2006-04-23 - 15:00
TBMM GENEL KURUL'U ÖZEL GÜNDEMLE TOPLANDI...
TBMM'nin açılışının 86. yıldönümü dolayısıyla özel gündemle toplanan TBMM Genel Kurulu'nda açış konuşması yapan Meclis Başkanı Arınç "Açıldığı yıldan itibaren ülkenin kaderine el koyan, Kurtuluş Savaşı'nı yöneten, Cumhuriyeti ilan eden, devrimler gerçekleştiren Meclisimiz, bu özellikleri nedeniyle dünya parlamentoları arasında müstesna bir yere sahiptir." dedi.
TBMM Başkanı Bülent Arınç: "23 Nisan 1920 yılında açılan TBMM'nin 86. yıldönümünü kutluyoruz. Millet iradesinin temsil makamı olan Meclisimiz, daha nice 86 yıl halkımızı onurla temsil etmeye devam edecektir." Dedi.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, TBMM'nin 86. açılış yıldönümü ve 23. Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı dolayısıyla Meclis Başkanı Arınç'ın başkanlığında özel gündemle toplandı. İstiklal Marşı'nın okunmasının ardından Arınç, Genel Kurul'u izlemek üzere TBMM'ye gelen Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'i milletvekillerine takdim etti. Milletvekillerinin alkışlarla ayakta karşıladığı Sezer, Genel Kurul'u selamladı.

Meclis Başkanı Arınç Genel Kurul'da yaptığı konuşmasında"Bu müstesna Meclisi bize kazandıran, bağımsızlık savaşımızın komutanı, ilk Meclis Başkanı, Cumhuriyetimizin Kurucusu, Yüce Önder Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarını, sözlerimin hemen başında minnetle anıyor, onların emanetini ilelebet koruyacağımızı ifade etmek istiyorum." dedi.

Konuşmasında Meclis'in kurtuluş savaşını yönettiğini ve savaşın hemen ardından büyük bir kalkınma hareketi başlatarak devrim niteliğinde kanunlar çıkarttığını kaydeden Arınç "Böylece her yanı işgal edilmiş topraklardan, yeni bir ülkenin inşasını gerçekleştirmiştir. Bu yönüyle Meclisimiz, o dönem için fonksiyonu ve gücü bakımından son derece etkin ve dinamikti." Dedi.

"KOMİSYON ÇALIŞMALARI YARGIYA MÜDAHALE DEĞİLDİR"

Yasama yürütme ve yargı arasındaki ilişkiye de değinen Meclis Başkanı Arınç komisyon çalışmalarının yargı erkine bir müdahale olduğu iddiasının, hukuk temelli bir eleştiri olmadığını belirterek konuşmasını şu sözlerle sürdürdü:
"1961 Anayasası ile Meclisimizin kullandığı yetki, görev ve fonksiyonlarının bir kısmı diğer erklere devredilmiştir. Yasama, yürütme ve yargı arasında kuvvetler ayrımı yapılmış; eşitlik, güç paylaşımı ve denge sağlanmaya çalışılmıştır.
Türkiye'nin geçirdiği bir takım olağanüstü şartlarla kuvvetler ayrımında bir denge sorununun oluştuğunu kabul etmek gerekir.
Bugün tüm dünyada geçerli olan parlamenter sistemin genel kuralları ülkemizde uygulansa da, Meclisimizin fonksiyonu, gücü ve yetkileri kısmen erozyona uğramıştır.
Yine de Meclisimiz, kendi uhdesinde tuttuğu yasama ve denetim faaliyetlerini bugüne kadar başarıyla sürdürmüş ve diğer erklerin görev alanlarına müdahil olmaktan titizlikle kaçınmıştır.
Ancak bugün Meclisimiz, asıl görevi olan yasama ve denetim faaliyetlerini yaparken, diğer erklerden bir takım eleştiriler geldiğini görmekteyiz.
Meclisimizde kurulan araştırma komisyonları görevlerini, Anayasanın 98. ve İçtüzüğün 104. ve 105. maddelerine dayanarak gerçekleştirmektedir. Araştırma komisyonlarının çalışmaları, milletimiz adına kullanılan bir denetim ve bilgi edinme hakkıdır. Komisyonlarımızın çalışmaları yargılama anlamına gelmediği gibi, yargının çalışma alanlarıyla da çakışmayan bir bilgi edinme faaliyetidir ve Anayasa'nın 138. maddesine aykırı değildir.

"MECLİS'İN FONKSİYONLARI DARALTILMAYA ÇALIŞILMAKTADIR"

Türkiye'de darbeler döneminin başlangıcı kabul edilen ve "bürokratik iktidarın" güçlendiği 1960 yılından itibaren Meclisimizin gücü, yetkisi ve fonksiyonu, bu tür hukuki temellere dayanmayan eleştirilerle daraltılmaya çalışılmaktadır.
Anayasayı ve tüm kanunları yapan, Cumhurbaşkanını seçen, hükümeti içinden çıkartan ve aynı zamanda denetleyen, savaş kararını alan ve ülkenin geleceğine yön veren bir kurumun, bugün sahip olduğu gücü ve yetkiyi tam olarak kullandığı tartışmalıdır. Kimi zaman çok önemli mekanizmaların dışında bırakılan Meclis'in fonksiyonları daraltılmıştır.
Örneğin, ülkenin iç ve dış siyasetine çok büyük etkisi olan ve "gizli anayasa" diye kabul edilemez bir tanımlamayla anılan Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'nin hazırlanılmasında, Meclisimiz ve ilgili komisyonlarımız tamamen devre dışıdır. Açıklanması ve yayınlanması tamamen yasak olan bu belgenin, son haline karar verildiği günün hemen ertesinde gazete manşetlerinde yer alması son derece dikkat çekicidir. Yine bu belgeden yola çıkılarak hazırlanan İç Güvenlik Strateji Belgesi'nin çete kurmaktan yargılanan kişilerin arşivinden çıkması ne yazık ki, devlet ciddiyetiyle hiçbir şekilde bağdaşmamaktadır.
Bu belgenin, Meclisimizin bilgisi ve denetimi haricinde hazırlanması, parlamentomuzun fonksiyonunun ve millet iradesine verilen değerin ne durumda olduğunu göstermektedir.
Demokratik bir ülkede "gizli anayasa, kırmızı kitap, derin anayasa" gibi tabirler asla kabul edilemez kavramlardır. Bu kavramlar, gizli antidemokratik bir yönetimin iktidarda olduğunu ima eder.
Türkiye Cumhuriyeti'nin tek bir Anayasası vardır ve yürürlüktedir.
Milli Güvenlik Siyaset Belgesi için kullanılan "gizli anayasa" gibi bir tanımın bazı çevreler tarafından üretildiğini ve resmi bir tanım olmadığını biliyoruz. Ancak böylesine bir tanım eğer kamuoyu tarafından kullanılıyorsa ve buna ciddi itirazlar gelmiyorsa bu, bazı kişilerin bilinç altında ülkemiz için nasıl bir yönetim biçimi olduğunu göstermektedir.
Bu algının aslında sadece kamuoyunda değil, bazı siyasetçilerin bilinç alıntında olduğunu da üzülerek görmekteyiz."

CUMHURBAŞKANI'NIN GÖREV SÜRESİ...

Cumhurbaşkanımızın görev süresinin bitmesine uzun bir zaman varken yeni Cumhurbaşkanı'nın kim olacağının yoğun bir şekilde tartışmanın Cumhurbaşkanımıza karşı bir nezaketsizlik olduğunu ifade eden Meclis Başkanı Arınç konuyla ilgili olarak şunları kaydetti:
"Maalesef her dönemde ülkemizin en önemli konusu olan Cumhurbaşkanlığı seçimi için yaşanan tartışmalarda, bazı kamuoyu önderleri ve siyasetçilerin ifadeleri, bilinç altında "gizli bir anayasa" olduğunu ve buna göre hareket ettiklerini açıkça ortaya koymaktadır.
Yeri gelmişken, Sayın Cumhurbaşkanımızın görev süresinin bitmesine uzun bir zaman varken, yeni Cumhurbaşkanı'nın kim olacağını ve nasıl seçileceğini yoğun bir şekilde tartışmanın, Sayın Cumhurbaşkanımıza karşı bir nezaketsizlik olduğunu belirtmek isterim.
Bundan üzüntü duymama ve bu tartışmalara girmekten imtina etmeme rağmen, yine de tartışmalarda bazı kişilerin Meclisimizle ilgili beyanlarındaki yanlışlığa burada değinmeyi, Meclis Başkanı olarak bir görev sayıyorum.
Ülkemiz, Meclisimizin çıkarttığı bir Anayasa ile yönetiliyor. Tüm kanunlarımız bu Anayasa'ya uygun çıkartıldığı gibi, yargı ve yürütme de yine mevcut Anayasamıza göre görevlerini sürdürmektedir.
Bu durumda mevcut Anayasamıza göre yeni Cumhurbaşkanının hangi özeliklerde olması gerektiği, Meclisimiz tarafından nasıl ve ne zaman seçileceği açıkça ifade edilmiştir ve bu herkesçe malumdur.
Buna rağmen mevcut Anayasamız açısından hiçbir sorun yokken, yeni Cumhurbaşkanını bu Meclisin seçip, seçemeyeceğini tartışmak, Meclisimizin meşruluk sorununu gündeme getirir ki, bu asla kabul edilemez bir durumdur.
Ülkemizin yönetilme biçimi, erkler arasındaki gücün kullanımı, meşruiyetlerin dayanak noktaları tartışma götürmez bir şekilde nettir.
Bu konu Anayasamızın başlangıç bölümünde; "Kuvvetler ayrımının, devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu" açıkça ifade edilmiştir.
Bu net açıklamaya rağmen bazı kurumlar, kendilerinin öncelikli olduğunu, hatta daha üstün olduğunu vehmetmektedir.
Hatta bazı kurumlar, reform çalışmalarına karşı direnmişlerdir.
Ne ilginçtir ki; artık işlevini yitirmiş, yıllardır sorun üreten bir kurumun kaldırılması, bu kurumdan ve elitist, anti-reformculardan gelen tepkiler nedeniyle gerçekleştirilememiştir. Halkın büyük çoğunluğunun istediği bu değişikliğe karşın, yürütmenin azınlık anti-reformcuların talebini öncelemesi ayrıca üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur.
Yüce Meclisimiz 84 yıl önce saltanat kurumunu kaldırmıştır. Ancak bugün ülkede bu kez "kurumların saltanatı" hüküm sürmektedir."

ÖZGÜRLÜKLER VE DEMOKRASİ...

Özgürlükler ve demokrasi konusuna da değinen Meclis Başkanı Arınç özgürlüklerin genişletilmesinde ve yasakların kaldırılmasında iki temel zorunluluk olduğunu belirterek "Birincisi Anayasa'ya uygunluk, ikincisi de milletin mutabakatıdır." Dedi.

Dünya üzerinde daha çok demokrasi için 'kurumların mutabakatını' arayan başka bir demokratik ülke olmadığını ifade eden Arınç Türkiye'de doğal bir durummuş gibi gösterilen bu tutumun, demokrasi anlayışımızı, özgürlüklere yaklaşımımızı ve hukuka olan inancımızın nasıl olduğunu açıkça gösterdiği inancındayım." Diye konuştu.

Meclis Başkanı Arınç konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Bugün özgürlüklerin genişletilmesi için güçlü bir Anayasa değişikliği artık zorunlu hale gelmiştir. Tartışılan tüm konuları içine alan, daha özgür, daha demokrat, daha güçlü, daha mutlu bir Türkiye'nin inşasında gereken Anayasa değişikliği için ortak bir akıl oluşturmak gerekir. Tüm kurum, kişi ve kuruluşlar bu değişiklik için görüşlerini özgürce ifade etmelidir.
Ancak bir mutabakat aranacaksa sadece Yüce Meclis çatısı altında halkı temsil eden Milletvekillerinin mutabakatının aranması gerekir. Eğer burada bir mutabakat sağlanamazsa gidilecek bir tek merci vardır, o da yüce milletimizin iradesidir."

"REJİMİN SAHİBİ MİLLETİN KENDİSİDİR"

Türkiye'de her konunun rejim meselesine çekilmesinin her geçen gün arttığını ifade eden Arınç "Türkiye'nin bir rejim sorunu yoktur. Türkiye, rejiminin Cumhuriyet olacağına, demokrasi olacağına bundan 83 yıl önce karar vermiştir. Bugün de Meclisiyle, hükümetiyle ve tüm organlarıyla aynı kararlılıkla yoluna devam etmektedir." Dedi.

"Hiç kimse demokrasiden özgürlüklerden vazgeçme niyetinde değildir" şeklinde konuşan Arınç konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Dolayısıyla ülkede bir rejim sorunu değil, rejimin sahibi olma tartışması vardır. Ülke yönetiminde inisiyatif alanlarını genişletme ya da sahip oldukları gücü kaybetmeme tartışmaları vardır.
Laikliğin, Yüce Önder Atatürk'ün, Cumhuriyetin, bayrağın, rejimin sahibi milletin kendisidir. Milletin temsilcileri olan bizler tüm bu değerlere bağlı kalacağımıza, sahip çıkacağımıza milletvekili olduğumuzda yemin ettik. Bugüne kadar bu yeminimize muhalif bir tek davranış dahi bu Yüce Meclisimiz içinde vuku bulmamıştır.
Dolayısıyla milli değerlerimizin sahibi bir kesim, bir grup değil, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkestir.
Milletimiz ulusal ortak değerlerin sahibidir ve kendi içinde büyük bir hoşgörüyle yaşamaktadır. Toplumumuz etnik kimliğine, inancına, kültürüne göre kimseyi dışlamamakta ve bir arada barış içinde yaşamaktadır.
Ayrıca AB müzakerelerini sürdürdüğümüz bugünlerde hala rejimin tehlikede olduğundan bahsetmek, hele bu tehlikenin AB'ye üye olmak için bütün dönemlerden daha çok gayret sarf eden, bunda da başarılı olan kişilerin eliyle geleceğini iddia etmek her açıdan dayanaktan yoksundur."

LAİKLİK VE KAMUSAL ALAN...

Konuşmasında Laiklik ve kamusal alan konularına da değinen Meclis Başkanı Arınç şunları dedi:
"Açıkça belirtmeliyim ki, Anayasa'mızın değiştirilemez maddesi olan laiklik ilkesine, Türkiye'de karşı çıkan kimse yoktur.
Bütün tartışmalar laiklik ilkesinin farklı yorumlanmasından kaynaklanmaktadır. Bu yorum farkı nedeniyle kamusal alanda her dönemde farklı uygulamalar yapılmış ve tartışma yaşanmıştır.
Kamusal alan, yurttaşların ortak meselelerini eşit ve özgürce tartıştığı alandır. Dolayısıyla her bireyin ayrım yapılmadan haklarının korunduğu, haklardan yararlandığı ve kendilerini özgür hissettiği bir alandır.
Bu alanı güvence altına almak ve tüm yurttaşlarına eşitçe kullanım hakkı sağlamak devletin görevidir. Kamu yararı devletin değil, halkın yararına doğru genişletilmelidir. Devlet kamusal alanın sahibi değil, koruyucusudur. Bu koruyuculuk; oradaki eşitliğin, adil paylaşımın ve hizmetlerin her birey tarafından kullanılmasını sağlamaktır.
Kamusal alandaki özgürlüklerin ve hakların bir gruba, bir kesime kayması anında devlet koruyuculuğu devreye girer ve haksızlığı önler. Devlet kamusal alanda herkes için geçerli olan hakları bir kesime yasaklayamaz ya da sınırlayamaz.
Buradan hareketle laiklik ilkesinin yorum farklılığını gündeme getirmek gerekir. Anayasamızın değiştirilemez maddesi olan laiklik maddesi, ilelebet var olacaktır. Ancak günün şartlarına, toplum yapımıza uygun olarak yorum farklılıklarını ortadan kaldırmak gerekir. Bu, laikliğin özünü değiştirmeyecek, bilakis toplumun bir arada daha uyum içinde yaşamasına katkı sağlayacaktır.
Dünyada bir çok örneği olan laiklik uygulamasının, Türkiye'dekine benzer tek örneği sadece Fransa vardır. Orada bile laiklikten yola çıkarak hak ve özgürlükler bizdeki kadar kısıtlanmamıştır.
Laikliği bir toplumsal barış ve uzlaşı mekanizması olarak algılamak gerekir. Laiklik, devletin inançlar karşısında tarafsızlığını zorunlu kılar. Bütün inançların kendisini ifade etmesine imkan vermek, bireylerin ibadet hürriyetini sağlamak laiklik ilkesinin temel işlevidir. Devlet, bu işlevi uygulayan ve tüm inançlara eşit mesafede davranan aygıttır.
Sorun işte burada başlamaktadır. Devlet, dini inançların yaşamasını teminat altına alması gerekirken, tam tersine kamusal alanda bazı inançların yaşam hakkını, ifade hürriyetini kısıtlamaktadır. Bunu da laiklik adına yapmaktadır ki, siyaset bilimi açısından büyük bir çelişkidir. Bu çelişki yıllardır Türkiye'nin iç huzurunu zedelemekte ve bitmez tükenmez sorunları beraberinde getirmektedir. Aydınların, siyasetçilerin ve akademisyenlerin hep birlikte çözmesi gereken yorum farkından kaynaklanan işte bu çelişkidir."

KÜRESELLEŞME VE TÜRKİYE...
Konuşmasında küreselleşme ve değişim olgusuna da dikkat çeken Arınç "Türkiye, dünya siyasetinin aktif bir üyesi, dengeleri değiştirecek bir ülkesi olmak zorundadır. Hiçbir dönemde pasif, edilgen ve boyun eğen bir devlet olmayı kabul etmeyen Türkiye, küresel siyaset aktörü olmak için hızla değişime ayak uydurmak zorundadır." Dedi.

Türkiye'nin bu gücünü ve potansiyelini gören çevreler bugün aktif durumdadır diye konuşan Meclis Başkanı Arınç "Batı ülkelerinde sözde Ermeni soykırımını bahane eden çevreler, Türkiye aleyhine bir süredir kampanya yürütüyorlar. 24 Nisan'ı sözde soykırımın yıl dönümü sayanlar, yarın yeniden bu karalama kampanyasını gündeme taşıyacaklardır." Dedi.

"ORTAK HAYALLERE VE HEDEFLERE İHTİYACIMIZ VAR"

Konuşmasında son günlerde artan terör olaylarına da değinen Arınç şunları dedi:
"Terör olayları da son günlerde tırmanışa geçti. Terörizm ülkemizin bir çok bölgesinde askerlerimizi, polisimizi, sivil vatandaşlarımızı hedef alıyor. Amaçları kargaşa yaratmak, huzursuzluk çıkarmak ve nifak tohumları ekmektir.
Ülkemizin bütünlüğünü hedef alan bu terörist faaliyetlerinin tam da bu günlerde ortaya çıkması düşündürücüdür. Türkiye ne zaman güçlense, ne zaman bölgesinde etkin olmaya çalışsa, birilerinin maşası olan teröristler sahneye çıkıyor ve ülkenin gücünü zayıflatmaya çalışıyorlar.
Ancak bu konuda başarılı olmaları mümkün değildir. Ordumuz, güvenlik kuvvetlerimiz ve devletimizin tüm unsurları, terörizme karşı büyük bir kararlılıkla görevlerinin başındadır.
Tüm bu nedenlerden dolayı, artık iç politik çekişmelerden kurtulmak gerekir. Artık enerjimizi tüketen ve yıllardır ülkenin ilerlemesini engelleyen prangalardan kurtulmak gerekir.
Teröre, uluslararası karalama kampanyalarına karşı, yani gücümüzü zayıflatmak isteyenlere karşı birlikte hareket etmek zorundayız.
Ortak bir akla ihtiyacımız var. Ortak hayallere ve hedeflere ihtiyacımız var. Yıllardır kendi içimizdeki çekişmeler, kavgalar yüzünden kaybettiğimiz enerji ülkeye yeterince zarar verdi.
Buna dur demenin zamanı gelmiştir.
Türkiye, tarihinin en önemli fırsatlarını yakaladığı bir dönemden geçmektedir. Ülkenin en önemli değişim projelerinden bir olan AB üyeliğimiz yolunda artık çok kritik bir noktaya geldik. Türkiye'nin AB üyeliği tüm dünyada büyük bir açılımın işareti olacaktır. Müslüman bir ülke tarihte ilk defa AB üyesi haline gelecektir ki, bu medeniyetler arası çatışma yaşanacağını iddia edenlere en güçlü cevap olacaktır. "

TÜRKİYE'NİN TARİHİ GÜCÜ VE MİSYONU...
Geçtiğimiz günlerde İstanbul'da gerçekleştirilen İslam Konferansı Örgütü Parlamentolararası Birliği 4. Toplantısını da hatırlatan Meclis Başkanı Arınç Türkiye'nin tarihi ve stratejik gücüne dikkat çekerek şunları kaydetti:
"Öte yandan, krizlerle boğuşan bölgemiz açısından da Türkiye'nin konumu hayati önem taşımaktadır. Güçlü bir Türkiye, sadece kendi halkına değil, bölgesindeki tüm halklara huzur ve barış getirecektir. Türkiye'nin tarihi geçmişi, Balkanlardan, Kafkaslara kadar tüm ülkelerde derin izler bırakmıştır. Bu ülkeler geçmişin en güçlü ülkesi ve geleceğin parlayan yıldızı olan Türkiye'ye hala umutla bakmaktadır.
Bunun son örneğini geçtiğimiz haftalarda, Meclisimizin ev sahipliğinde yaptığımız İKÖPAB toplantısında gördük. 47 ülkenin parlamento temsilcileri İstanbul'da yapılan toplantıda Türkiye'nin öncü gücünün önemini bir kez daha bize iletmiştir. Meclisimiz de iki ayrı deklarasyonun hazırlanmasına öncülük ederek, dünya barışı için tüm ülkelere önemli çağrılarda bulunmuştur.
Bu nedenle bölge ve dünya barışı için Türkiye artık bir misyon üstlenmek zorundadır. Tarihin akışını barışa doğru değiştirecek bir güce sahipken, bunu kullanamayan bir ülkeden tarih de, gelecek kuşaklar da hesap soracaktır.

Meclis Başkanı Arınç TBMM Genel Kurul'da yaptığı konuşmasını "Üzerimizdeki ölü toprağını atıp önce kenetlenmeliyiz. Geleneksel korkulardan kurtulmalıyız. Bu Meclisin açıldığı günlerde olduğu gibi kucaklaşmalıyız, kol kola girmeliyiz ve büyük Türkiye hayali için yola çıkmalıyız." sözleriyle tamamladı.

TBMM Başkanı Bülent Arınç'ın Meclis Genel Kurul'da yaptığı konuşmanın tam metnini "İlgili Dökümanlar" bölümünde bulubilirsiniz.