| Konu: | Cumhurbaşkanlığının, Birleşmiş Milletlerin Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti'nde icra ettiği harekât ve misyonlar kapsamında hudut, şümul, miktar ve zamanı Cumhurbaşkanınca takdir ve tespit edilmek üzere, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yurt dışına gönderilmesi ve Cumhurbaşkanınca verilecek izin ve belirlenecek esaslar çerçevesinde bu kuvvetlerin kullanılması için Türkiye Büyük Millet Meclisinin son olarak 6/10/2020 tarihli ve 1263 sayılı Kararı'yla uzatılan izin süresinin Anayasa'nın 92'nci maddesi uyarınca 31/10/2021 tarihinden itibaren bir yıl uzatılmasına ilişkin tezkeresi (3/1696) münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 8 |
| Tarih: | 19.10.2021 |
CHP GRUBU ADINA AHMET ÜNAL ÇEVİKÖZ (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Silahlı Kuvvetlerinin, Birleşmiş Milletlerin Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti'nde icra ettiği harekât ve misyonlar kapsamında yurt dışında görevlendirilmesini bir yıl uzatan tezkere hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, önümüzdeki tezkerenin temelinde uluslararası terörizmle mücadele konusu var. Yaşadığımız 21'inci yüzyılın ilk çeyreğinin bitmesine yaklaştığımız sıralarda, tüm dünyanın bu sözünü ettiğim zaman kesitinde uluslararası terörden ne kadar büyük zararlar gördüğü hepimizin malumu. Cumhuriyet Halk Partisi olarak terörle mücadele konusunda etkin ve kararlı bir duruş sergilediğimizin altını burada bir kez daha kuvvetle çizmek isterim. Uluslararası terörle mücadele, tüm uluslararası toplumun dayanışması ve birlikte hareket etmesiyle mümkündür. Türkiye olarak Afrika'da, Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti'nde sürdürülen bu mücadeleye katkı vermemiz de bu dayanışmada yer aldığımızın göstergesidir. Ancak ben buraya iktidarı övmeye değil, yermeye geldim.
Yurdumuzdan, vatanımızdan binlerce kilometre ötelerde görev yapan şerefli askerlerimizi, Afrika'daki görevlilerimizi elbette gururla destekliyoruz. Değerli milletvekilleri, benim üzerinde durduğum onların görevleri değil; benim üzerinde durduğum, burada, yanı başımızda, komşu Suriye'nin topraklarında, Şubat 2020'de şehit verdiğimiz 33 şerefli Mehmet'imizin şanlı anıları. 33 Mehmet'imiz bir gecede toprağa düştü. Yaralıları için yardıma giden askerlerimizin bile vurulduğu bir bataklık ve İdlib'in çözülemeyecek bir kördüğüm hâline gelmesidir benim hayıflandığım ve üzerinde durmak istediğim. Şimdi, bu elim trajediye sebep olan hatalı dış ilişkileri nasıl yermem? Aziz şehitlerimizin anılarını nasıl yâd etmem?
Hatırlayalım, 2019 yılının yaz aylarında, Suriye yönetiminin İdlib'i terörist unsurlardan temizlemek istemesiyle çatışmalar ağırlaşmış, Türkiye'nin gözlem noktaları birer birer kuşatılmaya başlamıştı. Bu kuşatmaların artacağı ve gözlem noktalarındaki askerlerin güvenliğinin tehlikeye düşeceği daha ta 27 Haziran 2019 tarihinde İdlib'de ilk şehidimizi verdiğimiz gün anlaşılmıştı. İktidar, bu tehlikeleri dikkate almayarak, Rusya'yla liderler arasındaki ikili ilişkilere güvenerek gözlem noktalarımızı tehlikeden uzaklaştıran bir tasarrufta bulunmadı. Suriye yönetiminin M4 ve M5 Karayollarını kontrol etmek istemesiyle de çatışmalar arttı. İktidar ise bu süreçte gözlem noktalarındaki askerlerimizin güvenliğini sağlamak yerine hava kontrolünün olmadığı bir bölgeye asker yığınağı yaptı.
Değerli milletvekilleri, iktidar o günkü stratejik olmayan yaklaşımını bugün de sürdürüyor. Örneğin, İdlib'de saldırıların M4 Kara Yolu çevresinde yoğunlaşmasına rağmen, bunun için bir önlem alınmadığını sahadan gelen haberlerden görüyoruz. Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarına saldırılarıyla adını duyuran bir örgüt var: Seriyyet Ensar Ebu Bekir es-Sıddık yani Ebu Bekir Sıddık'ın Yardımcıları Seriyyesi. Ebu Bekir Sıddık'ın Yardımcıları Seriyyesi, adını kamuoyuna ilk olarak Ağustos 2020'de İdlib'de Türkiye'nin gözlem gücüne yönelik intihar saldırısı düzenlediği yönünde bir açıklama yaparak duyurmuştu. Bu örgüt daha önce 11 Eylül ve 5 Ekim tarihlerinde de İdlib'de Türk Silahlı Kuvvetlerini hedef alan saldırılar düzenlemişti. Millî Savunma Bakanlığı, askerlerimizin şehit olduğu bu saldırıyı kimin yaptığını dahi açıklayamamıştı. İktidarın ülkemizi İdlib'de soktuğu darboğaz ve radikal unsurlara yönelik üstesinden gelemeyeceği görevleri üstlenmesi maalesef bugün askerlerimize kimin saldırdığının bile açıklanmadığı bir sürece girmemize sebep oldu.
İdlib'e olası bir operasyonun ülkemiz açısından çok ciddi sonuçları olması muhtemel. Böyle bir durumda askerlerimizin ve sınırlarımızın güvenliği elbette öncelikli hedefimiz olmalı. Şimdi, İdlib konusunda iktidar olası bir göç akınını önlemek için statükoyu koruma isteğiyle askerlerimizi İdlib'de bulundurduğunu söyleyecektir ama ülkemize Afganistan'dan akın akın gelen göçmenlere karşı aylarca herhangi bir önlem de alınmamıştır. İdlib özelinde Suriye sorununun çözümü konusunda yapılması gereken bellidir. Suriye'nin mevcut Hükûmetiyle görüşmenin zamanı artık gelmiştir. İktidar, Suriye konusunda Amerika Birleşik Devletleri ve Rusya'yı suçlasa da günün sonunda bu ülkelerle elbette bir diyalog kurabilmektedir fakat Suriye konusunda tek muhatap alınmayan Suriye'nin meşru yönetimidir. İşine geldiği yerde Birleşmiş Milletler kararlarına ve Birleşmiş Milletlerin meşru addettiği hükûmetlere saygı gösterdiğini ileri süren iktidarın Birleşmiş Milletler tarafından meşru kabul edilen mevcut Suriye yönetimini de muhatap alması gerekmez mi?
Değerli milletvekilleri, Türkiye iktidarın dış ilişkiler anlayışı yüzünden bir sıkışmışlık içindedir. Ülkeyi yönetmekle sorumlu olanlar bu sıkışmışlığın liderler üzerinden yürütülen dış ilişkiler temaslarıyla aşıldığını sansa da bu yaklaşım günün sonunda Türkiye'yi daha da sıkıştırmaktadır. İdlib, liderler arası ilişkilerin işlemediğinin en bariz örneğidir.
Değerli milletvekilleri, Birleşmiş Milletler tarafından Afrika'da bölgesel istikrar ve barış için tehdit oluşturan insani ve siyasi krizlerin çözümüne ülkemizce askerî katkıda bulunulmasına 2 Ağustos 2016 tarihinden itibaren Türkiye Büyük Millet Meclisi kararıyla izin verilmişti. Bugün önümüzdeki tezkere, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Birleşmiş Milletlerin Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti'nde icra ettiği harekât ve misyonlar kapsamında yurt dışına gönderilmesi için izin istemekte. Cumhuriyet Halk Partisi olarak bugüne kadar MINUSMA ve MINUSCA misyonlarına Türkiye'nin katkı vermesi yönünde bir tutum izledik. Bu tutumumuzun gerekçelerini yüce Meclisle şu anda paylaşmak isterim ancak askerlerimizin can güvenliği açısından bölgede ve Afrika'nın genelinde gerçekleşen bazı önemli gelişmeleri ve riskleri sizlerin ve bizleri ekran başında izlemekte olan değerli vatandaşlarımızın da bilgilerine sunmadan geçemeyeceğim.
3 Ekim tarihinde yani tezkerenin Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulmasından bir gün önce, Mali'de görev yapan Birleşmiş Milletler Entegre İstikrar Misyonu yaptığı açıklamayla Kidal bölgesinde Birleşmiş Milletler konvoyuna bombalı bir saldırı yapıldığını belirtti. Açıklamada saldırı kınanırken 1 Mısırlı barış gücü çalışanının öldüğü ve 4 kişinin de ağır yaralandığı ifade edildi. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Özel Temsilcisi ve MINUSMA Başkanı El-Ghassim Wane'yse saldırıyı kınarken "Bu olay, barış güçlerimizin üzerinde asılı duran kalıcı tehlikenin ve Mali'de barış için yapılan fedakârlıkların üzücü bir hatırlatıcısıdır." şeklinde bir açıklama yaptı.
Mali, 2012 yılından bu yana derin siyasi ve sosyoekonomik etkileri olan bir krizin içinde. Tezkereye konu olan diğer ülke, dünyanın en yoksul ülkeleri arasında yer alan Orta Afrika Cumhuriyeti'yse Mali'den de vahim bir durumda. Orta Afrika Cumhuriyeti ve Mali'deki savaşların yayılarak bölgesel bir krize dönüşme ihtimali tüm bölgeyi etkiliyor. Orta Afrika ve Mali'deki çatışmaların dinler arası bir savaşa dönüşerek küresel ölçekte bir gerilime evrilme olasılığı dahi ihtimal dâhilinde. Afrika Kıtası'nın istikrarına, küresel barışın parçası olmasına ve terörle mücadele bağlamında gösterilen çabalara katkıda bulunmak elbette önemlidir. Cumhuriyet Halk Partisi olarak politikamızın bu doğrultuda olduğunun altını bir kez daha kuvvetle çizmek isterim.
El Kaide, IŞİD ve ona biat eden radikal örgütlerin Afrika'da etkin olmalarından ve dünyaya terör ihraç etmelerinden biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak derin bir endişe duyuyoruz. Örneğin, Nijerya'da Boko Haram ile Batı Afrika Eyaleti İslam Devleti (ISWAP) arasındaki çatışmalar devam ediyor. Yine, geçtiğimiz perşembe günü, Nijerya ordusu, ülkenin kuzeydoğusunda etkili olan terör örgütü Batı Afrika Eyaleti İslam Devleti'nin elebaşı Ebu Musab el-Barnawi'nin öldüğünü açıkladı. Nijerya'da terör örgütü Boko Haram'ın kurucusu Muhammed Yusuf'un oğlu olan Barnawi, 2009'da babasının ölümünden sonra Boko Haram'ın sözcülüğünü üstlenmişti. Boko Haram içerisinde 2016'da başlayan liderlik krizi, örgütün Barnawi ile Ebubekir Şekau arasında bölünmesine neden olmuştu. Şekau, Boko Haram'ı yönetirken Barnawi ISWAP'ı kurarak eylemlerine devam etmişti.
Değerli milletvekilleri, Afrika'daki terör sorununu, sadece bölgesel olarak kalmadığına ilişkin güncel bir konu olan Afganistan üzerinden de anlatmak isterim. Örneğin, Afganistan üzerinden anlatmak söz konusu olduğunda "Afganistan'da Barış, İstikrar ve Güvenliğe Tehdit Oluşturan Taliban ile Diğer Bağlantılı Kişiler ve Oluşumlar" başlıklı bir belgede Kuzey Afrika'yı da ilgilendiren şu hususlar ön plana çıkıyor: Afganistan'da sayıları 10 bini aşkın olarak tahmin edilen yabancı terörist savaşçı örgütlenmeleri arasında Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgeleri ile Orta Asya, Kuzey Kafkasya, Pakistan ve Sincan Uygur Özerk Bölgesi'nden gelen Tehrik-i Taliban Pakistan yani Pakistan Talibanı, Doğu Türkistan İslami Hareketi, Cemaat Ensarullah, Cemaat el-Tevhid ve el-Cihad, Özbekistan İslami Hareketi, İslami Cihad Grubu gibi oluşumlar sayılıyor. Daha da vahim bir durum var; geçtiğimiz günlerde Türkiye'ye resmî bir ziyaret yapan Afganistan'daki Taliban yönetiminin 33 kişilik kabinesinden 18 kişinin Birleşmiş Milletlerin terör listesinde olduğu belirtiliyor. Afrika'da istikrarın sağlanabilmesi için Libya'da da istikrarın sağlanması oldukça önemli. Bu yaklaşımın bizzat Afrika ülkelerinin de yaklaşımı olduğunun özellikle altını çizmek isterim. Örneğin Nijerya Devlet Başkanı Muhammed Buhari, Libya'da istikrarsızlık olduğu sürece Afrika'da silahların yayılmasının ve Sahel Bölgesi'ndeki güvenlik sorunlarının daima süreceğini söylüyor.
Değerli milletvekilleri, bu nedenle Libya'da yaşanan son gelişmelere de hem bu tezkere özelinde hem de bölgesel dinamikler açısından neler oluyor diye bakmak gerekir. Malumunuz, Libya'da taraflar Ekim 2020'de ateşkes anlaşmasına imza atmış ve siyasi süreç kapsamında ülkeyi seçimlere götürecek olan Ulusal Birlik Hükûmeti mart ayında göreve başlamıştı. Seçimlere yaklaşılırken Libya sahasını yeniden ısındıracak gelişmeler yaşanmaya başladı. Temsilciler Meclisinin geçen ay yapılan oylamada, Başbakan Abdulhamid Muhammed Dibeybe liderliğindeki Ulusal Birlik Hükûmetine güvenoyunu çekme kararı vermesi de ülkede istikrarın sağlanması ve seçimlerin yapılmasıyla ilgili endişeleri artırdı. Birleşmiş Milletlerin Libya'da çözüm için belirlediği yol haritasına göre, başkanlık ve parlamento seçimlerinin 24 Aralıkta aynı anda yapılması gerekiyordu. Libya Temsilciler Meclisi, parlamento seçimlerini bir ay erteleme kararı aldı. Hepimizin malumu olan, General Hafterde 24 Aralıkta yapılacak seçimlerde cumhurbaşkanlığına aday olmanın önünü açacak bir adım attı ve askerî görevlerini askıya aldı.
Mısır her iki tarafla da konuşarak temas hâlinde. Daha önce defalarca vurguladığımız gibi, Mısır, Doğu Akdeniz'in en önemli ülkelerinden biridir; ülkemizin Afrika ve Doğu Akdeniz politikaları konusunda da oldukça önemli ve ilişkilerde hak ettiği değerin verilmesi gereken bir aktördür. Peki, Mısır ne yapıyor da Libya'da her iki tarafla konuşabiliyor? Mısır, bizim iktidara yaptığımız önerileri uyguluyor değerli milletvekilleri. Peki, biz ne diyoruz iktidara her fırsatta? Diyoruz ki: Libya'da çatışan taraflardan birini destekleyip taraf tutmayın. Diyoruz ki: Libya'nın egemenliğine ve toprak bütünlüğüne saygı gösterin, ülkenin iç işlerine karışmayın. Diyoruz ki: 2015 Suheyrat Anlaşması'na göre Trablus Hükûmeti kadar Tobruk'taki Temsilciler Meclisi de meşrudur, bu dengeyi gözeterek iki tarafla da diyalog içinde olun. Diyoruz ki: Sorunu Birleşmiş Milletler nezdinde halletmek için girişim yapın. Ve diyoruz ki: İstendiği takdirde ara bulucu olun.
İktidar, Suheyrat Anlaşması uyarınca meşru kabul edilen Temsilciler Meclisiyle -yıllardır yaptığımız uyarılara rağmen- herhangi bir temasta bulunmayı reddediyor. Ulusal Mutabakat Hükûmetiyle yapmış olduğumuz deniz yetki alanlarının sınırlandırılması konusundaki anlaşmanın da Libya'da Parlamentodan onay almadığını bir kez daha hatırlatmak isterim. Bu ne demek? Bu şu demek: İktidar, Türkiye Cumhuriyeti'nin Doğu Akdeniz stratejisini yasal sürecini tamamlamamış mutabakat zabıtları üzerine inşa etmiştir. İstikrarın sağlanamadığı bir ülkede yumurtaları aynı sepete koymanın riskini size şu şekilde anlatmak isterim: Hükûmetteki her hareketlilik Ankara'da alarm zillerinin çalmasına neden olur. Libya'da kalıcı ateşkes sürecine gidilirken yaşanan süreçte bu duruma hepimiz şahit olduk. Oysa Doğu Akdeniz'de daha kesin çözüm için atılması gereken adımlar belli. Önce, Mısır başta olmak üzere, Suriye ve İsrail'le diplomatik ilişkilerin yeniden hak ettiği seviyeye yükseltilmesi gerekiyor, aksi takdirde bir hükûmetle yaptığınız mutabakat üzerine girdiğiniz cendereden çıkamazsınız. AKP iktidarı, maalesef, Libya'da başarısız oldu. Bu, hem Libya'yla ilişkilerimizi etkiledi hem de iktidarın Libya'daki yanlı tavrı Mısır'la normalleşme konusunda ülkemiz için büyük bir engel oluşturdu.
Değerli milletvekilleri, Sayın Dışişleri Bakanı Türkiye'nin 2002'de 12 olan Afrika'daki büyükelçilik sayısının bugün 43'e ulaştığını belirtti, biraz evvel bir değerli hatip de bu rakamlara işaret etti. Sayın Bakan aynı zamanda, Gine-Bissau'da yakında açılacak olan bir büyükelçilikle bu sayının 44'e yükseleceğini söyledi ve "2003 yılındaki Afrika açılım politikamız 2013 yılında ortaklık politikasına dönüştü." cümlesini de sık sık kullanıyor.
Dış politikada etkin olmanın nicelikle ilgisi olmadığını göstermek açısından bir örnek vermek isterim. AKP iktidarının iyi ilişkiler içinde olmadığı ülkeler, geçtiğimiz hafta Washington'da birtakım temaslarda bulunmak üzere ziyaretler gerçekleştirdiler. Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanı Antony Blinken 13 Ekimde İsrail Dışişleri Bakanı Yair Lapid ve Birleşik Arap Emirlikleri Dışişleri Bakanı Şeyh Abdullah bin Zayed Al-Nahyan'la görüştü, Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias da Washington'da hazır bulunan başka bir isimdi. Bu ziyaretler, iktidarın yanlış politikaları nedeniyle Türkiye'nin dış politikada içinde bulunduğu yalnızlığın boyutunu görmek açısından fevkalade önemlidir. 1990 yılında imzalanan Amerika Birleşik Devletleri ile Yunanistan arasındaki Savunma İşbirliği Anlaşması, beş gün önce, 14 Ekim Perşembe günü beş yıllığına yenilendi ve genişletildi. Anlaşma, aslında, bundan önce bugüne kadar hep birer yıllığına yenilenirdi; iki ülkenin ortak kararıyla Amerika ve Yunanistan arasındaki Savunma İşbirliği Anlaşması, 2026'dan itibaren taraflardan biri çekilmediği takdirde süresiz olarak yürürlükte kalacak. Amerika Birleşik Devletleri ile Yunanistan arasındaki Savunma İşbirliği Anlaşması uyarınca, Yunanistan, Türkiye sınırındaki Dedeağaç Üssü ve Girit Adası'ndaki Souda Üssü de dâhil olmak üzere ülkedeki Amerikan üslerinde daha fazla Amerikan askerinin konuşlandırılmasına da izin verecek. İşte, AKP iktidarının ülkemizi yalnızlaştıran politikaları, Türkiye'ye karşı kurulan ittifakların da bu şekilde genişlemesine yol açıyor. Türkiye'de yeniden komşularıyla iyi ilişkileri olan, bölgesinde ve dünyada yeniden itibarlı bir ülke yapacak politikalar uygulanmadıkça bu tür ittifaklar ve bu tür gelişmeler artacak ve Türkiye'nin kuşatılması da devam edecektir. Onun için, ülkemizin dış politika önceliklerinin de iyi belirlenmesi gerekir. Bizim dış politika vizyonumuz böyledir, iktidara da bu vizyonu en kısa zamanda benimsemesini tavsiye ediyor, bu vesileyle yüce Meclisimize saygılarımı sunuyorum. (CHP ve İYİ Parti sıralarından alkışlar)