2004-09-20 - 11:51
Diyanet İşleri Başkanlığı 3. Din Şurası Açılış Töreninde konuşan Arınç, "terörizm din merkezli bir sorun değildir, adalet ve paylaşım merkezli bir sorundur" dedi.
TBMM BAŞKANI SAYIN BÜLENT ARINÇ'IN DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI 3. DİN ŞURASI'NDA YAPTIKLARI KONUŞMANIN TAM METNİ ŞÖYLE:
Diyanet İşleri Başkanlığımızın bu yıl üçüncüsünü düzenlediği Din Şurası'nda bulunmaktan dolayı memnuniyetimi belirtmeliyim.
Son derece önemli ve son derece hassas bir konuda yapılan bu şurada oldukça nitelikli ve donanımlı bilim adamlarımız, ilim adamlarımız tebliğler sunacak ve eminim ufkumuzu açacaklar. Sonuçta, sadece Türkiye'de değil tüm dünyada oldukça yoğun tartışılan din kavramı ve insanla olan ilişkisine dair doyurucu bilgiler edineceğiz.
Bu toplantının ilki 1993, ikincisi 1998 yılında yapıldı. Şimdi aradan geçen 6 yılın ardından üçüncüsü yapılıyor. Tüm şuralarda önemli konular ele alındı, önemli mesajlar verildi. Ancak bugün başlayan şura hepsinden önemli olacak. Çünkü son şuradan bu yana sadece rakamsal olarak 6 yıl geçmedi, aslında dünya çok büyük ve etkili bir tartışmanın içine girdi ve hala da çıkamadı.
11 eylül 2001'deki terör saldırısından sonra Amerika'dan başlayan ve tüm dünyaya yayılan tartışmanın ana unsuru uluslar arası terörizmdi. Ancak tartışma bugün "İslam ve terörizme" kaymış durumdadır.
İşte bu nedenle bugünkü şura hepsinden daha çok önem taşımaktadır. Buradan belki de tüm dünyanın cevap aradığı sorulara, tartıştığı konulara değinilecek ve cevaplar bulunacaktır.
Belki de bu cevapların bulunmasında en büyük gayreti biz sarf etmeliyiz. Çünkü İslam dünyasının en önemli ülkesi, medeniyetin ev sahibi olarak, biraz da sorumluluk sahibiyiz diye düşünüyorum.
Kültürel birikimimiz ve medeniyet geçmişimiz bizi tarihsel ve bölgesel bir sorumluluğa itiyor.
Kim ne derse desin Türkiye dünya müslüman halkları arasında hala lider bir ülkedir ve halen örnek alınan bir ülkedir. Sadece İslam coğrafyasında değil, batıda ve doğuda tüm ülkelerin gözü bizim üzerimizdedir. Bizim ne söyleyeceğimiz ve ne yapacağımız herkes için büyük bir önem taşıyor. Zira bu bölgenin en önemli, en güçlü ülkesi Türkiye'dir.
İşte burada toplanan ve Türkiye'nin en ciddi entelektüel birikimine sahip olan bilim adamlarımız, ana konuşlarını tartışırken İslam ve terörizm konusuna da bir açıklık getirmeliler diye düşünüyorum.
Dünyanın bazı kesimlerinde bize, yani müslümanlara yapılan bir haksızlık var: O da anlamı barış olan İslam dininin terörizmle yan yana anılmasıdır. Dünya'da barışı ve huzuru yaymakla yükümlü müslümanlar ise terörizmin sembol görüntüsü haline geldi.
Artık sinema filmlerinde, TV dizilerinde terörizm konusu hep müslüman tipler üzerinden işleniyor.
Bu, İslam dünyası açısından son derece yanlıştır ve üzücüdür.
Belki de İslam dünyası kendi özeleştirisini yapmalıdır. Kendimizi cesurca sorgulamalıyız ve sonunda cesurca kendimizi değiştirmeliyiz. Neden tüm dünyada böyle tanındığımızı, neden şiddet eğilimli insanların aramızda var olduğunu tartışmalıyız.
İlim adamlarımızın, akademisyenlerimizin bütün İslam coğrafyasında yayılacak ve zihinlerimizi yenileyecek bilimsel tartışmalar başlatmaları gerekir.
Biz kendimizi, konumumuzu ve dini algılayış biçimimizi çocuklarımız ve geleceğimiz için tartışmalıyız.
Batı dünyasındaki entelektüeller medeniyetler arası çatışmaları körüklerken biz burada medeniyetimizin ancak barış ve huzur veren bir medeniyet olduğunu söylüyor, bir de nerde yanlış yaptığımızı sorguluyoruz. Bunun erdemli ve sorumluluk bilinci taşıyan bir davranış olduğu kanaatindeyim.
Ancak batının bazı aydınları, ilim adamları ve siyasetçileri de kendilerini sorgulamalılar. Zira İslam ve terörizm asla yan yana anılacak iki kelime değildir. Terörizm din merkezli bir sorun da değildir, adalet ve paylaşım merkezli bir sorundur.
İngiltere'de İRA, İspanya'da ETA, Almanya'da RAF, İtalya'da Kızıl Tugaylar, Sri Lenka'da Tamil nasıl din kaynaklı terör örgütleri değilse, El Kaide ya da buna benzer örgütlerin beslenme kaynağı da din değildir.
Zira terörün dini olmaz ve hiçbir semavi din terörü beslemez.
Saygıdeğer konuklar
Uluslar arası kamuoyunun İslam dini ve terörizm merkezli tartışmalarının bizim kamuoyumuzu da etkilediğini düşünüyorum. Bizim kendi içimizde süren ve belki de ortak bir noktada buluşmaya doğru gittiğimiz laiklik konusu bu terörizm tartışmalarından sonra daha da diyalogdan uzaklaştığı kanaatindeyim. Bu konuda bazı çevrelerin bilinçli ya da bilinçsiz sorunu diyalog yoluyla değil, birbirinden uzaklaşarak tartışmaya ittiğini görüyorum.
İki gerçeği unutmadan bu tartışmaları sadece sorunu çözmek için sürdürmeliyiz.
Bir, biz doğu ile batı arasında, dünyada insanoğlunun kendi mutluluğu için ürettiği tüm medeniyet projelerine sıcak bakan ve öğrenmeye çalışan bir ülkeyiz. Ne yüzümüzü sadece batıya, ne de sadece doğuya döneriz. Biz belki de hem coğrafik hem de kültürel olarak iki medeniyetin kesişim noktasında olan dünyadaki tek ülkeyiz. Bu yüzden de din ile ilişkimizi, kültürlerle ilişkimizi, bir arada yaşama projelerimizi buna göre dizayn etmeliyiz.
İkinci unutmamamız gereken gerçek ise, halkı müslüman olan bir ülke olduğumuzdur. Nüfusunun büyük yoğunluğu müslüman olan bir ülkede eğer laiklik uygulanacaksa bunda çok hassas olunması gerekir. Bu hassasiyet, inanç hürriyeti, din ve vicdan özgürlüğünün kişiden yana kullanılması yönünde olmalıdır. Bunun örnekleri dünyanın bir çok ülkesinde var.
Ancak geleneksel korkular ve bireysel yanlış algılamalar bizim konuyu bilimsel bir zeminde tartışmamıza engel oluyor.
Oysa bizim ülkemizde uygulanacak gerçek anlamda bir laikliğin, belki de dünyadaki tartışmalara ve sorunlara çözüm bulması da mümkündür.
Laiklik tartışmasında bilim adamlarımızın daha fazla zihinsel uğraşıya, siyasetçilerimizin daha fazla ülke çıkarını gözetmeye, kamuoyu oluşturan organların daha fazla anlayışa ve hepimizin geleneksel korkulardan kurtulmaya ihtiyacı var.
Saygı değer konuklar, katılımcılar.
Türkiye'nin özgüven kaybı son iki yüzyıldır sürüyor. Bu özgüven kaybı uluslararası siyasetten, eğitim sistemimize, iç politikamıza ve tutumlarımıza yansıdı.
Ancak yeni yüzyıl Türkiye'nin yüz yılı olmalıdır. Yeni bir Türkiye, yeni bir anlayış ve yeni kalkınma hareketinin ilk sinyallerini görüyorum. Artık yeni kuşaklarımız kendine güvenen, cesur, inançlı, ülkesini, cumhuriyetini, demokrasisini seven bir kuşaktır. Cumhuriyetimizi kuran iradenin, onun lideri Atatürk'ün ve daha sonra bu ülkeye hizmet etmiş herkesin hayali de budur.
Çağdaş, modern ve güçlü bir devlet; bireylerin kendine olan özgüveni, sağlam toplumsal ilişkileri ve aslını reddetmemesiyle gerçekleşebilir.
Türkiye bu potansiyele, birikime ve kadrolara sahiptir.
Din şuramızın bu düşüncelerle hayırlı geçmesini umuyorum.
Buradaki tartışmaları ve tebliğlerin tümünü yakından takip edip değerli bilim, ilim ve irfan adamlarımızın fikirlerinden istifade etmeye çalışacağım.
Hepinize saygı ve sevgilerimi sunarım.
Diyanet İşleri Başkanlığımızın bu yıl üçüncüsünü düzenlediği Din Şurası'nda bulunmaktan dolayı memnuniyetimi belirtmeliyim.
Son derece önemli ve son derece hassas bir konuda yapılan bu şurada oldukça nitelikli ve donanımlı bilim adamlarımız, ilim adamlarımız tebliğler sunacak ve eminim ufkumuzu açacaklar. Sonuçta, sadece Türkiye'de değil tüm dünyada oldukça yoğun tartışılan din kavramı ve insanla olan ilişkisine dair doyurucu bilgiler edineceğiz.
Bu toplantının ilki 1993, ikincisi 1998 yılında yapıldı. Şimdi aradan geçen 6 yılın ardından üçüncüsü yapılıyor. Tüm şuralarda önemli konular ele alındı, önemli mesajlar verildi. Ancak bugün başlayan şura hepsinden önemli olacak. Çünkü son şuradan bu yana sadece rakamsal olarak 6 yıl geçmedi, aslında dünya çok büyük ve etkili bir tartışmanın içine girdi ve hala da çıkamadı.
11 eylül 2001'deki terör saldırısından sonra Amerika'dan başlayan ve tüm dünyaya yayılan tartışmanın ana unsuru uluslar arası terörizmdi. Ancak tartışma bugün "İslam ve terörizme" kaymış durumdadır.
İşte bu nedenle bugünkü şura hepsinden daha çok önem taşımaktadır. Buradan belki de tüm dünyanın cevap aradığı sorulara, tartıştığı konulara değinilecek ve cevaplar bulunacaktır.
Belki de bu cevapların bulunmasında en büyük gayreti biz sarf etmeliyiz. Çünkü İslam dünyasının en önemli ülkesi, medeniyetin ev sahibi olarak, biraz da sorumluluk sahibiyiz diye düşünüyorum.
Kültürel birikimimiz ve medeniyet geçmişimiz bizi tarihsel ve bölgesel bir sorumluluğa itiyor.
Kim ne derse desin Türkiye dünya müslüman halkları arasında hala lider bir ülkedir ve halen örnek alınan bir ülkedir. Sadece İslam coğrafyasında değil, batıda ve doğuda tüm ülkelerin gözü bizim üzerimizdedir. Bizim ne söyleyeceğimiz ve ne yapacağımız herkes için büyük bir önem taşıyor. Zira bu bölgenin en önemli, en güçlü ülkesi Türkiye'dir.
İşte burada toplanan ve Türkiye'nin en ciddi entelektüel birikimine sahip olan bilim adamlarımız, ana konuşlarını tartışırken İslam ve terörizm konusuna da bir açıklık getirmeliler diye düşünüyorum.
Dünyanın bazı kesimlerinde bize, yani müslümanlara yapılan bir haksızlık var: O da anlamı barış olan İslam dininin terörizmle yan yana anılmasıdır. Dünya'da barışı ve huzuru yaymakla yükümlü müslümanlar ise terörizmin sembol görüntüsü haline geldi.
Artık sinema filmlerinde, TV dizilerinde terörizm konusu hep müslüman tipler üzerinden işleniyor.
Bu, İslam dünyası açısından son derece yanlıştır ve üzücüdür.
Belki de İslam dünyası kendi özeleştirisini yapmalıdır. Kendimizi cesurca sorgulamalıyız ve sonunda cesurca kendimizi değiştirmeliyiz. Neden tüm dünyada böyle tanındığımızı, neden şiddet eğilimli insanların aramızda var olduğunu tartışmalıyız.
İlim adamlarımızın, akademisyenlerimizin bütün İslam coğrafyasında yayılacak ve zihinlerimizi yenileyecek bilimsel tartışmalar başlatmaları gerekir.
Biz kendimizi, konumumuzu ve dini algılayış biçimimizi çocuklarımız ve geleceğimiz için tartışmalıyız.
Batı dünyasındaki entelektüeller medeniyetler arası çatışmaları körüklerken biz burada medeniyetimizin ancak barış ve huzur veren bir medeniyet olduğunu söylüyor, bir de nerde yanlış yaptığımızı sorguluyoruz. Bunun erdemli ve sorumluluk bilinci taşıyan bir davranış olduğu kanaatindeyim.
Ancak batının bazı aydınları, ilim adamları ve siyasetçileri de kendilerini sorgulamalılar. Zira İslam ve terörizm asla yan yana anılacak iki kelime değildir. Terörizm din merkezli bir sorun da değildir, adalet ve paylaşım merkezli bir sorundur.
İngiltere'de İRA, İspanya'da ETA, Almanya'da RAF, İtalya'da Kızıl Tugaylar, Sri Lenka'da Tamil nasıl din kaynaklı terör örgütleri değilse, El Kaide ya da buna benzer örgütlerin beslenme kaynağı da din değildir.
Zira terörün dini olmaz ve hiçbir semavi din terörü beslemez.
Saygıdeğer konuklar
Uluslar arası kamuoyunun İslam dini ve terörizm merkezli tartışmalarının bizim kamuoyumuzu da etkilediğini düşünüyorum. Bizim kendi içimizde süren ve belki de ortak bir noktada buluşmaya doğru gittiğimiz laiklik konusu bu terörizm tartışmalarından sonra daha da diyalogdan uzaklaştığı kanaatindeyim. Bu konuda bazı çevrelerin bilinçli ya da bilinçsiz sorunu diyalog yoluyla değil, birbirinden uzaklaşarak tartışmaya ittiğini görüyorum.
İki gerçeği unutmadan bu tartışmaları sadece sorunu çözmek için sürdürmeliyiz.
Bir, biz doğu ile batı arasında, dünyada insanoğlunun kendi mutluluğu için ürettiği tüm medeniyet projelerine sıcak bakan ve öğrenmeye çalışan bir ülkeyiz. Ne yüzümüzü sadece batıya, ne de sadece doğuya döneriz. Biz belki de hem coğrafik hem de kültürel olarak iki medeniyetin kesişim noktasında olan dünyadaki tek ülkeyiz. Bu yüzden de din ile ilişkimizi, kültürlerle ilişkimizi, bir arada yaşama projelerimizi buna göre dizayn etmeliyiz.
İkinci unutmamamız gereken gerçek ise, halkı müslüman olan bir ülke olduğumuzdur. Nüfusunun büyük yoğunluğu müslüman olan bir ülkede eğer laiklik uygulanacaksa bunda çok hassas olunması gerekir. Bu hassasiyet, inanç hürriyeti, din ve vicdan özgürlüğünün kişiden yana kullanılması yönünde olmalıdır. Bunun örnekleri dünyanın bir çok ülkesinde var.
Ancak geleneksel korkular ve bireysel yanlış algılamalar bizim konuyu bilimsel bir zeminde tartışmamıza engel oluyor.
Oysa bizim ülkemizde uygulanacak gerçek anlamda bir laikliğin, belki de dünyadaki tartışmalara ve sorunlara çözüm bulması da mümkündür.
Laiklik tartışmasında bilim adamlarımızın daha fazla zihinsel uğraşıya, siyasetçilerimizin daha fazla ülke çıkarını gözetmeye, kamuoyu oluşturan organların daha fazla anlayışa ve hepimizin geleneksel korkulardan kurtulmaya ihtiyacı var.
Saygı değer konuklar, katılımcılar.
Türkiye'nin özgüven kaybı son iki yüzyıldır sürüyor. Bu özgüven kaybı uluslararası siyasetten, eğitim sistemimize, iç politikamıza ve tutumlarımıza yansıdı.
Ancak yeni yüzyıl Türkiye'nin yüz yılı olmalıdır. Yeni bir Türkiye, yeni bir anlayış ve yeni kalkınma hareketinin ilk sinyallerini görüyorum. Artık yeni kuşaklarımız kendine güvenen, cesur, inançlı, ülkesini, cumhuriyetini, demokrasisini seven bir kuşaktır. Cumhuriyetimizi kuran iradenin, onun lideri Atatürk'ün ve daha sonra bu ülkeye hizmet etmiş herkesin hayali de budur.
Çağdaş, modern ve güçlü bir devlet; bireylerin kendine olan özgüveni, sağlam toplumsal ilişkileri ve aslını reddetmemesiyle gerçekleşebilir.
Türkiye bu potansiyele, birikime ve kadrolara sahiptir.
Din şuramızın bu düşüncelerle hayırlı geçmesini umuyorum.
Buradaki tartışmaları ve tebliğlerin tümünü yakından takip edip değerli bilim, ilim ve irfan adamlarımızın fikirlerinden istifade etmeye çalışacağım.
Hepinize saygı ve sevgilerimi sunarım.
