2004-04-19 - 00:00
TBMM BAŞKANI ARINÇ: "SEÇİM KANUNUNDA CİDDİ DEĞİŞİKLİK YAPILMALI"
Arınç, Erdoğan ve Baykal sempozyumda soruları yanıtladı.
''Milli Egemenlik ve Siyaset'' Sempozyumu'nda Meclis Başkanı Bülent Arınç, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, konuşmalarının ardından dinleyicilerin sorularını yanıtladı.

TBMM Başkanı Arınç, Anayasa'nın ''temsilde adalet, yönetimde istikrar'' ilkesini hatırlatarak, seçim kanunlarının bu ilkeye uygun olması gerektiğini söyledi. Hem temsilde adalet hem de siyasetteki parçalanmayı ortadan kaldıracak düzenlemeye ihtiyaç olduğunu kaydeden Arınç, kendisini ziyaret eden Hollanda Meclis Başkanı'nın kendi parlamentolarında 10 siyasi partinin temsil edildiğini hatırlatarak, ''size gıpta ediyorum'' dediğini aktardı.

Başka ülkelerde yüzde 10 barajın olmadığını ya da daha düşük olduğunu hatırlatan Arınç, barajı koruyarak ya da düşürerek, siyasi partilerin parlamentoda temsil edilmesini sağlayacak formülün bulunabileceğini belirtti. Meclis Uzlaşma Komisyonu'nun sadece Anayasa değişikliklerini değil, seçim ve siyasi partiler kanunlarında önemli değişiklikleri de ele alabileceğini anlatan Arınç, her siyasi partinin mümkün olduğu ölçüde parlamentoda temsil edilmesi hem de ittifaklara imkan verilebilecek düzenlemeler yapılması gereğini ifade etti. Arınç, ''Gönlüm, seçim kanununda ciddi değişiklik yapılmasından yanadır''dedi.

''ANAYASA'NIN 6. MADDESİ, GÜNDEMİMİZDE YOK''

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, kendisine yöneltilen ''Parlamentoda niye iki tane parti?'' sorusuna karşılık, dünyanın en gelişmiş ülkelerinde de parlamentoların ağırlıklı olarak iki partiden oluştuğunu ifade eden Erdoğan, yüzde 10 barajının istikrarın yakalanması düşüncesiyle konulduğunu belirtti. Tek partili dönemlerde Türkiye'nin istikrarı yakalandığına işaret eden Erdoğan, ''Bu tabi, bizde belki koalisyon kültürünün henüz kemale ermediğinin de bir alameti olabilir. Koalisyon hükümetlerinin Türkiye'ye hizmet etmesi zor olmuştur. Ama tek partili iktidarlarda Türkiye istikrarı yakalamıştır, sıçrama yapmıştır'' dedi. Seçimlerde yüzde 10 barajının istikrar düşüncesiyle alındığını kaydeden Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü:

''Yüzde 10 barajı kararı alanlar, ne yazık ki sandığa gömüldüler. Bu demek değildir ki, bu yüzde 10 barajı ilelebet böyle gidecek. Türkiye'de daha önce gündeme geldi, sonra gündemden kalktı. Örneğin, 400-450 milletvekili aynı şekilde baraja uygun olarak seçilebilir. Ama bunun yanında 100 milletvekili, baraja tabi olmadan Türkiye Milletvekili olarak seçilebilir. Hatta bunlar, örgütün seçtiği milletvekili olabilir, teknokrat, bürokratlardan, genel merkezin oluşturacağı milletvekili listesi olabilir. Böyle bir şeyi oluşturmak suretiyle yüzde 1 oy alan parti bile Meclis'te bulunma fırsatı yakalayabilir. Bunlar zaman içinde mutabakat zemini yakalanması gereken konulardır.''

Erdoğan, bir soru üzerine, Anayasa'nın 6. maddesinde değişiklik yapılmasının Hükümet'in gündeminde olmadığını belirterek, ''Bunlar nereden çıkarılıyor, anlayamadım?'' dedi. Uluslararası anlaşmaların üst hukuk durumunda olduğuna işaret eden Erdoğan, Türkiye'nin içe kapalı bir ülke olmaktan çıktığını ve dünyanın gündemine oturduğunu söyledi.

''ASKERİ MÜDAHALE OLASILIĞI GÜNDEMDEN DÜŞMÜŞTÜR''

CHP Lideri Deniz Baykal, kendisine yöneltilen soruları yanıtlarken, Birinci Meclis'in toplumun her kesimini yansıttığını, o zaman bir temsiliyet krizi yaşanmadığını söyledi.

Bir başka soru üzerine, askeri müdahalelerin Anayasa'dan değil, başka hukuki düzenlemelerden güç alınarak yapıldığını belirten Baykal, Hükümet'in bunu değiştirme kararını vermesi halinde bunda engel yaşanmayacağını, kendilerinden istenmesi halinde destek verebileceklerini bildirdi.

Geçmiş askeri müdahalelerin dayanak olarak kullandığı düzenlemelerin yasalardan değil, toplumun genel anlayışı bilinci ve siyasi zihninden yola çıkıldığını belirten Baykal, ''Türkiye, herhangi bir askeri müdahaleyi mümkün sayacak noktayı çok aşmıştır. Türkiye'de bir askeri müdahale olasılığını ebediyen gündemden düşmüş olduğunu kabul ediyorum. Türkiye, demokratik dönüşümünü ve değişimini gerçekleştirmiştir. Bunda herhangi bir sorunumuz yoktur. Türkiye milli iradenin, parlamentonun üstünlüğü anlayışını hayata geçirmiştir'' diye
konuştu. Baykal, Türkiye'de siyasal ilginin yeterli olmadığını, bunun geliştirilmesine, yaygınlaştırılmasına ve içerik kazandırılmasına ihtiyaç olduğunu söyledi.

Baykal, bir başka soru üzerine ise, 1876 ve 1908 meclislerinin, Türkiye'ye meclis konusunda bir alışkanlık kazandırmaya başlaması açısından önemli olduğunu belirterek, ''Eğer biz 1920'de açılan meclisi, 1876 ve 1908 meclisinin uzantısı sayarsak büyük hata yapmış oluruz. Öyle olsaydı, bizde de İngiltere'deki meşruti monarşi olması gerekirdi. Şimdi tamamen farklı bir konseptle, egemenlik anlayışıyla yola çıkılmıştır. 23 Nisan'da kurulan bu Meclis, padişahın değil, milletin meclisidir'' dedi.

BAYKAL VE ERDOĞAN'IN ''YÖK'' TARTIŞMASI-

Baykal, YÖK Başkanı Erdoğan Teziç'in ''Bu ülkede bir hükümet var, bir de devlet...'' sözüyle ilgili soruyu yanıtlarken, ''Bu açıklamada (devlet) sözcüğü yerine, (Anayasa) sözü
kullanılması daha doğru olurdu. Çünkü, YÖK'ün statüsünü Anayasa belirlemiştir. Ne Hükümet'in ne de bir başka kamu kurumunun Anayasa'da karşılığı olmadığı şekilde (paranı ben veriyorum, istediklerimi yap) şeklinde bir yaklaşım sergilemesi doğru değildir. Bu uygun değildir, doğru değildir. Bu açıklamada (devlet) yerine, (Anayasa) kavramını koyarak değerlendirmek daha doğru olur'' diye konuştu.

Başbakan Erdoğan, Baykal'ın sözlerine yanıt verirken, YÖK ile ilgili sözlerinde eksiklik olduğunu söyledi. ''Parayı veren biziz, istediğimiz gibi yaparız'' şeklindeki bir değerlendirmesinin olmadığını kaydeden Erdoğan, şunları söyledi:

''Batıda bir söz var; Parayı veren akıbetine hakim olur. Hükümet parayı verecek ama YÖK'te ne olup bittiğine müdahil olmayacak. Böyle bir anlayış olamaz. Kaldı ki, şu anda özel sektöre ait üniversite, vakıf üniversitelerinden mektuplar alıyorum. Rahmetli Sakıp Sabancı, bana bir mektup gönderdi. (Ben üniversiteye 250 milyon dolar harcadım, her yıl da sübvanse ediyorum. Bu üniversitenin rektörünü benim yerime YÖK'ün atamasını kabul etmem mümkün değildir) dedi. Dünyanın gelişmiş ülkelerini inceleyin, araştırın. Hiçbir gelişmiş ülkelerde akademisyenler, üniversitenin işletmesini yapmaz, sadece gider dersini verir.''

YÖK'ün kendilerine gönderdiği taslağın iyi değerlendirilmesini isteyen Erdoğan, ''YÖK ne zamandan beri bu ülkede yürütme kuruluşu veya yürütme kurumu olmuştur? En son bize gönderilen taslağın son maddesinde, (bu taslağı Bakanlar Kurulu ve YÖK yürütür) deniyor. Böyle şey olur mu? Nereden geliyor bu?'' diye konuştu.

BİLİM ADAMLARI, EGEMENLİK KAVRAMINI DEĞERLENDİRDİ

Sempozyumun TBMM Başkanı Bülent Arınç'ın başkanlığını yaptığı ikinci oturumda Prof. Dr. Mustafa Erdoğan, eleştirel yaklaşımla egemenlik kavramını değerlendirdi ve bu konudaki kuramsal değerlendirmeleri dile getirdi.

Doç. Dr. Mithat Sancar, ''egemenlik-meşruluk'' ilişkisi üzerinde durduğu konuşmasında, tarihsel süreç içerisinde egemenliğin dönüşümünü anlattı. Sancar, devleti ''toplumun dışında, topluma vesayet eden ve onu güden bir güç'' olarak gören anlayışta halkın egemenliği değil
tahakkümün sözkonusu olduğunu belirtti.

Egemenliğin meşruiyetle buluştuğu noktanın, demokrasiye giden yolda önemli bir adım oluşturduğunu kaydeden Sancar, ''Bir toplumun kendi hayatını şekillendirmesi egemenlik olarak algılanmaya başladığında, burada artık halk egemenliği vardır. Bu toplumda devlet, belirli bir toprak parçası üzerinde kendi kendini yöneten topluluğun organıdır'' dedi.

Sancar, toplumda çoğunluğa sahip olanların yönetme haklarını tartışılmaz saymalarının tahakküm olduğunu ifade ederken, katılım ve denetimin halk egemenliğinin iki ana dayanağı olduğunu belirtti. Halk egemenliğine giden süreçte insanlığın yüzlerce yıllık birikimiyle şekillenen kuralların çiğnenmesinin de tahakküme geçiş olduğunu vurgulayan Sancar, kuralları koyanların değil de kuralları ihlal edenin egemen olduğu anlayışının somut temsilcisinin ABD olduğunu anlattı. Sancar, ABD'nin kuralları, egemenliğinin göstergesi
olarak ihlal ettiğini, bunun da tahakküm olduğunu söyledi.

Doç. Dr. Zühtü Arslan da ''TBMM ve Anayasa Yargısı'' bağlamında egemenliğe ilişkin görüşlerini dile getirdi. Anayasa Mahkemesi'nin, egemenliği halk adına kullanan TBMM'nin yasama faaliyetlerini denetlediğini belirterek, bu mahkemeye TBMM'nin de üye seçmesine karşı çıkmanın yanlış olduğunu savunan Arslan, Anayasa Mahkemesi için önerilen yeni yapılanmada model alınan Almanya, Macaristan ve Polonya'da üyelerin tamamını Parlamentonun seçtiğini, diğer ülkelerde de çoğunluğunu meclislerin belirlediğini
bildirdi.

Arslan, Mahkemesi üyelerinin dördünün TBMM tarafından seçilmesini öngören yeni modeli de eleştirerek, sınırlı bir üye seçimi hakkıyla Meclis'e ''sus payı'' verildiğini öne sürdü. Arslan, ulusal iradeye güvensizlik olduğu için parlamentonun mümkün olduğu kadar az üye göndermesinin istendiğini savundu.

Doçent Dr. Ahmet Demirel de 1920-1946 arasında egemenliğin kullanımı açısından TBMM'nin yerini irdelediği konuşmasında, 1920-23 döneminin olağanüstü koşullarında bile TBMM'nin, ''meclisin üstünlüğü'' ilkesini hayata geçirdiğini, Kurtuluş Savaşı'nın zafere
ulaştırıldığını söyledi.

1925'ten 1945'e kadar olan dönemde ise anayasadan çok parti nizamnamesinin siyasal yaşamı düzenlediğini ifade eden Demirel, ancak anılan zaman diliminde dünyada otoriter rejimlerin çoğunlukta olmasına ve büyük bölümünde parlamentoların kapalı olmasına karşın Türkiye'de
Meclis'in hep açık kaldığını vurguladı. Demirel, Meclis'in açık kalmasının parlamenter demokrasi kültünün yerleşmesinde önemli etkisi olduğunu söyledi.

Konuşmaların ardından TBMM Başkanı Arınç, sempozyuma katılan bilim adamlarına teşekkür plaketi verdi.