2005-07-29 - 13:40
Arınç, Türkiye'nin, aynı gün yayınlayacağı bir deklarasyonla Kıbrıs konusundaki rezervlerini ve çekincelerini ortaya koyarak ek protokolü imzalamasının doğru ve AB sürecine uygun bir tutum olacağını ifade etti.
TBMM Başkanı Bülent Arınç, Türkiye'nin, aynı gün yayınlayacağı bir deklarasyonla Kıbrıs konusundaki rezervlerini ve çekincelerini ortaya koyarak ek protokolü imzalamasının doğru ve AB sürecine uygun bir tutum olacağını ifade etti.
Arınç, yaptığı değerlendirmede, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ve diğer bazı çevrelerin ek protokolün imzalanmasına itiraz etmeleriyle ilgili olarak, ''Bu konudaki tartışmalar bir iç politika malzemesi yapılabilir. Ancak, ölçülü olmak gerektiğini düşünüyorum'' dedi.
Türkiye'nin AB sürecinde pek çok reformu başardığını, Kopenhag kriterlerini yaşama geçirdiğini ve 17 Aralık zirvesinde de 3 Ekim'de müzakerelere başlama hakkını elde ettiğini ifade eden Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü:
'' Bu, 45 yıllık AB serüveninde geldiğimiz en iyi noktadır. Bu noktada da hükümetimizin başarısı kadar, meclisimizin, meclisimizde bulunan siyasi parti ve milletvekillerimiz ile şüphesiz buna destek veren halkımızın başarısıdır.
Şimdi biz bundan yıllar önce imzalanmış olan katma protokole 1 Mayıs 2004'te AB üyeliğini elde etmiş ülkeleri de içerisine katmak suretiyle artık AB sürecinde hangi ülkelerle müzakerelere başladığımızı doğrudan veya zımnen kabul etme ihtiyacı duyuyoruz. Bu işin doğasında vardır. Çünkü 1 Mayıs 2004'te üye olan ülkelerle AB üyesi 25'e ulaşmıştır. Türkiye'nin onu imzaladığı zaman sayı 10 ise veya 15 ise şimdi 25'e çıkmışsa, el sıkışacağı, muhatap olacağı ülkelerin her birine 'Artık ben de sizin bulunduğunuz AB'ye girmek için müzakerelere başlıyorum' demesi gerekir. Bunun aksini iddia etmek ancak AB'yi tanımamak, bu süreci hiç bilmemek ve yaşamamakla söylenebilir.''
''AB DA TÜRKİYE'Yİ DESTEKLEMEKTEDİR''
TBMM Başkanı Arınç, Türkiye'nin ek protokolü imzalarken bir şeye dikkat ettiğini ifade ederek, şunları kaydetti:
''Bugün Kıbrıs'ta bir bölünmüşlük söz konusudur. Kuzey Kıbrıs'ta bir Türk devleti vardır, Güney Kıbrıs'ta bir Rum kesimi vardır. AB bir yanlışlığı yapmıştır. İçinde toprak ve sınır ihtilafı olan iki ayrı toplumdan teşekkül etmiş olan bir adayı Kıbrıs adıyla AB'ye dahil etmiştir. Türkiye rezervini koymuştur: 'Sizin Kıbrıs dediğiniz şey Güney'deki kesimdir. Ben o kesimi tanımıyorum' Dolayısıyla ben AB'deki muhataplarımı tanımak isterken Güney Kıbrıs Rum kesimiyle ilgili rezervimi, çekincemi de ifade etmek istiyorum. AB de gerek 17 Aralık zirvesinde gerek bugün dönem başkanı olan Blair'in sözleriyle de Türkiye'yi desteklemektedir. Bu katma protokolün imzalanması Rum kesiminin tek başına tanınması anlamına gelmemektedir. Ve sonunda bakıyoruz ki Papadopulos da aynı noktada. O da diyor ki 'Bu rezervi koyduktan sonra bu tanıma anlamına gelmez. Türkiye'nin ayrıca bunu
deklarasyonla ifade etmesine de gerek yoktu'.
O zaman Türkiye'nin yaptığı doğrudur. Türkiye'nin yaptığının doğru olduğu sadece Başbakan'ın ifadesiyle değil, dönem başkanının ifadesiyle, 17 Aralık zirvesinin dönem başkanının ifadesiyle ve 17 Aralık zirvesinde resmi kayıtlara geçmiş olan birçok argümanla, evrakla da ortaya konmaktadır. Dolayısıyla Türkiye'nin bu katma protokolü aynı gün yayınlayacağı bir deklarasyonla imzalayarak Brüksel'deki daime temsilcimiz aracılığıyla bu konudaki eksikliği gidermiş olmasının AB sürecine uygun olduğunu düşünüyorum.''
''AB ÇAĞDAŞLAŞMA PROJEMİZ''
Bu konu tartışılırken, iç politika malzemesi yapılırken de biraz ölçülü olmak gerektiğini belirten Bülent Arınç, ''Çünkü AB, bizim bir çağdaşlaşma projemizdir. 45 yıldır takip ettiğimiz bir projedir ve bugüne kadar sol veya sağ iktidarların geri kalmadan takip etmeye çalıştığı bir projedir. Kaldı ki 17 Aralık zirvesine giden yolda parlamentomuz, iktidar ve muhalefetin işbirliğiyle bu reformları başarmıştır. Şimdi bunun yarıda kalmasına veya yeni tartışmaların ortaya çıkmasına yol açabilecek kendi iç politikamızda bir tartışmanın ne kadar yararlı olduğunu siyasetçilerimize bırakıyorum'' dedi.
''TBMM'DE HİÇBİR YAKINIM ÇALIŞMIYOR''
Bülent Arınç, bir gazetede kadrolaşma yaptığı ve eğitim müdür yardımcılığına dayısının oğlunu aldığı yolunda çıkan haberin de tamamen hayali, yalan ve yanlış olduğunu bildirdi.
Arınç, ''Bu fevkalade üzücü bir haber. Öncelikle şunu söyleyeyim, benim eğitim müdür yardımcılığına atadığım kişiyle, ki ismi Tevfik Aslan'dır uzaktan yakından hiçbir akrabalık bağım bulunmamaktadır. Uzaktan ve yakından dediğime göre buna birinci dereceden 111. dereceye kadar bütün akrabalık bağımın bulunduğu kişiler dahildir. Bu tamamen hayalidir, yalan ve yanlıştır'' diye konuştu.
Söz konusu gazeteye gönderdiği açıklamanın da çok küçük biçimde kullanıldığını belirten Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Ama ben şunu ifade ediyorum: Bu haberde ismi geçen kişiyle hiçbir akrabalık bağım bulunmadığı gibi şu anda sanıyorum 4 bin 800 civarında personelimiz var. Bunların içerisinde kadrolu bir tek Arınç soyadı taşıyan kimse bulamazsınız. Bunun yanında akrabalık bağı olan bir kişi de bulamazsınız. Başkaları için bulabilirsiniz ama benim için böyle birini söylemek veya iddia etmek mümkün değildir.
Geçmiş başkanlar ve başkanlıklar döneminde olabilir ki evlatları, damatları, kızları için Meclis kadrolarında yer bulunabilmiştir ama benim dönemimde böyle bir şey söz konusu değildir.
Bu haber tamamen asparagastır. Ama bir meclis başkanına izafe edilerek 'Bu kişi onun dayısının oğludur' demek için önce bu gazeteciye bu haberi tahkik etmek, ondan sonra ilgilisine sorup ondan alacağı cevaba göre yazmak düşer. Orada ikinci bir ismin de yine bizim daire başkanının kuzeni olduğu söylenmektedir. Ben açıklamamda bu kişiyle de o bahsi geçen personelimiz arasında hiçbir akrabalık bağı olmadığını söylemiştim.''
''KENDİME SAYGIMDAN''
TBMM Başkanı Arınç, kendisine saygı bakımından başkan seçildiğinde verdiği sözü yerine getirdiğini ifade ederek, ''Benden hiç kimse kadrolaşma veya akrabalarını, eşini dostunu meclise doldurma gibi bir eylem bulamayacaktır. Bazıları bunu ayıplayabilir ama benim karakterim buna müsaade etmiyor'' dedi.
Meclis'te her daireyi, her personeli ehliyet ve liyakat bakımından ölçüp tarttıklarını kaydeden Arınç, ''Bazı görev değişiklikleri olmuştur ama bunu yine meclisin içinden yer değiştirmek suretiyle yapmışımdır. Basın Yayın ve Halkla İlişkiler için de böyledir, başka birimler için de bu böyledir. Kaldı ki bazı görevler için nakil yoluyla da personel almam mümkündür. Bu personellerimin hepsi bulundukları yerlerde başarılı olmuş insanlardır ve benimle de akrabalık bağı yoktur. Bunu açıklıkla ifade ediyorum'' diye konuştu.
ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI:
Anayasa Mahkemesi Başkanlığı'na seçilen Tülay Tuğcu'nun değerli bir hukukçu olduğunu, bir kadının ilk kez başkanlığa seçilmesinin Türkiye'ye ayrı bir prestij de kazandırdığını bildiren Arınç, Tuğcu'nun görev süresi içinde başarılı olmasını diledi.
Anayasa Mahkemesi'nin Kuruluş Kanunu'nun bir süreden beri tartışıldığını anımsatan Arınç, eski başkan Mustafa Bumin'in 1, 1.5 yıl önce kendisine yaptığı ziyarette, yargıda reforma ilişkin bir dosyayı kendisine verdiğini söyledi. Bu dosyada sadece Anayasa Mahkemesi üyelerinin Meclis tarafından seçilmesinin değil, bütüncül bir yaklaşımın yer aldığını anlatan Arınç, ancak o dönemin Yargıtay Başkanı Eraslan Özkaya ve Danıştay Başkanı'nın Bumin'in getirdiği dosyadaki görüşlere katılmadıklarını anımsattı.
''HAYRETLER İÇİNDEYİM''
TBMM Başkanı Arınç, Anayasa Mahkemesi bakımından yeni bir düzenlemeye ihtiyaç duyulduğunu vurgulayarak, şöyle konuştu:
''Anayasa Mahkemesi'nin fevkalade önemli görevleri vardır. Bu görevlerini 11 asıl 4 yedek üye ile götürmeye çalışıyor. Asıl üyeler, asıl üye olarak seçiliyor ve 65 yaşını doldurana kadar asıl üye kalıyorlar. Yedek üyeler, yedek üye olarak seçiliyor ve 65 yaşını doldurana kadar yedek üye olarak kalıyorlar. Eğer 11 kişilik asıl üye tüm duruşmalara çıkar, tüm dosyaları inceler, tüm dosyalar için yapılacak müzakerelerde hazır bulunursa 65 yaşını dolduruncaya kadar bir yedek üye bir toplantıya bile katılamaz, bir dosyayı inceleyemez, bir duruşmaya bile katılamaz.
Bu, bugüne kadar doğrusu nasıl böyle geldi, bunun hayretleri içindeyim. Dolayısıyla başkanın bize getirdiği öneri paketinde asıl ve yedek üye ayrımının kaldırılması ve üye sayısının artırılması yer alıyordu. Anayasa Mahkemesi; kanunların, içtüzüklerin, KHK'lerin anayasaya uygunluğunu şekil ve esas bakımından incelediğine göre -ve şimdi açılan dava sayısı zannediyorum 70'e yaklaştı böylesine yoğun bir çalışma temposu içinde olduğuna göre- sadece asıl üyelerle ve tek daire olarak nasıl götürecektir? Bunu herkesin düşünmesi lazım.
Olaya politik olarak bakamayız. Protokol olarak da 03 plakayı taşıyan mahkemenin başkanı yaptığı görev bakımından da çok önemli ve gerçekten de pek çok şeyi iptal ya da reddedebilecek bir mahkemenin daha çok üyeyle ve bazı yaptığı işler bakımından da iki daire ile çalışıp sonuçta da bu iki dairenin birleşmesi ile daha üst bir merci haline gelmesi bence şekil bakımından da çalışma programı bakımından da uygundur. Bu tartışılabilir. Buna politik gözle bakmamak gerekir.''
YÜCE DİVAN KONUSU
Anayasa Mahkemesi'nin Yüce Divan sıfatıyla yargılama yaptığını da anımsatan Arınç, şöyle devam etti.:
''Yüce Divan sıfatıyla bugünlerde eski başbakan ve bakanlar yargılanıyor. Yüce Divan; cumhurbaşkanı, Yargıtay, Danıştay, askeri Yargıtay üyelerini, başsavcılarını, başsavcı vekillerini de yargılayacak bir makamdır.
Anayasa Mahkemesi'nin Yüce Divan sıfatını kullanması da eleştiriliyor. Seçildikleri ve geldikleri yer bakımından, ceza hukuku bakamından yeterli donanıma sahip olmadıkları, aslında Yüce Divanı'nın, ceza mahkemesi ve üst bir ceza mahkemesi olduğu da ileri
sürülüyor.
Ben sadece iş yükü bakımından olaya bakıyorum. Bugün Anayasa Mahkemesi sonradan çıkarılan bir kanunla Adalet Bakanlığı'ndan yardımcı üye talep etmiştir. Yüce Divan sıfatıyla yargı görevine bakan Anayasa Mahkemesi'nin sekreteryasında, altyapısında Adalet Bakanlığı'nın uzmanları ve hakimleri çalışmaktadır. Onlar olmadığı takdirde bu işin yürümesi kendi personeli bakımından da mümkün değildir.
Yüce Divan sıfatının da yerine getirilmesi bakımından Anayasa Mahkemesi'nin kompozisyonunda, görevlerinde yeni bir değişiklik ihtiyaç konusu olabilir.''
İPTAL KARARLARI
TBMM Başkanı Arınç, Anayasa Mahkemesi'nin siyasi partilerin kapatılması davalarına da baktığını anımsattı. 2001 yılından bu yana Anayasa ve Siyasi Partiler Kanunu'nda yapılan değişiklikle kapatma davalarında nitelikli çoğunluğun getirildiğini, kapatma kararından başka tedbirlerin de uygulanabileceği hükmüne yer verildiğini kaydeden Arınç, şunları söyledi:
''Netice olarak ihtar verme konusunda da kapatma konusunda da Anayasa Mahkemesi yetkilidir. Bu da Anayasa Mahkemesi'nin işlevini, görev sahasını fazlasıyla artıran bir konuyu gözümüzün önüne getirmektedir.
Diğer bir konu Anayasanın 152 ve 153. maddesi Anayasa Mahkemesi'nin kararlarının ne olduğunu bize gösteriyor. Tek bir hüküm fevkalade önemlidir. 'Anayasa Mahkemesi kararları kesindir ve gerekçesi yazılmadan iptal kararları açıklanamaz' deniliyor. İptal kararı verilecekse gerekçesi ile birlikte açıklanması gerekmektedir.
Anayasa Mahkemesi bu asıl görevini bugüne kadar yerine getirememiştir. Hiçbir iptal kararı gerekçesi yazılarak açıklanmamıştır. Bazı iptal kararlarının gerekçesi 6-8 yıl sonra yazılmıştır. Son yıllarda kendi yaptığı bir içtihatla 153. maddede olmayan bir yetkisini kullanmaktadır. O da yürürlüğün durdurulmasına karar vermektedir.
Anayasa Mahkemesi'nin, Anayasaya ve kendi kuruluş kanununa göre Danıştay ve idare mahkemeleri gibi yürütmeyi durdurma kararı verebilmesi mümkün değildir. Ancak iş yükü bakımından son yıllarda buna ihtiyaç duyulduğu için kendi kanununda olmamasına rağmen yürürlüğün durdurulmasına karar verilmektedir. Ne gariptir ki bu da gerekçesizdir.
Anayasa'nın 153. maddesinde, 'her kararı gerekçeli olacak' denmesine rağmen Anayasa Mahkemesi'nin ne yürütmeyi durdurma ne de iptal kararları gerekçesi ile Resmi Gazete'de yayınlanmaktadır. Bu, mahkemenin istese bile yapamayacağı bir konudur. Çünkü iş yükü fazladır. Hakimlerin önünde dosyalar çok fazladır. Anayasa Mahkemesi üyeleri, çalışmalarını mahkeme ile sınırlı tutmamakta, evlerine de dosyaları götürmekte, hatta sosyal ilişkilerinde bile gerileme olmaktadır.''
''YOK SAYMAK BİLİMSEL DEĞİLDİR''
Arınç, sözlerini şöyle tamamladı:
''Böyle bir konumda bir yargı reformu içerisinde Anayasa Mahkemesi'nin üyelerinden başlayarak görevlerine kadar, asıl üye, yedek üye ayrımının kaldırılmasından iki daire olarak çalışmasına kadar yeni bir yöntem düşünülebilir. Bu doğrudur, gerçektir. Bunun nasıl olacağı üyelerinin ne kadarının Meclis tarafından, hangi yöntemle seçileceği konuları da elbette ilgili kurumun da bu konuyla ilgili pek çok kurumların da parlamento içinde siyasi partilerin de Anayasa Komisyonu'nda üzerinde çalışması gereken konulardır. Daha bu konular üzerinde bilimsel ve hukuk nosyonu içinde çalışma yapmadan, 'Bunu kim söylüyor? Filanca. O zaman biz buna karşı çıkalım' mantığı ile bu işi yok saymak bilimsel değildir, hukuksal değildir.
Dolayısıyla önümüzdeki dönem içinde sadece Anayasa Mahkemesi ile de sınırlı olmamak kaydıyla yargıyı içine alacak bir reform yapılmalıdır. Bu gereklidir. Bunun içerisine hangi hükümlerin konulacağı, özellikle 1982 Anayasası'ndan bugüne kadar geçmiş uygulamalara bakarak, eksileri artıları dikkate almak suretiyle yeni bir anayasal değişikliğe ihtiyaç olduğunu düşünüyorum.
Doğrudan karşı çıkmak yerine bilimsel ve hukuki açıdan ne, ne kadar, ne bakımdan gereklidir, bunların dikkate alınması gerektiğini düşünüyorum. Önümüzdeki yasama döneminde bu konunun çözülmesi gerektiğini düşünüyorum.''
Arınç, yaptığı değerlendirmede, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ve diğer bazı çevrelerin ek protokolün imzalanmasına itiraz etmeleriyle ilgili olarak, ''Bu konudaki tartışmalar bir iç politika malzemesi yapılabilir. Ancak, ölçülü olmak gerektiğini düşünüyorum'' dedi.
Türkiye'nin AB sürecinde pek çok reformu başardığını, Kopenhag kriterlerini yaşama geçirdiğini ve 17 Aralık zirvesinde de 3 Ekim'de müzakerelere başlama hakkını elde ettiğini ifade eden Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü:
'' Bu, 45 yıllık AB serüveninde geldiğimiz en iyi noktadır. Bu noktada da hükümetimizin başarısı kadar, meclisimizin, meclisimizde bulunan siyasi parti ve milletvekillerimiz ile şüphesiz buna destek veren halkımızın başarısıdır.
Şimdi biz bundan yıllar önce imzalanmış olan katma protokole 1 Mayıs 2004'te AB üyeliğini elde etmiş ülkeleri de içerisine katmak suretiyle artık AB sürecinde hangi ülkelerle müzakerelere başladığımızı doğrudan veya zımnen kabul etme ihtiyacı duyuyoruz. Bu işin doğasında vardır. Çünkü 1 Mayıs 2004'te üye olan ülkelerle AB üyesi 25'e ulaşmıştır. Türkiye'nin onu imzaladığı zaman sayı 10 ise veya 15 ise şimdi 25'e çıkmışsa, el sıkışacağı, muhatap olacağı ülkelerin her birine 'Artık ben de sizin bulunduğunuz AB'ye girmek için müzakerelere başlıyorum' demesi gerekir. Bunun aksini iddia etmek ancak AB'yi tanımamak, bu süreci hiç bilmemek ve yaşamamakla söylenebilir.''
''AB DA TÜRKİYE'Yİ DESTEKLEMEKTEDİR''
TBMM Başkanı Arınç, Türkiye'nin ek protokolü imzalarken bir şeye dikkat ettiğini ifade ederek, şunları kaydetti:
''Bugün Kıbrıs'ta bir bölünmüşlük söz konusudur. Kuzey Kıbrıs'ta bir Türk devleti vardır, Güney Kıbrıs'ta bir Rum kesimi vardır. AB bir yanlışlığı yapmıştır. İçinde toprak ve sınır ihtilafı olan iki ayrı toplumdan teşekkül etmiş olan bir adayı Kıbrıs adıyla AB'ye dahil etmiştir. Türkiye rezervini koymuştur: 'Sizin Kıbrıs dediğiniz şey Güney'deki kesimdir. Ben o kesimi tanımıyorum' Dolayısıyla ben AB'deki muhataplarımı tanımak isterken Güney Kıbrıs Rum kesimiyle ilgili rezervimi, çekincemi de ifade etmek istiyorum. AB de gerek 17 Aralık zirvesinde gerek bugün dönem başkanı olan Blair'in sözleriyle de Türkiye'yi desteklemektedir. Bu katma protokolün imzalanması Rum kesiminin tek başına tanınması anlamına gelmemektedir. Ve sonunda bakıyoruz ki Papadopulos da aynı noktada. O da diyor ki 'Bu rezervi koyduktan sonra bu tanıma anlamına gelmez. Türkiye'nin ayrıca bunu
deklarasyonla ifade etmesine de gerek yoktu'.
O zaman Türkiye'nin yaptığı doğrudur. Türkiye'nin yaptığının doğru olduğu sadece Başbakan'ın ifadesiyle değil, dönem başkanının ifadesiyle, 17 Aralık zirvesinin dönem başkanının ifadesiyle ve 17 Aralık zirvesinde resmi kayıtlara geçmiş olan birçok argümanla, evrakla da ortaya konmaktadır. Dolayısıyla Türkiye'nin bu katma protokolü aynı gün yayınlayacağı bir deklarasyonla imzalayarak Brüksel'deki daime temsilcimiz aracılığıyla bu konudaki eksikliği gidermiş olmasının AB sürecine uygun olduğunu düşünüyorum.''
''AB ÇAĞDAŞLAŞMA PROJEMİZ''
Bu konu tartışılırken, iç politika malzemesi yapılırken de biraz ölçülü olmak gerektiğini belirten Bülent Arınç, ''Çünkü AB, bizim bir çağdaşlaşma projemizdir. 45 yıldır takip ettiğimiz bir projedir ve bugüne kadar sol veya sağ iktidarların geri kalmadan takip etmeye çalıştığı bir projedir. Kaldı ki 17 Aralık zirvesine giden yolda parlamentomuz, iktidar ve muhalefetin işbirliğiyle bu reformları başarmıştır. Şimdi bunun yarıda kalmasına veya yeni tartışmaların ortaya çıkmasına yol açabilecek kendi iç politikamızda bir tartışmanın ne kadar yararlı olduğunu siyasetçilerimize bırakıyorum'' dedi.
''TBMM'DE HİÇBİR YAKINIM ÇALIŞMIYOR''
Bülent Arınç, bir gazetede kadrolaşma yaptığı ve eğitim müdür yardımcılığına dayısının oğlunu aldığı yolunda çıkan haberin de tamamen hayali, yalan ve yanlış olduğunu bildirdi.
Arınç, ''Bu fevkalade üzücü bir haber. Öncelikle şunu söyleyeyim, benim eğitim müdür yardımcılığına atadığım kişiyle, ki ismi Tevfik Aslan'dır uzaktan yakından hiçbir akrabalık bağım bulunmamaktadır. Uzaktan ve yakından dediğime göre buna birinci dereceden 111. dereceye kadar bütün akrabalık bağımın bulunduğu kişiler dahildir. Bu tamamen hayalidir, yalan ve yanlıştır'' diye konuştu.
Söz konusu gazeteye gönderdiği açıklamanın da çok küçük biçimde kullanıldığını belirten Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Ama ben şunu ifade ediyorum: Bu haberde ismi geçen kişiyle hiçbir akrabalık bağım bulunmadığı gibi şu anda sanıyorum 4 bin 800 civarında personelimiz var. Bunların içerisinde kadrolu bir tek Arınç soyadı taşıyan kimse bulamazsınız. Bunun yanında akrabalık bağı olan bir kişi de bulamazsınız. Başkaları için bulabilirsiniz ama benim için böyle birini söylemek veya iddia etmek mümkün değildir.
Geçmiş başkanlar ve başkanlıklar döneminde olabilir ki evlatları, damatları, kızları için Meclis kadrolarında yer bulunabilmiştir ama benim dönemimde böyle bir şey söz konusu değildir.
Bu haber tamamen asparagastır. Ama bir meclis başkanına izafe edilerek 'Bu kişi onun dayısının oğludur' demek için önce bu gazeteciye bu haberi tahkik etmek, ondan sonra ilgilisine sorup ondan alacağı cevaba göre yazmak düşer. Orada ikinci bir ismin de yine bizim daire başkanının kuzeni olduğu söylenmektedir. Ben açıklamamda bu kişiyle de o bahsi geçen personelimiz arasında hiçbir akrabalık bağı olmadığını söylemiştim.''
''KENDİME SAYGIMDAN''
TBMM Başkanı Arınç, kendisine saygı bakımından başkan seçildiğinde verdiği sözü yerine getirdiğini ifade ederek, ''Benden hiç kimse kadrolaşma veya akrabalarını, eşini dostunu meclise doldurma gibi bir eylem bulamayacaktır. Bazıları bunu ayıplayabilir ama benim karakterim buna müsaade etmiyor'' dedi.
Meclis'te her daireyi, her personeli ehliyet ve liyakat bakımından ölçüp tarttıklarını kaydeden Arınç, ''Bazı görev değişiklikleri olmuştur ama bunu yine meclisin içinden yer değiştirmek suretiyle yapmışımdır. Basın Yayın ve Halkla İlişkiler için de böyledir, başka birimler için de bu böyledir. Kaldı ki bazı görevler için nakil yoluyla da personel almam mümkündür. Bu personellerimin hepsi bulundukları yerlerde başarılı olmuş insanlardır ve benimle de akrabalık bağı yoktur. Bunu açıklıkla ifade ediyorum'' diye konuştu.
ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI:
Anayasa Mahkemesi Başkanlığı'na seçilen Tülay Tuğcu'nun değerli bir hukukçu olduğunu, bir kadının ilk kez başkanlığa seçilmesinin Türkiye'ye ayrı bir prestij de kazandırdığını bildiren Arınç, Tuğcu'nun görev süresi içinde başarılı olmasını diledi.
Anayasa Mahkemesi'nin Kuruluş Kanunu'nun bir süreden beri tartışıldığını anımsatan Arınç, eski başkan Mustafa Bumin'in 1, 1.5 yıl önce kendisine yaptığı ziyarette, yargıda reforma ilişkin bir dosyayı kendisine verdiğini söyledi. Bu dosyada sadece Anayasa Mahkemesi üyelerinin Meclis tarafından seçilmesinin değil, bütüncül bir yaklaşımın yer aldığını anlatan Arınç, ancak o dönemin Yargıtay Başkanı Eraslan Özkaya ve Danıştay Başkanı'nın Bumin'in getirdiği dosyadaki görüşlere katılmadıklarını anımsattı.
''HAYRETLER İÇİNDEYİM''
TBMM Başkanı Arınç, Anayasa Mahkemesi bakımından yeni bir düzenlemeye ihtiyaç duyulduğunu vurgulayarak, şöyle konuştu:
''Anayasa Mahkemesi'nin fevkalade önemli görevleri vardır. Bu görevlerini 11 asıl 4 yedek üye ile götürmeye çalışıyor. Asıl üyeler, asıl üye olarak seçiliyor ve 65 yaşını doldurana kadar asıl üye kalıyorlar. Yedek üyeler, yedek üye olarak seçiliyor ve 65 yaşını doldurana kadar yedek üye olarak kalıyorlar. Eğer 11 kişilik asıl üye tüm duruşmalara çıkar, tüm dosyaları inceler, tüm dosyalar için yapılacak müzakerelerde hazır bulunursa 65 yaşını dolduruncaya kadar bir yedek üye bir toplantıya bile katılamaz, bir dosyayı inceleyemez, bir duruşmaya bile katılamaz.
Bu, bugüne kadar doğrusu nasıl böyle geldi, bunun hayretleri içindeyim. Dolayısıyla başkanın bize getirdiği öneri paketinde asıl ve yedek üye ayrımının kaldırılması ve üye sayısının artırılması yer alıyordu. Anayasa Mahkemesi; kanunların, içtüzüklerin, KHK'lerin anayasaya uygunluğunu şekil ve esas bakımından incelediğine göre -ve şimdi açılan dava sayısı zannediyorum 70'e yaklaştı böylesine yoğun bir çalışma temposu içinde olduğuna göre- sadece asıl üyelerle ve tek daire olarak nasıl götürecektir? Bunu herkesin düşünmesi lazım.
Olaya politik olarak bakamayız. Protokol olarak da 03 plakayı taşıyan mahkemenin başkanı yaptığı görev bakımından da çok önemli ve gerçekten de pek çok şeyi iptal ya da reddedebilecek bir mahkemenin daha çok üyeyle ve bazı yaptığı işler bakımından da iki daire ile çalışıp sonuçta da bu iki dairenin birleşmesi ile daha üst bir merci haline gelmesi bence şekil bakımından da çalışma programı bakımından da uygundur. Bu tartışılabilir. Buna politik gözle bakmamak gerekir.''
YÜCE DİVAN KONUSU
Anayasa Mahkemesi'nin Yüce Divan sıfatıyla yargılama yaptığını da anımsatan Arınç, şöyle devam etti.:
''Yüce Divan sıfatıyla bugünlerde eski başbakan ve bakanlar yargılanıyor. Yüce Divan; cumhurbaşkanı, Yargıtay, Danıştay, askeri Yargıtay üyelerini, başsavcılarını, başsavcı vekillerini de yargılayacak bir makamdır.
Anayasa Mahkemesi'nin Yüce Divan sıfatını kullanması da eleştiriliyor. Seçildikleri ve geldikleri yer bakımından, ceza hukuku bakamından yeterli donanıma sahip olmadıkları, aslında Yüce Divanı'nın, ceza mahkemesi ve üst bir ceza mahkemesi olduğu da ileri
sürülüyor.
Ben sadece iş yükü bakımından olaya bakıyorum. Bugün Anayasa Mahkemesi sonradan çıkarılan bir kanunla Adalet Bakanlığı'ndan yardımcı üye talep etmiştir. Yüce Divan sıfatıyla yargı görevine bakan Anayasa Mahkemesi'nin sekreteryasında, altyapısında Adalet Bakanlığı'nın uzmanları ve hakimleri çalışmaktadır. Onlar olmadığı takdirde bu işin yürümesi kendi personeli bakımından da mümkün değildir.
Yüce Divan sıfatının da yerine getirilmesi bakımından Anayasa Mahkemesi'nin kompozisyonunda, görevlerinde yeni bir değişiklik ihtiyaç konusu olabilir.''
İPTAL KARARLARI
TBMM Başkanı Arınç, Anayasa Mahkemesi'nin siyasi partilerin kapatılması davalarına da baktığını anımsattı. 2001 yılından bu yana Anayasa ve Siyasi Partiler Kanunu'nda yapılan değişiklikle kapatma davalarında nitelikli çoğunluğun getirildiğini, kapatma kararından başka tedbirlerin de uygulanabileceği hükmüne yer verildiğini kaydeden Arınç, şunları söyledi:
''Netice olarak ihtar verme konusunda da kapatma konusunda da Anayasa Mahkemesi yetkilidir. Bu da Anayasa Mahkemesi'nin işlevini, görev sahasını fazlasıyla artıran bir konuyu gözümüzün önüne getirmektedir.
Diğer bir konu Anayasanın 152 ve 153. maddesi Anayasa Mahkemesi'nin kararlarının ne olduğunu bize gösteriyor. Tek bir hüküm fevkalade önemlidir. 'Anayasa Mahkemesi kararları kesindir ve gerekçesi yazılmadan iptal kararları açıklanamaz' deniliyor. İptal kararı verilecekse gerekçesi ile birlikte açıklanması gerekmektedir.
Anayasa Mahkemesi bu asıl görevini bugüne kadar yerine getirememiştir. Hiçbir iptal kararı gerekçesi yazılarak açıklanmamıştır. Bazı iptal kararlarının gerekçesi 6-8 yıl sonra yazılmıştır. Son yıllarda kendi yaptığı bir içtihatla 153. maddede olmayan bir yetkisini kullanmaktadır. O da yürürlüğün durdurulmasına karar vermektedir.
Anayasa Mahkemesi'nin, Anayasaya ve kendi kuruluş kanununa göre Danıştay ve idare mahkemeleri gibi yürütmeyi durdurma kararı verebilmesi mümkün değildir. Ancak iş yükü bakımından son yıllarda buna ihtiyaç duyulduğu için kendi kanununda olmamasına rağmen yürürlüğün durdurulmasına karar verilmektedir. Ne gariptir ki bu da gerekçesizdir.
Anayasa'nın 153. maddesinde, 'her kararı gerekçeli olacak' denmesine rağmen Anayasa Mahkemesi'nin ne yürütmeyi durdurma ne de iptal kararları gerekçesi ile Resmi Gazete'de yayınlanmaktadır. Bu, mahkemenin istese bile yapamayacağı bir konudur. Çünkü iş yükü fazladır. Hakimlerin önünde dosyalar çok fazladır. Anayasa Mahkemesi üyeleri, çalışmalarını mahkeme ile sınırlı tutmamakta, evlerine de dosyaları götürmekte, hatta sosyal ilişkilerinde bile gerileme olmaktadır.''
''YOK SAYMAK BİLİMSEL DEĞİLDİR''
Arınç, sözlerini şöyle tamamladı:
''Böyle bir konumda bir yargı reformu içerisinde Anayasa Mahkemesi'nin üyelerinden başlayarak görevlerine kadar, asıl üye, yedek üye ayrımının kaldırılmasından iki daire olarak çalışmasına kadar yeni bir yöntem düşünülebilir. Bu doğrudur, gerçektir. Bunun nasıl olacağı üyelerinin ne kadarının Meclis tarafından, hangi yöntemle seçileceği konuları da elbette ilgili kurumun da bu konuyla ilgili pek çok kurumların da parlamento içinde siyasi partilerin de Anayasa Komisyonu'nda üzerinde çalışması gereken konulardır. Daha bu konular üzerinde bilimsel ve hukuk nosyonu içinde çalışma yapmadan, 'Bunu kim söylüyor? Filanca. O zaman biz buna karşı çıkalım' mantığı ile bu işi yok saymak bilimsel değildir, hukuksal değildir.
Dolayısıyla önümüzdeki dönem içinde sadece Anayasa Mahkemesi ile de sınırlı olmamak kaydıyla yargıyı içine alacak bir reform yapılmalıdır. Bu gereklidir. Bunun içerisine hangi hükümlerin konulacağı, özellikle 1982 Anayasası'ndan bugüne kadar geçmiş uygulamalara bakarak, eksileri artıları dikkate almak suretiyle yeni bir anayasal değişikliğe ihtiyaç olduğunu düşünüyorum.
Doğrudan karşı çıkmak yerine bilimsel ve hukuki açıdan ne, ne kadar, ne bakımdan gereklidir, bunların dikkate alınması gerektiğini düşünüyorum. Önümüzdeki yasama döneminde bu konunun çözülmesi gerektiğini düşünüyorum.''
