2004-04-19 - 00:00
Bülent Arınç, TBMM'nin yakın bir gelecekte siyasetin en güvenilir kurumu olacağını söyledi.
Başbakan Erdoğan, hiç kimsenin, ayrılmaz bir bütün haline gelmiş cumhuriyet ile demokrasiyi çatıştırmaya hakkı olmadığını söyledi.
CHP Genel Başkanı Baykal ise, ''Demokrasiyi daha ileri götürmek cumhuriyet kazanımından vazgeçmek anlamına gelmez, gelmeyecektir'' dedi
84. Milli Egemenlik Haftası etkinlikleri kapsamında düzenlenen 'Milli Egemenlik ve Siyaset' konulu sempozyum TBMM eski Senato Salonu'nda yapıldı.
CHP İstanbul Milletvekili Şükrü Elakdağ'ın başkanlık ettiği sempozyumun ilk oturumuna TBMM Başkanı Arınç, AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile CHP Genel Başkanı Deniz Baykal konuşmacı olarak katıldılar.
Saygı duruşu ve İstiklal Marşı'nın okunmasının ardından başlayan Sempozyuma TBMM Başkanlık Divanı üyeleri, bazı bakanlar, milletvekilleri, siyasi partilerin grup yöneticileri ile bilim adamları ve siyasetçiler ile yöneticilerinin de aralarında bulunduğu çok sayıda dinleyici de katıldı.
TBMM Başkanı Bülent Arınç, Sempozyumda yaptığı konuşmada, bugün Türkiye'de siyaset kurumunun önündeki en önemli ödevin, bir toplumsal mutabakat metni olarak yeni bir anayasanın oluşmasına katkıda bulunmak olduğunu söyledi.
Konuşmasında 128 yıllık geçmişe sahip Türk parlamento tarihinin aşamalarını anlatan Arınç, Kurtuluş Savaşı öncesi, 1920'de Birinci Meclis'in toplandığını hatırlatarak, ''Burada dikkat edilecek husus, işgal altında, bağımsızlık savaşının ortasında, daha ordu kurulmadan ilk önce Meclisin açılması ve tüm yetkilerin ona devredilmesidir. Demek ki milli iradenin ülke yönetimine yansıması, o dönem için her şeyden önce gelmekteydi'' dedi.
Arınç, 1921 Anayasası'nın belki de bu hassasiyetin yansıtıldığı en güçlü anayasalardan biri olduğunu dile getirerek, 1925 yılına kadar milli egemenlik kavramının, siyasetle en direkt, en güçlü ve en olması gereken ilişkisini kurduğu, en gurur verici bir dönem olduğunu söyledi.
TBMM Başkanı Arınç, Cumhuriyet'i kuran iradenin, 1920'de Meclis olarak siyasette daha fazla etkin, toplumda daha fazla itibarlı ve daha güçlü olmasına karşın, aradan geçen 84 yıl boyunca, yıpranan siyaset kurumu ve Meclis dışındaki siyasi objelerin güçlenmesi nedeniyle, Meclisin siyasi arenada etkinliğinin ve itibarının zayıfladığını belirtti.
''Bugün Türkiye'de siyaset kurumunun önündeki en önemli ödev, bir toplumsal mutabakat metni olarak yeni bir anayasanın oluşmasına katkıda bulunmaktır.'' diyen Arınç, şöyle devam etti:
''Halk iradesinin duygusal atıflardan öteye, doğrudan ve toplumun her kesimini temsil eder şekilde yönetim erkine yansımasını yeniden gözden geçirmeliyiz. Türkiye sahip olduğu demokrasiyi derinleştirip, yerleşik bir demokrasiye dönüştürmek için, onun katılımcı ve çoğulcu niteliğini geliştirmelidir. Ancak bu sayede kesintilerle oluşturamadığımız parlamenter gelenek ve demokratik kültür oluşacaktır. Vatandaşlık bilincinin aktifleşerek, milli egemenliği bireysel düzeyde yaşanır hale getirilmesi büyük önem taşımaktadır. Elbette kamu yönetiminin halkın doğrudan siyasi katılımını besleyecek şekilde yapılanması bu süreci hızlandıracaktır.''
Yasama organının güçlendirilmesinin, önümüzdeki günlerde gündeme gelecek olan Anayasa değişiklikleri ortamında yeniden tartışılacağını bildiren Arınç, şunları söyledi:
''Toplumsal bir mutabakatla, ortak bir konsensüsle, tüm hayatımızı şekillendiren Anayasamızın biçimlendirilmesi gerekir. Türkiye artık geleneksel tutucu alışkanlıklarını bir kenara bırakarak hukuk devleti, demokrasi, ortak hedefler ve toplumun ihtiyaçlarını göz önüne alarak siyaset kurallarını yenilemelidir.
Anayasamız toplumun mutabakat metniyse, bu metin üzerindeki tartışmaları da ortak yapmalı, ayrılıklarımızı değil, ortak yönlerimizi belirleyerek Anayasa değişikliğini gerçekleştirmeliyiz.''
Arınç, anayasal gelişme süreci konusunda Fransa'yı örnek vererek, 1958 Fransız Anayasası'nın, 1789 Devrimi'nden sonra Fransa'daki 16'ıncı anayasa olduğuna dikkati çekti.
Türkiye'nin, medeniyetlerin ortak potası olduğuna işaret eden TBMM Başkanı Bülent Arınç, böyle bir ülkenin, modernleşmenin şu andaki virajında Avrupa Birliği hedefine kilitlenmesinin, tüm dünya için önemli bir kazanım olduğunu belirtti. Arınç, inşa halinde bir medeniyet tasavvuru olarak Avrupa Birliği'nin, Müslüman dünyaya ve İslam'a ilişkin tüm bakış açısını, Türkiye'nin üyeliği ile yeniden gözden geçireceğini ifade ederek, ''Böylece çatışma, iletişimsizlik ve yok sayma yerine; anlama, diyalog ve işbirliğine dayalı bir Avrupa vizyonu, en sağlıklı biçimde Türkiye'nin katkılarıyla oluşturacağı inancındayım'' diye konuştu.
BAŞBAKAN ERDOĞAN'IN KONUŞMASI
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da 84 yıl önce kurulan TBMM'nin, aradan geçen zaman boyunca milli egemenliğin, Cumhuriyet değerlerinin ve çağdaş uygarlık yolundaki yürüyüşün sembolü olduğunu söyledi.
Atatürk'ün ''Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir'' sözünü, TBMM'nin demokrasinin kalbi olduğunun açık delili olarak nitelendiren Erdoğan, şöyle konuştu:
''Milletin iradesi bu çatı altında tecessüm etmektedir. Bu çatı altında bulunanlar, milletin ortak iradesini ve vicdanını temsil etmektedir. Siyasi meşruiyetin biricik kaynağının millet olduğunu ifade eden milli egemenlik fikri, demokrasinin, üniter devletin ve laikliğin de temelini oluşturmaktadır.
Cumhuriyetimizin temel değerleri, milli egemenlik zemini üzerinde şekillenmektedir. Demokrasi, demosun, yani halkın, milletin iktidarıdır. Demokrasinin kurucu öznesi millettir.
Dolayısıyla millete dayanmayan, meşruiyetini milletten almayan hiçbir iktidar demokratik değildir. Üniter devlet bir millet tasavvuruna dayanır. Ortak bir tarih ve ortak bir ideale sahip bu milletin hukuki varlığı, vatandaşlık müessesesiyle belirlenir. Vatandaşlık bağı, milletin her ferdini eşit kılar. Üniter devletin kaynağı olan millet, başka hiç bir fark gözetilmeksizin, vatandaşlık esasında birbirine eşit fertlerden müteşekkil bir bütündür.''
Başbakan Erdoğan, laikliğin dini inanç ve dünya görüşü farklılıklarını, milletin mevcudiyetine engel olarak görmeyen bir anlayışın ürünü olduğunu ifade ederek, ''laik devlet sadece dini normlar tarafından belirlenmeyen devlet değildir. Milli egemenliğin gereği olarak laik devlet, aynı zamanda, milletin yaşattığı farklı inanç ve değerlere eşit mesafede olan, bu inançlar arasında ayrım gözetmeyen ve inanç alanında özgürlükçü bir ortam tesis eden devlettir'' diye konuştu. Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti'nin demokratik prensipler üzerinde yükseldiğini belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Bugün hiç kimsenin, ayrılmaz bir bütün haline gelmiş Cumhuriyetimizle demokrasimizi çatıştırmaya, birbirleriyle kıyaslamaya hakkı yoktur. Zaten bunların kıyaslanması da mümkün değildir. Cumhuriyet bizim asla terk etmeyeceğimiz yönetim biçimimizdir, demokrasi ise siyasal sistemimizin temelinde yatan unsurdur. Bu iki kavram birbirini bütünleyici bir mahiyete sahiptir ve birbirlerinin uğruna asla feda edilemezler.
Cumhuriyetin cumhuru ile demokrasinin demosu aynı meşruiyet kaynağına, yani millete işaret etmektedir. Cumhuriyetimizi koruyacak ve ilelebet payidar kılacak olan temel unsur, onun demokratik niteliğidir. Dolayısıyla asıl üzerinde ısrar edeceğimiz husus, demokrasimizi evrensel ve medeni standartlara uygun, örnek bir rejim haline getirmek olmalıdır.
100. kuruluş yıldönümünü kutlamaya hazırlandığımız Cumhuriyetimiz için en büyük hedefimiz, demokrasimizi eksikliklerinden arındırarak, yürüdüğümüz çağdaş uygarlık seviyesine yakışır bir hale getirmek olmalıdır.''
Durmadan korkular ve bahaneler üreterek bu yepyeni Türkiye'nin hızını kesmeye kimsenin hakkı olmadığını belirten Erdoğan, şöyle konuştu:
''28 Mart'ta yapılan seçimler, milletimizin demokratik haklarını en bilinçli şekilde yaptığının, yönetime katılma noktasında dünya standartlarının üstünde bir demokratik olgunluğa sahip olduğunun açık işaretlerini ortaya koymuştur. Milletimizin bu ülke için neyin iyi, neyin kötü olduğu konusunda keskin dikkatinin hakkını herkes teslim etmelidir. Bu tablonun, Milli Egemenlik Haftası kutlamalarına ayrı bir anlam ve coşku kattığı kanaatindeyim. Türkiye kendi büyük potansiyeline ve insan kalitesine güvenerek bütün engelleri aşacak ve çağdaş uygarlık seviyesini bir bütün olarak her alanda yakalayacaktır. Bugünlerin uzakta olmadığına inanıyorum.''
CHP GENEL BAŞKANI BAYKAL
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Lozan Barış Anlaşması'nı ''Herkesin ortak iftihar kaynağı olması gereken büyük ulusal dayanak noktası'' olarak değerlendirerek, ''Bugünkü sıkıntılarımızı kabul ettirebilmek için bunları gözden düşürecek girişimlerden kaçınmalıyız'' dedi.
Baykal, TBMM'de düzenlenen ''Milli Egemenlik ve Siyaset'' konulu sempozyumda yaptığı konuşmada, Lozan Barış Anlaşması ile ilgili tartışmalara değindi. ''Lozan, al-ver pazarlığı yapılan bir müzakere olmamıştır'' diyen Baykal, Lozan'ın, ''bir ulusun silah meydanında kazandığı bağımsız yaşama mücadelesinin tescil edilip edilmeyeceği bir diplomatik tartışma olduğunu'' belirtti. Toprak pazarlığının Lozan'da yaşanmadığını vurgulayan Baykal, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Kapitülasyonlar sona erdirilmiştir, Türkiye hukukunun işleyeceği orada kabul edilmiştir. Türkiye'nin etnik bir parçalanmaya sürüklenmesinin kabul edilemeyeceği tescil edilmiştir. Boğazlar meselesi ertelenmiştir. Misak-ı Milli sınırları içinde yeralan her yer hiçbir ödün verilmeden Türkiye Cumhuriyeti'nin bir parçası olarak kabul edilmiştir.
Bu durum hepimizin ortak iftihar kaynağımız olması gereken büyük ulusal dayanak noktalarımızdır. Bugünkü sıkıntılarımızı kabul ettirebilmek için bunları gözden düşürecek girişimlerden kaçınmalıyız. Hepimiz bu noktada dikkatli olmalıyız. Lozan bu anlamda bugünkü sıkıntılarımızla mukayese edilebilir bir olay değildir, Türkiye'nin bağımsızlığının bütün dünyaya kabul ettirildiği ulusal bir zaferdir. Lozan konusunda bir tartışmayı bu açıdan uygun görmediğimi ifade etmek istiyorum.''
Baykal, laiklik konusundaki görüşlerini açıklarken de laikliğin bütün inançların devlet gözünde eşit ve aynı derecede saygıdeğer olduğunun kabulü olduğunu ifade etti. Ancak laiklik anlayışının sadece din özgürlüğü, hoşgörü, tolerans anlayışına indirmesi durumunda laikliğin eksik anlaşılmış olacağını bildiren Baykal, ''Bütün inançlara aynı saygıyı gösterirken hiçbir inancın hiçbir dinsel düşüncenin, teokratik kabulün eğitimi, hukuku ve devlet yönetiminin şekillendirmesinin doğru olmadığı anlayışıdır, laiklik'' dedi.
Baykal, ''Türkiye modeli''nin; inançların hukuka, eğitime, devlet yönetimine hakim olduğu toplum yaşamından, inançlara saygı duyarak, onu eğitim, hukuk ve devlet yönetiminden uzaklaştırmak olduğunu da söyledi.
Ulusal egemenlik kavramının önemli boyutlarından birinin ekonomi olduğuna da dikkati çeken Baykal, dış borçların bunu olumsuz etkilemesinin önüne geçilmesi gerektiğini ifade etti. Baykal, bunun için ülke ekonomisinin ''Kendi ayakları üzerinde tutmayı sağlamak'' gereğini vurgulayarak bununla ilgili tarihten örnekler verdi.
CHP Genel Başkanı Baykal, bütün dünyanın saygı duyduğu ''Türkiye deneyimi''ne sahip çıkılması gerektiğini belirttiği konuşmasında, Cumhuriyet'e ve demokrasiye birlikte sahip çıkılması gerektiğini söyledi.
Cumhuriyet ile demokrasi arasında bir çatışmanın varlığından söz edilmesinin yanlış olacağını ifade eden Baykal, ''Cumhuriyet deneyimini yaşamadan bir sandık ve oy mekanizması ile demokrasiyi idame ettirmek mümkün değildir'' diye konuştu. Cumhuriyeti azaltarak demokrasinin arttırılamayacağı kaydeden Baykal, ''Cumhuriyet, demokrasiyi tehdit etmez, etmemelidir. Demokrasi cumhuriyetten korkmaz, korkmamalıdır. Bugün demokrasinin eksiklikleri vardır. Demokrasiyi daha ileri götürmek cumhuriyet kazanımından vazgeçmek anlamına gelmez, gelmeyecektir'' dedi.
Baykal, ulusal egemenlik anlayışının Avrupa Birliği ve uluslararası oluşumlar dikkate alındığında yeni bir yaklaşıma gereksinimi olduğunu da söyledi. Baykal, bunun ulusal egemenlik kavramına ihanet anlamına gelmeyeceğini de kaydetti.
Baykal, konuşmasında 23 Nisan 1920'yi, 1876'nın doğal sonucu olarak görmenin, bunun bir organik sonucu olarak değerlendirmenin yanlış olacağını ifade etti. ''1920 yepyeni bir başlangıçtır'' diyen Baykal, bunun çıkış noktasının, amacının ve niteliğinin farklı olduğunu belirtti. Baykal, 1876'daki egemenlik kavramı ile 1920'deki egemenlik kavramı karşılaştırıldığında ortaya büyük bir farkın çıkacağını bildirdi. Türkiye'nin bir anda milli egemenliği ilan etmediğini, milli egemenliği inşa ettiğini kaydeden Baykal, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Milli egemenliğini bir başlangıcını arıyorsak bu başlangıcı 1876'da, 1908'de değil, bence Mustafa Kemal'in 1919 Haziranında yaptığı Amasya Tamimi'nde bulabiliriz. Çünkü ilk kez burada milli iradeden söz edilmiştir. (Türkiye'nin sıkıntısını ne çözecek?) sorusuna cevaben dayanak bu açıklama ile ilan edilmiştir; (Milletin iradesi) denilmiştir. Bu başlangıç bir süre sonra kendisini bu anlayışın uygulanmasında göstermiştir.''
Baykal, 1920'de Ankara'da toplanan Meclis'in İstanbul Meclisinin uzantısı olmadığını da vurguladı. Türkiye'de ordu kurulmadan Meclis'in kurulduğunu belirten Baykal, ulusal mücadelenin bir askeri proje değil, siyasi proje olduğuna dikkati çekti. ''Bu yepyeni devrimci bir başlangıçtır'' diyen Baykal, şöyle konuştu:
''Çünkü milli irade dediğiniz zaman varolan hakimiyete şirk koşuyorsunuz, saltanata şirk koşuyorsunuz, hilafete şirk koşuyorsunuz, teokrasiye meydan okuyorsunuz. Varolan hakimiyet uygulamalarını reddediyorsunuz. Milli irade yeni bir hakimiyeti tanımlıyorsunuz.''
Baykal, milli egemenlik çerçevesinde, hiçbir teokratik, dogmatik egemenliğin, zümresel farklılık ya da cinsiyet ve inanç farklılığının kabul edilemeyeceğini de söyledi.
Oturum Başkanı, CHP İstanbul Milletvekili Şükrü Elekdağ da konuşmasında, Atatürk'ün milli egemenliğe verdiği önemi, örnekleriyle anlatarak, Meclis'in vazgeçilmezliğine verdiği değeri dile getirdi ve milli egemenliğin sürdürülmesinin güçlü bir ekonomiyle mümkün olduğunu vurguladı.Elekdağ, güçlü bir ekonomiye sahip olunmadıkça, uluslararası kuruluşlarca dikte edilen ve istihdamı içermeyen ekonomik programların uygulanmak zorunda kalınacağını belirterek, ekonomik yapıdaki aksaklıkların reformlarla giderilmesinin önemini belirtti.
CHP İstanbul Milletvekili Şükrü Elakdağ'ın başkanlık ettiği sempozyumun ilk oturumuna TBMM Başkanı Arınç, AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile CHP Genel Başkanı Deniz Baykal konuşmacı olarak katıldılar.
Saygı duruşu ve İstiklal Marşı'nın okunmasının ardından başlayan Sempozyuma TBMM Başkanlık Divanı üyeleri, bazı bakanlar, milletvekilleri, siyasi partilerin grup yöneticileri ile bilim adamları ve siyasetçiler ile yöneticilerinin de aralarında bulunduğu çok sayıda dinleyici de katıldı.
TBMM Başkanı Bülent Arınç, Sempozyumda yaptığı konuşmada, bugün Türkiye'de siyaset kurumunun önündeki en önemli ödevin, bir toplumsal mutabakat metni olarak yeni bir anayasanın oluşmasına katkıda bulunmak olduğunu söyledi.
Konuşmasında 128 yıllık geçmişe sahip Türk parlamento tarihinin aşamalarını anlatan Arınç, Kurtuluş Savaşı öncesi, 1920'de Birinci Meclis'in toplandığını hatırlatarak, ''Burada dikkat edilecek husus, işgal altında, bağımsızlık savaşının ortasında, daha ordu kurulmadan ilk önce Meclisin açılması ve tüm yetkilerin ona devredilmesidir. Demek ki milli iradenin ülke yönetimine yansıması, o dönem için her şeyden önce gelmekteydi'' dedi.
Arınç, 1921 Anayasası'nın belki de bu hassasiyetin yansıtıldığı en güçlü anayasalardan biri olduğunu dile getirerek, 1925 yılına kadar milli egemenlik kavramının, siyasetle en direkt, en güçlü ve en olması gereken ilişkisini kurduğu, en gurur verici bir dönem olduğunu söyledi.
TBMM Başkanı Arınç, Cumhuriyet'i kuran iradenin, 1920'de Meclis olarak siyasette daha fazla etkin, toplumda daha fazla itibarlı ve daha güçlü olmasına karşın, aradan geçen 84 yıl boyunca, yıpranan siyaset kurumu ve Meclis dışındaki siyasi objelerin güçlenmesi nedeniyle, Meclisin siyasi arenada etkinliğinin ve itibarının zayıfladığını belirtti.
''Bugün Türkiye'de siyaset kurumunun önündeki en önemli ödev, bir toplumsal mutabakat metni olarak yeni bir anayasanın oluşmasına katkıda bulunmaktır.'' diyen Arınç, şöyle devam etti:
''Halk iradesinin duygusal atıflardan öteye, doğrudan ve toplumun her kesimini temsil eder şekilde yönetim erkine yansımasını yeniden gözden geçirmeliyiz. Türkiye sahip olduğu demokrasiyi derinleştirip, yerleşik bir demokrasiye dönüştürmek için, onun katılımcı ve çoğulcu niteliğini geliştirmelidir. Ancak bu sayede kesintilerle oluşturamadığımız parlamenter gelenek ve demokratik kültür oluşacaktır. Vatandaşlık bilincinin aktifleşerek, milli egemenliği bireysel düzeyde yaşanır hale getirilmesi büyük önem taşımaktadır. Elbette kamu yönetiminin halkın doğrudan siyasi katılımını besleyecek şekilde yapılanması bu süreci hızlandıracaktır.''
Yasama organının güçlendirilmesinin, önümüzdeki günlerde gündeme gelecek olan Anayasa değişiklikleri ortamında yeniden tartışılacağını bildiren Arınç, şunları söyledi:
''Toplumsal bir mutabakatla, ortak bir konsensüsle, tüm hayatımızı şekillendiren Anayasamızın biçimlendirilmesi gerekir. Türkiye artık geleneksel tutucu alışkanlıklarını bir kenara bırakarak hukuk devleti, demokrasi, ortak hedefler ve toplumun ihtiyaçlarını göz önüne alarak siyaset kurallarını yenilemelidir.
Anayasamız toplumun mutabakat metniyse, bu metin üzerindeki tartışmaları da ortak yapmalı, ayrılıklarımızı değil, ortak yönlerimizi belirleyerek Anayasa değişikliğini gerçekleştirmeliyiz.''
Arınç, anayasal gelişme süreci konusunda Fransa'yı örnek vererek, 1958 Fransız Anayasası'nın, 1789 Devrimi'nden sonra Fransa'daki 16'ıncı anayasa olduğuna dikkati çekti.
Türkiye'nin, medeniyetlerin ortak potası olduğuna işaret eden TBMM Başkanı Bülent Arınç, böyle bir ülkenin, modernleşmenin şu andaki virajında Avrupa Birliği hedefine kilitlenmesinin, tüm dünya için önemli bir kazanım olduğunu belirtti. Arınç, inşa halinde bir medeniyet tasavvuru olarak Avrupa Birliği'nin, Müslüman dünyaya ve İslam'a ilişkin tüm bakış açısını, Türkiye'nin üyeliği ile yeniden gözden geçireceğini ifade ederek, ''Böylece çatışma, iletişimsizlik ve yok sayma yerine; anlama, diyalog ve işbirliğine dayalı bir Avrupa vizyonu, en sağlıklı biçimde Türkiye'nin katkılarıyla oluşturacağı inancındayım'' diye konuştu.
BAŞBAKAN ERDOĞAN'IN KONUŞMASI
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da 84 yıl önce kurulan TBMM'nin, aradan geçen zaman boyunca milli egemenliğin, Cumhuriyet değerlerinin ve çağdaş uygarlık yolundaki yürüyüşün sembolü olduğunu söyledi.
Atatürk'ün ''Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir'' sözünü, TBMM'nin demokrasinin kalbi olduğunun açık delili olarak nitelendiren Erdoğan, şöyle konuştu:
''Milletin iradesi bu çatı altında tecessüm etmektedir. Bu çatı altında bulunanlar, milletin ortak iradesini ve vicdanını temsil etmektedir. Siyasi meşruiyetin biricik kaynağının millet olduğunu ifade eden milli egemenlik fikri, demokrasinin, üniter devletin ve laikliğin de temelini oluşturmaktadır.
Cumhuriyetimizin temel değerleri, milli egemenlik zemini üzerinde şekillenmektedir. Demokrasi, demosun, yani halkın, milletin iktidarıdır. Demokrasinin kurucu öznesi millettir.
Dolayısıyla millete dayanmayan, meşruiyetini milletten almayan hiçbir iktidar demokratik değildir. Üniter devlet bir millet tasavvuruna dayanır. Ortak bir tarih ve ortak bir ideale sahip bu milletin hukuki varlığı, vatandaşlık müessesesiyle belirlenir. Vatandaşlık bağı, milletin her ferdini eşit kılar. Üniter devletin kaynağı olan millet, başka hiç bir fark gözetilmeksizin, vatandaşlık esasında birbirine eşit fertlerden müteşekkil bir bütündür.''
Başbakan Erdoğan, laikliğin dini inanç ve dünya görüşü farklılıklarını, milletin mevcudiyetine engel olarak görmeyen bir anlayışın ürünü olduğunu ifade ederek, ''laik devlet sadece dini normlar tarafından belirlenmeyen devlet değildir. Milli egemenliğin gereği olarak laik devlet, aynı zamanda, milletin yaşattığı farklı inanç ve değerlere eşit mesafede olan, bu inançlar arasında ayrım gözetmeyen ve inanç alanında özgürlükçü bir ortam tesis eden devlettir'' diye konuştu. Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti'nin demokratik prensipler üzerinde yükseldiğini belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Bugün hiç kimsenin, ayrılmaz bir bütün haline gelmiş Cumhuriyetimizle demokrasimizi çatıştırmaya, birbirleriyle kıyaslamaya hakkı yoktur. Zaten bunların kıyaslanması da mümkün değildir. Cumhuriyet bizim asla terk etmeyeceğimiz yönetim biçimimizdir, demokrasi ise siyasal sistemimizin temelinde yatan unsurdur. Bu iki kavram birbirini bütünleyici bir mahiyete sahiptir ve birbirlerinin uğruna asla feda edilemezler.
Cumhuriyetin cumhuru ile demokrasinin demosu aynı meşruiyet kaynağına, yani millete işaret etmektedir. Cumhuriyetimizi koruyacak ve ilelebet payidar kılacak olan temel unsur, onun demokratik niteliğidir. Dolayısıyla asıl üzerinde ısrar edeceğimiz husus, demokrasimizi evrensel ve medeni standartlara uygun, örnek bir rejim haline getirmek olmalıdır.
100. kuruluş yıldönümünü kutlamaya hazırlandığımız Cumhuriyetimiz için en büyük hedefimiz, demokrasimizi eksikliklerinden arındırarak, yürüdüğümüz çağdaş uygarlık seviyesine yakışır bir hale getirmek olmalıdır.''
Durmadan korkular ve bahaneler üreterek bu yepyeni Türkiye'nin hızını kesmeye kimsenin hakkı olmadığını belirten Erdoğan, şöyle konuştu:
''28 Mart'ta yapılan seçimler, milletimizin demokratik haklarını en bilinçli şekilde yaptığının, yönetime katılma noktasında dünya standartlarının üstünde bir demokratik olgunluğa sahip olduğunun açık işaretlerini ortaya koymuştur. Milletimizin bu ülke için neyin iyi, neyin kötü olduğu konusunda keskin dikkatinin hakkını herkes teslim etmelidir. Bu tablonun, Milli Egemenlik Haftası kutlamalarına ayrı bir anlam ve coşku kattığı kanaatindeyim. Türkiye kendi büyük potansiyeline ve insan kalitesine güvenerek bütün engelleri aşacak ve çağdaş uygarlık seviyesini bir bütün olarak her alanda yakalayacaktır. Bugünlerin uzakta olmadığına inanıyorum.''
CHP GENEL BAŞKANI BAYKAL
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Lozan Barış Anlaşması'nı ''Herkesin ortak iftihar kaynağı olması gereken büyük ulusal dayanak noktası'' olarak değerlendirerek, ''Bugünkü sıkıntılarımızı kabul ettirebilmek için bunları gözden düşürecek girişimlerden kaçınmalıyız'' dedi.
Baykal, TBMM'de düzenlenen ''Milli Egemenlik ve Siyaset'' konulu sempozyumda yaptığı konuşmada, Lozan Barış Anlaşması ile ilgili tartışmalara değindi. ''Lozan, al-ver pazarlığı yapılan bir müzakere olmamıştır'' diyen Baykal, Lozan'ın, ''bir ulusun silah meydanında kazandığı bağımsız yaşama mücadelesinin tescil edilip edilmeyeceği bir diplomatik tartışma olduğunu'' belirtti. Toprak pazarlığının Lozan'da yaşanmadığını vurgulayan Baykal, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Kapitülasyonlar sona erdirilmiştir, Türkiye hukukunun işleyeceği orada kabul edilmiştir. Türkiye'nin etnik bir parçalanmaya sürüklenmesinin kabul edilemeyeceği tescil edilmiştir. Boğazlar meselesi ertelenmiştir. Misak-ı Milli sınırları içinde yeralan her yer hiçbir ödün verilmeden Türkiye Cumhuriyeti'nin bir parçası olarak kabul edilmiştir.
Bu durum hepimizin ortak iftihar kaynağımız olması gereken büyük ulusal dayanak noktalarımızdır. Bugünkü sıkıntılarımızı kabul ettirebilmek için bunları gözden düşürecek girişimlerden kaçınmalıyız. Hepimiz bu noktada dikkatli olmalıyız. Lozan bu anlamda bugünkü sıkıntılarımızla mukayese edilebilir bir olay değildir, Türkiye'nin bağımsızlığının bütün dünyaya kabul ettirildiği ulusal bir zaferdir. Lozan konusunda bir tartışmayı bu açıdan uygun görmediğimi ifade etmek istiyorum.''
Baykal, laiklik konusundaki görüşlerini açıklarken de laikliğin bütün inançların devlet gözünde eşit ve aynı derecede saygıdeğer olduğunun kabulü olduğunu ifade etti. Ancak laiklik anlayışının sadece din özgürlüğü, hoşgörü, tolerans anlayışına indirmesi durumunda laikliğin eksik anlaşılmış olacağını bildiren Baykal, ''Bütün inançlara aynı saygıyı gösterirken hiçbir inancın hiçbir dinsel düşüncenin, teokratik kabulün eğitimi, hukuku ve devlet yönetiminin şekillendirmesinin doğru olmadığı anlayışıdır, laiklik'' dedi.
Baykal, ''Türkiye modeli''nin; inançların hukuka, eğitime, devlet yönetimine hakim olduğu toplum yaşamından, inançlara saygı duyarak, onu eğitim, hukuk ve devlet yönetiminden uzaklaştırmak olduğunu da söyledi.
Ulusal egemenlik kavramının önemli boyutlarından birinin ekonomi olduğuna da dikkati çeken Baykal, dış borçların bunu olumsuz etkilemesinin önüne geçilmesi gerektiğini ifade etti. Baykal, bunun için ülke ekonomisinin ''Kendi ayakları üzerinde tutmayı sağlamak'' gereğini vurgulayarak bununla ilgili tarihten örnekler verdi.
CHP Genel Başkanı Baykal, bütün dünyanın saygı duyduğu ''Türkiye deneyimi''ne sahip çıkılması gerektiğini belirttiği konuşmasında, Cumhuriyet'e ve demokrasiye birlikte sahip çıkılması gerektiğini söyledi.
Cumhuriyet ile demokrasi arasında bir çatışmanın varlığından söz edilmesinin yanlış olacağını ifade eden Baykal, ''Cumhuriyet deneyimini yaşamadan bir sandık ve oy mekanizması ile demokrasiyi idame ettirmek mümkün değildir'' diye konuştu. Cumhuriyeti azaltarak demokrasinin arttırılamayacağı kaydeden Baykal, ''Cumhuriyet, demokrasiyi tehdit etmez, etmemelidir. Demokrasi cumhuriyetten korkmaz, korkmamalıdır. Bugün demokrasinin eksiklikleri vardır. Demokrasiyi daha ileri götürmek cumhuriyet kazanımından vazgeçmek anlamına gelmez, gelmeyecektir'' dedi.
Baykal, ulusal egemenlik anlayışının Avrupa Birliği ve uluslararası oluşumlar dikkate alındığında yeni bir yaklaşıma gereksinimi olduğunu da söyledi. Baykal, bunun ulusal egemenlik kavramına ihanet anlamına gelmeyeceğini de kaydetti.
Baykal, konuşmasında 23 Nisan 1920'yi, 1876'nın doğal sonucu olarak görmenin, bunun bir organik sonucu olarak değerlendirmenin yanlış olacağını ifade etti. ''1920 yepyeni bir başlangıçtır'' diyen Baykal, bunun çıkış noktasının, amacının ve niteliğinin farklı olduğunu belirtti. Baykal, 1876'daki egemenlik kavramı ile 1920'deki egemenlik kavramı karşılaştırıldığında ortaya büyük bir farkın çıkacağını bildirdi. Türkiye'nin bir anda milli egemenliği ilan etmediğini, milli egemenliği inşa ettiğini kaydeden Baykal, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Milli egemenliğini bir başlangıcını arıyorsak bu başlangıcı 1876'da, 1908'de değil, bence Mustafa Kemal'in 1919 Haziranında yaptığı Amasya Tamimi'nde bulabiliriz. Çünkü ilk kez burada milli iradeden söz edilmiştir. (Türkiye'nin sıkıntısını ne çözecek?) sorusuna cevaben dayanak bu açıklama ile ilan edilmiştir; (Milletin iradesi) denilmiştir. Bu başlangıç bir süre sonra kendisini bu anlayışın uygulanmasında göstermiştir.''
Baykal, 1920'de Ankara'da toplanan Meclis'in İstanbul Meclisinin uzantısı olmadığını da vurguladı. Türkiye'de ordu kurulmadan Meclis'in kurulduğunu belirten Baykal, ulusal mücadelenin bir askeri proje değil, siyasi proje olduğuna dikkati çekti. ''Bu yepyeni devrimci bir başlangıçtır'' diyen Baykal, şöyle konuştu:
''Çünkü milli irade dediğiniz zaman varolan hakimiyete şirk koşuyorsunuz, saltanata şirk koşuyorsunuz, hilafete şirk koşuyorsunuz, teokrasiye meydan okuyorsunuz. Varolan hakimiyet uygulamalarını reddediyorsunuz. Milli irade yeni bir hakimiyeti tanımlıyorsunuz.''
Baykal, milli egemenlik çerçevesinde, hiçbir teokratik, dogmatik egemenliğin, zümresel farklılık ya da cinsiyet ve inanç farklılığının kabul edilemeyeceğini de söyledi.
Oturum Başkanı, CHP İstanbul Milletvekili Şükrü Elekdağ da konuşmasında, Atatürk'ün milli egemenliğe verdiği önemi, örnekleriyle anlatarak, Meclis'in vazgeçilmezliğine verdiği değeri dile getirdi ve milli egemenliğin sürdürülmesinin güçlü bir ekonomiyle mümkün olduğunu vurguladı.Elekdağ, güçlü bir ekonomiye sahip olunmadıkça, uluslararası kuruluşlarca dikte edilen ve istihdamı içermeyen ekonomik programların uygulanmak zorunda kalınacağını belirterek, ekonomik yapıdaki aksaklıkların reformlarla giderilmesinin önemini belirtti.
