kendi programınızda yazıyor.

Enflasyonu dengelemek zorundasınız; TÜİK operasyonuyla değil, gerçekten dengelemek zorundasınız. Öngörülebilir olmalısınız, istikrarlı olmalısınız, insanlara güven vermelisiniz. Bütçenin beşte 1'ini faize ayırıp sonra da "Faize karşıyım." derseniz inandırıcı olmaz, ayrıca ekonomide istikrarı da sağlayamazsınız.

Yine, Sayın AK PARTİ'lilere ve Sayın Cumhurbaşkanına göre "Faiz sebep, enflasyon sonuç." Yani faiz artıyor diye enflasyon yükseliyor. Hatta, Sayın Cumhurbaşkanımız Murat Çetinkaya'yı görevden alırken "Faiz düşerse enflasyon düşer dedik; gerekeni yapmadı, aynı kulvarda değildik." demişti. Sayın Cumhurbaşkanı, enflasyonun artmasını Merkez Bankasının faiz politikasına yoruyor. Merkez Bankasının da bağımsız olmadığını, rahatlıkla müdahale edilebildiğini görüyor. O zaman, Sayın Cumhurbaşkanına göre enflasyondaki artışın nedeni tamamen iktidar partisidir. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)

Sayın Bakanım, biliyorum, siz zeki bir insansınız, analitik düşünen bir insansınız. O zaman, neden "Faiz sebeptir." diyerek enflasyonu üstleniyorsunuz? O zaman "Vatandaşa gareziniz mi var da enflasyonu artırıyorsunuz?" diyoruz.

Değerli arkadaşlar, enflasyon bir yana, dünyanın en büyük 17'nci ekonomisi seviyesinden 21'inci sıraya düşmemiz bir yerde hata yaptığınızı gösteriyor. Bu hata en başta nereden kaynaklandı biliyor musunuz? AK PARTİ'nin üretime verdiği değer sözde kaldı. Dünya ekonomisinde para boldu, borçlandık; bu borç paraları da inşaata, arabaya yani tüketim mallarına ya da olağanüstü fiyatlarla yol, köprü, tünel, şehir hastaneleri gibi hizmet projelerine harcadık. Hatta elimizde yokken başka ülkelere de bol bol dağıttık. Sanki hiç ödemeyecek gibi aldığımız bu borçları ödeme zamanı gelince de son Başbakanımız Sayın Binali Yıldırım'ın sözleriyle "Nereden çıktı bu borçlar?" dedik. Kısacası, borçlanmaya, ithalata ve tüketime dayalı ekonomik sistem ülkeyi bataklığa sürükledi. Üstelik, elimizdeki varlıkları da hovardaca satıp harcadık. Son yirmi yılda, cumhuriyetin kazanımlarını özelleştirme yoluyla 63 milyar dolara sattık. Bunun üzerine de yaklaşık 2 trilyon 595 milyar dolar da vergiler toplandı, harcandı. Bunları topladığımızda büyük bir kaynak kullanıldığı ortaya çıkar. Onlar da yetmemiş ki göz bebeğimiz savunma sanayisi şirketlerinin Körfez ülkelerine pazarlandığı iddia ediliyor.

Sayın Bakanım, bu iddialara açıklık getirmenizi talep ediyoruz. Maalesef bu yolda elde ettiğimiz kaynakları, kendi milletimizden çok 10 milyon Suriyeli ve diğer yabancılara yedirdik.

Yirmi yılın sonunda imalat, istihdam ve ihracata dayalı büyümeden bahsetmeye başladık. Buna "Çin modeli" diyenler de oldu. Ancak burada başarılı olmak için dördüncü bir kriter daha gerekir; o da istikrar. Eğer son bir yılda 2 Hazine ve Maliye Bakanı, 3 de Merkez Bankası Başkanı değiştirirseniz "İstikrar var." diyemezsiniz. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)

Çin ile Türkiye'nin büyüme performanslarını, 13 Ekimden başlayarak bu kürsüde yaptığım konuşmalarımda anlatmıştım. En başta belirtmekte fayda var, Çin'in bugünkü hâle gelmesinde emek sömürüsünün ciddi bir rolü var. Bol, ucuz ve pazarlık imkânı olmayan iş gücü, Çin'in gelişmesi için bedeli ödeyen kesim oldu. Bedelin bir kesime ödetilmesine, halkın ezilmesine, milletin ucuz iş gücü olarak görülmesine karşıyız. Ayrıca, özellikle 2000'li yılların başlarına kadar Çin'in doğu ve kıyı bölgelerinin refahı hızla artarken batı bölgeleri geride kalmış, kent ve kır arasındaki eşitsizlik makası açılmıştı. Biz bölgeler arasında eşitsizlik yaratılmasına da karşı olacağız ancak diyorsanız ki "Biz Çin'in sömürü düzeni dışında çalışmalarını örnek alacağız." ben size eksiklerimizi tekrar anlatayım.

En başta, Çin dışardan borç almadı; devlete ait önemli iktisadi kurumları satmadı; aksine, dünyanın en büyük firmaları arasına soktu. Bakın, 1994 yılında 3 küresel Çinli şirket varken bu sayı 2015 yılında, çoğu kamu teşebbüsü olmak üzere 98'e çıktı. Çin yabancı firmaları ülkesine fabrika ve üretim tesisi kurmak için davet etti, onlara iyi bir ortam hazırladı, bürokratik engelleri kaldırdı, mevcut kurumsal altyapıyı korudu ve güçlendirdi, yöneticilere yetki verdi ancak yolsuzluğa tolerans göstermedi. (İYİ Parti ve CHP sıralarından alkışlar) Yurt dışına yüz binlerce öğrenci gönderip en iyi üniversitelerde eğitim aldırdı, bu sayede teknolojik bilgi transfer etti. Planlamanın önemini bildi, bu geleneği hiç elden bırakmadı. Temel kalkınma politikaları belirledi, makro toplumsal ve ekonomik hedefler koydu; uygulamalar bu planlar ve hedefler çerçevesinde şekillendi. Ve en önemlisi, devlette liyakate önem verdi.

Peki, siz ne yaptınız? Sayın Genel Başkanımız Meral Akşener'in grup toplantımızda vurguladıkları gibi Türkiye'yi yolsuzlukta bir dünya markası yaptınız, milletin anasına sövenleri ihale manyağı ettiniz, beş para etmez adamlara 5 maaş bağladınız; kısacası, yokluk ve yolsuzluk ekonomisi inşa ettiniz. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, şimdi benimsediğiniz ekonomik modelde imalattan bahsedeceksek mevcut eksikliğimizi de görmemiz gerekir. 1980-2002 yılları arasındaki imalat sanayisinin gayrisafi yurt içi hasıla içerisindeki payı yüzde 20'ler civarındayken 2008'de yüzde 16,5 seviyesine düşmüş; 2020 yılında yüzde 19,1; 2021 yılı için planlanan oran 21,4'tür; kısacası, seviye aşağı yukarı aynı. Sadece yurt dışından bol borç para gelince üretimden uzaklaşmışız, imalat düşmüş.

Peki, sanayi istihdamı ne durumda? Orada da son yedi yılda bir atılım yok. Mevsimsel düzeltilmiş istihdam sayılarına bakılırsa son yedi yılda sanayide 5,5 milyon ile 6 milyon kişi arasında bir istihdam sayısına ulaşılmıştır. 2014-2020 arasındaki sanayi sektörü istihdam verilerine bakınca ülkemizin yerinde saydığı görülmektedir. 2014-2020 yılları arasındaki 15 yaş üstü nüfusun yaklaşık 7,5 milyon kişi arttığı göz önüne alınırsa bu istihdamdaki ufak artışların da pek kayda değer olmadığı daha rahat anlaşılır.

Sanayide dışa bağımlılık içler acısı bir tablo. 2020 yılında sanayi ithalatı 180 milyar dolar olarak gerçekleşmiş. Yüksek teknoloji ürün ithalatının toplam imalat sanayisi ithalatının içindeki payı yüzde 13; buna karşın, yüksek teknoloji ürün ihracatımızın imalat sanayisi ihracatımız içindeki payı ise sadece 3,4'tür. 2002 yılında yüzde 6,2 olan bu pay, 2017 yılında yüzde 3,9 olarak gerçekleşmiştir; Avrupa Birliği ülkelerinin ortalaması ise yüzde 20'dir. Bizim ihracatımızın kilosu yaklaşık 1,1 dolar civarında, bu rakam 2005 yılında bile 1,36 dolar seviyesindeydi. 2023 hedefleri arasında 500 milyar dolarlık ihracat hedefi var, bu hedefi tutturabilmek için kilo başı fiyat 3 dolara çıkmalı yani teknoloji ürünleri, katma değeri yüksek ürünler ihraç etmeliyiz; bunu yapmak için gerekli olan AR-GE'ye teşvikler de yeterli görünmüyor. AR-GE'ye ayrılan pay, ülkemizde 2002 yılında gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 0,5'i; 2019 yılında ise yüzde 1,06'sı; 2020 yılında ise yüzde 1,09'udur; oysa Onuncu Kalkınma Planı'nda 2019 yılı hedefi olarak yüzde 1,8 verilmişti. Diğer ülkelerle karşılaştırınca da bu rakamın düşük olduğunu görüyoruz. OECD verilerine göre, 2019 yılında İsrail AR-GE yatırımlarına gayri safi yurt içi hasılanın yüzde 4,9'unu, Japonya 3,9'unu, Almanya 3,2'sini ayırmıştır. Yüzde 2,5 olan OECD ortalamasının çok gerisinde kaldığımız gibi, OECD kurucusu 20 ülkenin de en sonunda yer alıyoruz.

Peki, yatırımların genel durumu ne hâlde? Bütçenin geneline bakacak olursak 2022 yılı merkezî yönetim bütçesi toplamda 1 trilyon 750 milyar TL gider, 1 trilyon 472 milyar TL gelir hedeflemektedir yani 278 milyar TL bütçe açığı verileceği öngörülüyor. Bu harcamaların 240 milyar TL'si faiz giderlerine ayrılmış. Bütçedeki toplam ödeneğin çok büyük çoğunluğu yukarıdaki kalemlere ayrıldığından yatırımlar için öngörülen miktar yalnızca 142 milyar TL; yatırım için ayrılan kaynak, faiz giderlerinin sadece yarısından biraz fazla.

Değerli arkadaşlar, yine, bütçedeki bir diğer kuruma, Türkiye Uzay Ajansının performans hedeflerine bakacak olursak bir numaralı performans göstergesi olan Ay'a Sert İniş projesi yüzde 30 tamamlanmış görünüyor. Bu yüzde 30 gerçekleşme düzeyinde ne yapıldı? Neden hiç haberimiz olmadı? "Ay'a Sert İniş" derken başka bir yere mi sert iniş kastediliyor yoksa? (İYİ Parti ve CHP sıralarından alkışlar) AK PARTİ'li arkadaşları anlayamadık; kimisi Ay'a gidişten bahsediyor kimisi de "2 domatesle idare edin." diyor. (İYİ Parti ve CHP sıralarından alkışlar) Ya hesap bilmiyorlar ya da vatandaşın durumundan bihaberler.

Yine, Türkiye Uzay Ajansının 2021 yılı bütçesinin önemli bir kısmı harcanmamış görünüyor; buna rağmen, 2022 için talep edilen 61 milyon TL bütçenin 13 milyon TL'sinin AR-GE ve teknolojiye, 44 milyon TL'sinin planlama ve koordinasyona gideceği belirtilmiş. Sıfırdan hemen bu değerlere çıkmak ne kadar doğru acaba? Kaç yıllık projelere verilecek? Bu soruların açıklığa kavuşturulmasını bekliyoruz.

Değerli arkadaşlar, ülkemizde teknolojinin gelişmesi ve böylece, yatırımların artması için faaliyet gösterecek önemli kurumlar var; bunlardan biri de TÜBİTAK. TÜBİTAK'ın siber savunma, kriptoloji gibi devletin elinde olması gereken konularda araştırma merkezlerine sahip olması normaldir ve hatta gereklidir ama kamu kaynaklarına sahip bir kurumun özel sektörün yapabileceği işlere girmesi serbest piyasa ve serbest rekabeti zedeler. Bu merkezlerin bilimsel üretimleri, teknolojik başarıları da dikkatle takip edilmelidir; her üç veya beş yılda bir dışarıdan atanacak bilim heyetleriyle değerlendirilmelidir; bu sayede, başarılı birimlerin daha ağırlık kazanması, başarısız birimlerin de yeniden yapılandırılması mümkün olacaktır. Ayrıca, teknolojik gelişmelere göre yönlendirilme tavsiyeleri de alınabilir.

TÜBİTAK bütçesinin önemli bir kısmının üniversite ve özel sektördeki araştırmaların desteklenmesi amacıyla kullanılması esastır. Rivayet olunur ki yıllık TARAL bazlı araştırma desteği iki yıl öncesine kadar 10 kilometrelik bir otoyol yapımı bütçesine eş değerdi. Son iki yılda TÜBİTAK'ın araştırma desteğinin artırılması çok doğru olmuştur.

Ayrıca, Avrupa Birliği çerçeve programlarından Horizon 2020 kapsamında 934 projeye 391 milyon avro destek almışız. Bu hibe destek miktarının, tarihinde ilk kez Avrupa Birliğine ödediğimiz destek miktarını aşmış olması da önemli bir başarı. Türkiye'nin, 94 milyar dolar bütçeli Horizon Avrupa araştırma programına dâhil olması da çok sevindirici bir haber. TÜBİTAK yönetimini bu gayretleri ve başarıları için tebrik ediyorum.

Takdir edersiniz ki ulusal bilim, teknoloji ve yenilik politikalarında doğru karar vermek, değerlendirme yapmak ve bunlarda sürekliliği sağlamak için "bilim ve teknoloji bakanlığı" olarak tek başına bir bakanlık olmalıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AYHAN ALTINTAŞ (Devamla) - Tamamlıyorum Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Tamamlayın sözlerinizi.

AYHAN ALTINTAŞ (Devamla) - Azalan ülke kaynaklarımızla toplumsal ve teknoloji temelli çözümler getirmenin yolunu bulmalıyız. Burada en önemli görev TÜBİTAK'a düşüyor. TÜBİTAK, bu sorunlara ülkenin nitelikli insan kaynaklarıyla en verimli çözümler bulmanın yollarını aramalıdır. Önümüze bakmalı ve bilimi mürşit kabul ederek yol almalıyız diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (İYİ Parti ve CHP sıralarından alkışlar)