BİRİNCİ OTURUM
24 Mayıs 2005 Salı
Açılma Saati: 14.00
BAŞKAN: Başkanvekili İsmail ALPTEKİN
KÂTİP ÜYELER: Yaşar TÜZÜN (Bilecik),
Mehmet DANİŞ (Çanakkale)
-----0-----
BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 101 inci
Birleşimini açıyorum.
Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.
Sayın milletvekilleri, gündeme geçmeden önce üç sayın
milletvekiline gündemdışı söz vereceğim.
İlk gündemdışı söz, 21 Mayıs tarihinde Manisa’da yağan
dolunun tarıma verdiği zarar konusunda, Manisa Milletvekili Sayın Süleyman
Turgut’a aittir.
Buyurun Sayın Turgut. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Süreniz 5 dakika.
SÜLEYMAN TURGUT (Manisa) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; hafta sonu Manisa’da ve Bolu’da meydana gelen dolu felaketiyle
ilgili gündemdışı söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle Yüce Heyeti saygıyla
selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, bizim Ege’de bir söz vardır,
“çiftçinin karnını yarmışlar, kırk yıl çıkmış” diye. Evet, gerçekten,
çiftçilerimiz, bir taraftan, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik zorluklarla
uğraşırken, bir taraftan da, engellemenin mümkün olmadığı, Allah’tan gelen bu
doğal afetlerle de mücadele etmekteler. Öylesine ki, bir yıl boyunca gözleri
gibi baktıkları, bir yıl boyunca çocukları gibi üzerine titredikleri bu
mahsulü, bazen, bir gecede olan soğukla, soğuk vurmasıyla kaybetmekte, bazen,
amansız bir hastalığa yakalatıp öyle kaybetmekte, bazen de, hafta sonunda
yaşadığımız gibi, sadece 12 dakika süren, ama, ceviz büyüklüğünde ve çok
şiddetli yağan bir doluyla, maalesef, bir yıllık geleceklerini büyük bir
hüsranla etkilemektedirler.
Değerli dostlar, elbette ki, böyle
zamanlarda, sadece bu Allah’tan geldi, biz ne yapalım demek bizlere düşmez.
Tıpkı, sevinçler paylaşıldığı zaman nasıl artıyorsa, üzüntüler de paylaşıldıkça
azalır düşüncesiyle bizler de bu vatandaşlarımızın yanına gittik. Onlarla
birlikte dertleştik, konuştuk ve ardından onların talan olmuş bu arazilerini
yerinde görmeye gittik. Oraya gittiğimizde, gerçekten gözlerimize inanamadık. O
dalların üzerinde bulunması gereken mahsullerin, meyvelerin, eriklerin,
kirazların, incirlerin, asmanın üzerinde bulunması gereken o salkımların,
maalesef yerlerde süründüğünü, yerlere düştüğünü gördük. Durum içler acısıydı
ve bu durumda etkilenmemek, bu durumda onlarla birlikte dertlenmemek mümkün değildi.
Tabiî ki, bizlere düşen, bu konuda hemen çalışmalara başlamak ve yaranın
üzerine bir merhem misali bu vatandaşlarımızın sıkıntılarına, dertlerine derman
olmaktı. Bir taraftan ilçe tarımdaki yetkililer, bir taraftan il tarım
müdürlüğündeki yetkililer olaydan yarım saat sonra bu afet bölgesine gelmişler
ve buradaki ilk tespitlerini yapmışlardı. Arkasından, bu hafta içerisinde
kurulacak olan komisyonla da buraya intikal eden çiftçilerimizin kendi
verecekleri dilekçelerle birlikte buraya intikal edecek bölgelerde yapılacak
olan tespitlerle de bu tespit tutanaklarının düzenlenmesi ve bunların Ankara’ya
gönderilmesiyle, Sayın Bakanla da yaptığımız görüşmede, bir an evvel, bu
arkadaşlarımızın, bu çiftçilerimizin dertlerini gidermek adına, bir miktar da
olsa yaralarına merhem olmak adına, buradan maddî manada bir desteğin çıkması
için elimizden gelen bütün gayreti hep birlikte göstereceğiz.
Değerli dostlar, yıllarca
çiftçilerimizden oy alıp iktidar olanlar, maalesef, sadece iktidar olmuşlar;
ama, çiftçilerimizin bu türlü dertlerine derman olacak kanunları, maalesef,
Mecliste bir türlü çıkaramamışlardı. Bu konuya 22 nci Dönem milletvekilleri ve
iktidarı olarak hep birlikte parmak basacağız ve bu yıl içerisinde çözeceğiz.
Hem seksen yıldır olmayan bir tarım kanununu hem de böyle durumlarda özellikle
gündeme gelen tarım ürün sigortasını, Allah’ın izniyle, hep birlikte bu yıl
sonuna kadar çıkaracağız ve bu yapacağımız çalışmalarla, inanıyorum ki, bundan
sonra çiftçilerimiz geleceklerine çok daha rahat bakacaklar, çok daha rahat,
çok daha güvenli bir şekilde bu mahsullerini üretecekler.
Değerli dostlar, bizlerin bu noktada yapacağı çalışmalar,
çiftçilerimizin bizden beklentileri elbette çok büyük; ama, inanıyorum ki,
bizler buradayken, bizler çiftçilerin içinden gelen insanlar olarak,
çiftçilerin bu dertlerini bu Meclis gündemine taşıdığımız sürece, iktidarıyla
muhalefetiyle bu sorunlara sahip çıktığımız sürece çiftçilerimiz de bizlerle
beraber, bundan sonra geriye dönmeden, geçmiş kara günlerini unutup, gelecek aydınlık
günlerine bakacaklar.
Ben, bu duygu ve düşüncelerle, çiftçilerimize Allah’tan
gelen bu afetlerin bir daha yaşanmamasını, bu konuda mağdur olan çiftçilerimize
geçmiş olsun dileklerimi sunuyorum ve bu konuda yapılacak olan çalışmalara
bütün milletvekillerimizin gayret göstereceğini umuyor; söz veren başta Değerli
Başkanıma ve siz değerli Meclis üyelerimize, milletvekillerimize saygı ve
sevgilerimi sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Turgut.
Hükümetin söz isteği var.
Tarım ve Köyişleri Bakanımız Sayın Prof. Güçlü, bu konuda
hükümet adına söz istemiştir.
Buyurun Sayın Güçlü.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI SAMİ GÜÇLÜ (Konya) – Sayın
Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Manisa Milletvekilimiz Sayın Süleyman
Turgut’un bölgede meydana gelen tabiî afet nedeniyle yapmış olduğu gündemdışı
konuşmaya ben de kısaca cevap vermek istiyorum.
Evvela, içinde bulunduğumuz zaman döneminde tabiî afete
maruz kalan çiftçilerimize geçmiş olsun diyorum; en son zaman dilimi içerisinde
de Manisa’da meydana gelen afet dolayısıyla, nisan ayında Manisa Merkez,
Salihli, Sarıgöl, Turgutlu, Alaşehir ve Ahmetli İlçelerinde meydana gelen don
afeti ve 21 Mayısta yine Manisa İli Ahmetli ve Turgutlu İlçelerinde dolu afeti
nedeniyle zarar gören çiftçilerimiz vardır. Sayın milletvekilimiz, bunlarla
ilgili, yapılan çalışmalar hakkında bilgi verdiler. 2004 yılına nispetle 2005
yılında tabiî afet yönünden daha şanslıyız; ama, bulunduğu yerde, geldiği yerde
dar gelirli çiftçimizi büyük ölçüde mağdur eden bu olaylara karşı halen yürürlükte
olan etkin bir sistemimizin olmadığını daha önce de çok tekrar ettim.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Bakanım, kaysı
da gitti...
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) – Efendim,
2004’ten mi bahsediyorsunuz?
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Bu sene... Bu sene...
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) – Bu
seneki olan oranın düşük olduğunu temenni ediyoruz; inşallah, öyle bilgiler,
bize intikal eden bilgiler.
Ben, sayın milletvekilimizin konuşmasının sonunda geldiği
cümlelere atıf yaparak bitirmek istiyorum. Tarım Komisyonundan, Plan ve Bütçe
Komisyonundan geçen ve Meclis Genel Kurulumuza gelen Tarım Ürünleri Sigorta
Yasası, hükümetimiz tarafından da, Meclis tatile girmeden öncelikle çıkarılması
gereken yasalar arasında yer almıştır. Dolayısıyla, ilk önce muhalefet
partimize bu konuda seslenerek, tarımla ilgili konularda yasal düzenlemeler
gündeme geldiğinde çok uzun vakit alması dolayısıyla tereddütler hâsıl oluyor;
ama, Tarım Ürünleri Sigortası Yasasını bizim çıkarmamız lazım ve her iki
komisyonda da oybirliğiyle geçti bu; gerek Tarım Komisyonunda gerekse Plan ve
Bütçe Komisyonunda. Bu konuda eğer desteğinizi verirseniz, yani, Meclis tatile
girmeden önce, bu dönemde, bunu çıkarma konusunda AK Parti Grubunun da
desteğiyle, bunu çıkarmamız lazım. 2005 yılında Türk çiftçisine sunacağımız en
önemli hediye budur. Dolayısıyla, ben, her iki grubun da bu hususta bir karara
vararak, bu yasa tasarısını öncelikle ele alma konusunda hükümetimizden gelen
talebi, bu yönüyle de destekleyerek çıkarılması konusunda temennimi dile
getiriyorum.
Bu vesileyle, hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Bakan.
Gündemdışı ikinci söz isteği, Boğaziçi Üniversitesi
Kültür Merkezinde 25, 26 ve 27 Mayıs tarihlerinde düzenlenecek olan Sözde
Ermeni Soykırımı konulu konferans hakkında İstanbul Milletvekili Sayın Şükrü
Mustafa Elekdağ’a aittir.
Buyurun Sayın Elekdağ. (CHP sıralarından alkışlar)
ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (İstanbul) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Boğaziçi Üniversitesinde 25-27 Mayıs
tarihlerinde düzenlenecek Osmanlı Ermenileri konferansı hakkında gündemdışı söz
almış bulunuyorum; hepinize saygılarımı sunarım.
Değerli arkadaşlarım, Boğaziçi
Üniversitesinde İmparatorluğun Çöküş Döneminde Osmanlı Ermenileri başlıklı 25
Mayısta başlayarak üç gün sürecek bir konferans düzenleniyor. Bu konuyu
kamuoyunun dikkatine getiren Milliyet
Gazetesi 21 Mayıs Cumartesi günü yayımladığı haberde şu noktaların altını
çiziyordu; aynen okuyorum: “Boğaziçi Üniversitesinde Ermeni soykırımı
iddialarıyla ilgili olarak geniş katılımlı bir konferans düzenleniyor.
Düzenleyiciler, Bilgi Üniversitesinden Murat Belge, Sabancı Üniversitesinden
Halil Berktay ve Boğaziçi Üniversitesinden Selim Deringil. Konferanstaki
konuşmacıların hemen tümü Ermeni
soykırımının varlığını iddia eden ya da bu konuda resmî tezleri sorgulayan
isimler. Düzenleyiciler, demokrat olma iddiasında kişiler; ama, konferansta,
soykırımı olmadığı tezini savunacak isimler yok.” Evet, Milliyette yayımlanan
haber bu.
Bu haber üzerine, internetten,
konferansta konuşma yapacakların listesini çıkardım ve gördüm ki, bunların
hepsi Türkiye’yi soykırımıyla suçlayan, yani, Ermeni görüşlerini savunan
akademisyen ve gazeteciler. Tabiî aralarında bu iddiaları sorgulayan; ama,
karşı çıkmayan birkaç isim de var. Dikkati çeken husus ise, Türk tarafının
görüşlerini ortaya koyacak tek bir akademisyenin veya uzmanın konuşmacı olarak
bu konferansa davet edilmemiş olması.
Bir diğer önemli husus da değerli
arkadaşlarım, konferans programında bu etkinliğin amacının şöyle izah edilmesi:
Ülkemizin tarihindeki bu trajik olay konusunda doğrudan doğruya Türkiye’nin
kendi bilim ve düşünce insanlarının, resmî tezlerden farklı seslerini topluca
yükseltmeleri ve katkılarını ortaya koymaları. Yani, değerli arkadaşlarım,
konferansın amacı, resmî tezlerden farklı görüşlerin ortaya konulması olarak
tanımlanıyor.
Nedir bu resmî tez dedikleri; resmî tez dedikleri,
Türkiye’nin, Osmanlı devlet arşivlerine dayanan bilgiler ışığında 1915 olaylarını
izah tarzıdır. Devlet arşivlerindeki şifre telgraflara, resmî talimatlara ve
raporlara, Meclisi Vükela kararlarına ve diğer tarihî belgelere, yani, tarihin
yazılmasında itibar edilen birinci el kaynaklara dayanılarak 1915 olaylarının
gerçek yüzünün ortaya konması resmî tezdir.
Boğaziçi Üniversitesindeki konferansı düzenleyenler de,
hedeflerinin bu resmî tezi çürütmek olduğunu ilan ediyorlar. Yani, konferansın
amacı, daha başından Türkiye’yi soykırımıyla suçlamak olarak tanımlanıyor.
Oysa, bilimsel bir konferansta karşılıklı tezler ortaya konur ve gerçek
bunların sentezinde aranır.
Burada bir noktanın daha altını çizmekte yarar görüyorum.
Bu konferans düzenleyicileri, devletin tarih konusunda görüş açıklaması
yanlıştır noktasından hareketle, resmî tez sözcüklerine, Türk Devletinin
inkarcı görüşü anlamını yüklüyorlar; ama, aynı zevat, Ermeni Devletinin
tezlerinin avukatlığını yapmakta hiçbir beis görmüyor.
Yaptığım bu açıklamalar değerli arkadaşlarım, şu hususu
hiçbir tartışmaya meydan vermeyecek kadar açık bir şekilde ortaya koymaktadır:
Boğaziçi Üniversitesinde düzenlenen Ermeni konferansı, sözde bilimsellik
kisvesi altında Ermeni soykırım iddialarını yayma hedefini güden, propaganda
amaçlı bir toplantıdır. Bu konferansı düzenleyenler, içeride ve dışarıda
Türkiye’yi Ermeni soykırımı yapmakla suçlayan kişilerdir.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun efendim.
ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (Devamla) – Teşekkür ediyorum.
Konferansa, Türkiye’nin görüşlerini savunacak ve
açıklayacak hiçbir tarihçi ve uzman davet edilmemiştir. Bu durum, Boğaziçi
Üniversitesinde düzenlenen bu konferansın, tamamen Ermeni iddialarının
propagandasını yapanların amaçlarına hizmet etmek olduğunu açıkça ortaya
koymaktadır.
Değerli arkadaşlarım, bu toplantının düzenleyicileri,
Türkiye’yi insanlık dışı bir vahşet ve soykırım yapmakla suçlayan Ermeni
tezlerinin avukatlığına soyunmuş kişilerdir. Toplantının, bilimsellikle ve
tarihi gerçekleri ortaya çıkarmakla hiçbir alakası yoktur. Konferans, bilimsel
dürüstlük, bilimsel namus ve vicdan ilkelerini çiğnemektedir. Bu konferans,
gerçekdışı olayları gerçek gibi göstermek, Türkiye’yi soykırımla suçlamak,
Türkiye’nin tarihini karalamak amacıyla düzenlenmiştir. Boğaziçi Üniversitesi,
Ermeni iddialarının propagandasını yapmak için bir forum olarak
kullanılmaktadır.
Değerli arkadaşlarım, hazin olan, bu hain projeye
Boğaziçi Üniversitesinin alet edilmesidir. Boğaziçi Üniversitesinde, bu ülkenin
çıkarlarına sahip çıkacak, bu hıyanete karşı koyacak, bilimsel dürüstlüğü ve
nesnelliği savunacak kimse yok mu?! Amacı Türkiye’yi kötülemek ve suçlamak
olan, hiçbir bilimsel yönü bulunmayan, Türkiye’nin dünyadaki imajını karartmayı
hedefleyen bir konferansa Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğü nasıl müsaade
ediyor?! Ben, dün Sayın Rektörle görüşmek istedim; fakat, maalesef,
telefonlarıma cevap vermedi, çıkmadı.
Değerli arkadaşlarım, Türk ve Ermeni taraflarının bilim
adamları, tarihçileri ve uzmanları vasıtasıyla tezlerini açıklayabilecekleri,
iki karşıt görüşün özgürce dile getirilebileceği bir konferansa kim karşı
çıkabilir?! Tarihî gerçekleri ortaya çıkarmayı amaçlayan bilimsel bir
konferansı Ermenistan’da yapamazsınız, Fransa’da yapamazsınız, Amerika’da da
Ermeni lobisi böyle bir konferansı yaptırmaz; ama, Türkiye özgürlükler ve
hoşgörü ülkesidir, kimse, Türkiye’de bilimsel bir dürüstlük içinde yapılacak,
iki tarafın da görüşlerinin açıklanacağı bir konferansa karşı çıkmaz.
Boğaziçi Üniversitesi kendisine yakışır şekilde böyle
bilimsel, nesnel bir konferans tertiplesin, biz de alkışlayalım; fakat,
Boğaziçi Üniversitesinin Ermeni propagandasına alet edilmesini, Türkiye’yi
soykırımıyla suçlayan birkaç kişinin maşası haline getirilmesini kınıyorum.
Boğaziçi Üniversitesi Sayın Rektörünü bu konuda açıklama yapmaya davet
ediyorum. Acaba bu konferansı yapmak isteyen akademisyenlere söz mü geçiremedi,
yoksa, kendisi de onlar gibi Ermeni soykırımına arka mı çıkıyor; bunları
açıklaması gerekir. YÖK Başkanı Sayın Teziç’i de, bu konuya el atmaya davet
ediyorum.
Ben, buradan, Türkiye’deki üniversite rektörlerine de
sesleniyorum: Boğaziçi Üniversitesinin bilimsellik kisvesi altında, sadece bir
tarafın görüşlerini yansıtacak bir konferans tertipleyerek, Türkiye’yi
soykırımıyla suçlama amacını güden bir etkinlikte bulunmasını onaylıyor musunuz
Sayın Rektörler?
Teşekkür ediyorum değerli arkadaşlarım. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Elekdağ.
Gündemdışı üçüncü söz isteği, 20 Mayıs 2005 tarihli
Milliyet Gazetesinde yer alan “alternatif Ermeni konferansı” adlı haberle
ilgili Aksaray Milletvekili Sayın Ramazan Toprak’a aittir.
Buyurun Sayın Toprak. (Alkışlar)
RAMAZAN TOPRAK (Aksaray) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin
değerli üyeleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Büyükelçimin ifade ettiği üzere, 25, 26 ve 27 Mayıs
2005 tarihlerinde Boğaziçi Üniversitesinde bir konferans düzenleniyor. Bu
konferansta, Türk Devletinin resmî tezi sorgulanacak bir konu var. Bu, çok
önemli bir konu, gazetelerde satır aralarında unutulmuş bir konu; ama, çok öze
ilişkin bir konu. Bu konuya yeterince ilgi gösterilmediğini üzülerek ifade
ediyoruz. Ben, beklerdim ki, tüm yazılı ve görsel medya organlarında sekiz
sütuna manşet bir haber olsun; tüm kamuoyu, üç gün süreyle, Boğaziçi
Üniversitesine gözünü ve kulağını diksin, oradan çıkacak sese kulak versin.
Resmî tezin sorgulanması derken, katılacak isimlere de
bakıyoruz, ağırlıklı olarak Ermeni tezini savunan, hem de canhıraş gayretlerle
savunan insanları görüyoruz. Bunun diğer ifadesi şudur: Konferansa katılan X,
Y, Z çok da önemli değil; bu bazı isimlerin, dünyanın tüm platformlarında, Türk
tezini sorgularken apaçık mahkûm ederek sorguladığını görüyoruz. Bu sorgulama
tarzının tersini; yani, Ermeni tezini savunurken Türk tezine bir parça kapı
araladığına hiç şahit olmadık; tam bir Ermeni müdafii, avukatı şeklinde. Oysa,
Boğaziçi Üniversitesinde bu tavır sergilenirken, eleştirel seslerin dikkate
alınmasına vurgu yapılıyor.
Eleştirel yaklaşım iki taraflıdır, tek taraflı olmaz;
objektif yaklaşım bunu gerektirir. Sübjektif yaklaşım ise tek taraflı yaklaşımı
gerektirir ve Boğaziçi Üniversitesinde böyle bir görüş serdedilecek üç gün
süreyle.
Türk tezi dediğimiz nedir; özünde, Ermeni soykırımı olayı
yoktur ifadesini tamamlayan Türk tezinde, gelin, olup olmadığını, tüm
arşivleri, üstelik uluslararası bağımsız kurulların, kurumların önünde
tartışalım tezidir.
Şimdi, böylesi bir tezin sadece ilk kısmını alarak,
üstelik ülkemizin gözbebeği bir Boğaziçi Üniversitesinde böyle bir paneli,
konferansı, ben, eylem diye nitelendiriyorum. Galiba, Hınçak ve Taşnak
Ermenileri ya da diaspora Ermenileri özel gayretlerle bir program hazırlasalar,
herhalde buna yakın içerikte bir program olurdu.
Burada ifade etmeye çalıştığım husus şudur: “Eleştirel
akıl” adında, “vicdanî sorumluluk” adı altında, Boğaziçi Üniversitesinde üç gün
süreyle ortaya konulacak bu tavrın, ne kadar eleştirel, vicdanî bir sorumluluk,
dünya vatandaşı sorumluluğu, devletimize, toplumumuza ve demokrasiye bir saygı
ifadesi olarak sunmuş olsalar da... Bakın değerli milletvekilleri, Türk
kamuoyu, sizlere sesleniyorum; bakın, üç gün süreyle Boğaziçi Üniversitesinde
yapılacak olan bu konferansın, Türk tezini ortaya koymasıyla, konulmasıyla,
Ermenistan’da yapılabileceğini düşünebiliyor musunuz?! Doğru cezaevidir ya da
akıbeti meçhuldür. Yine, aynı şekilde, Türk tezini ortaya koyan bir panelin
İsviçre’de yapılabileceğini düşünebiliyor musunuz?! Sayın Halaçoğlu hakkında
yapıldığı gibi, hemen bir soruşturmadır. Fransa’da yapıldığını düşünebiliyor
musunuz?! Hemen hakkında takibat ve siyasî mahkûmiyetler peşi sıra gelecektir.
Bakın, Avrupa’nın gözbebeği sayılabilen ülkelerde,
benzeri bir konferansı, Türk tezini ortaya koyacak şekilde ifade etmek mümkün
değildir. Oysa, bizim kendi ülkemizde, YÖK’e bağlı, gözbebeği Boğaziçi
Üniversitesinde, böylesi, akıllara ziyan verecek bir yaklaşımı üzüntüyle
görüyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Toprak, bir dakika efendim; sözlerinizi
tamamlayın.
Buyurun.
RAMAZAN TOPRAK (Devamla) – “Dünya vatandaşı sorumluluğu”
kavramları, tabiri caizse, ağı katılmış aşı tabirinden, içi birileri tarafından
doldurulan sloganlardır. İçinin nelerle doldurulduğuna bakıldığında, maalesef,
yüz yıl önce olduğu gibi, galiba, her yüz yılda... İşbirlikçi demiyorum;
sorumluluk adına yapıldığı söyleniyor, daha ziyade sorumsuzluk şeklinde;
bilimsellik deniyor, ama, bilimsellik, sübjektiflik değil, objektiflik
gerektirir. Eğer, gerçekten, üç günün sonunda, Ermeni tezlerini güçlendiren bir
sonuca, bir karara gidilecek olursa, Türk tezini eleştirel sesler, eleştirel
yaklaşımlarla sorgulayalım derken, apaçık bir Ermeni soykırım tezi kabulü
yönünde bir karara gidilecek olursa, şu kadarını ifade ediyorum, başta Boğaziçi
Üniversitesi Rektörlüğü ve yönetimi olmak üzere, böylesi bir olaya göz yummuş
ve yumacak olan YÖK’ü de, ben, bu sorumlulukta pay sahibi kılıyorum ve bana
göre, devletin temel politikası oluşturulmuş konularda cansiperane savunmalar
yapan YÖK’ün, bu haber karşısında hiç de kılının kıpırdamadığını görünce, bu
söylemlerinde ne kadar samimî olup olmadığını sorguluyorum. Tüm Türk kamuoyu da
bu sorgulamayı yapıyor.
Üç günün sonunda ortaya konulacak olan tezlerin, Ermeni
tezlerini savunur ve Türk tezlerini, resmî tezi mahkûm eder bir sonuca ulaşması
halinde, ben, bu işin tüm müsebbipleri hakkında -başta YÖK Başkanı olmak üzere,
tüm müsebbipleri hakkında- adlî organları, siyasî organları, herkesi göreve
çağırıyorum ve bu üç gün süreyle, tüm Türk kamuoyunun gözlerini Boğaziçi
Üniversitesine yönlendirmesini ve 100 yıl önce mandacılığı savunan insanları
çağrıştıran kişilerin, düşüncelerin, anlayışların, seslerin çok iyi takip
edilmesini ve bu düşüncelerin Türk Devletinin, Türk Milletinin dünya kamuoyunda
nasıl mahkûm edilmesine hizmet edeceklerine dikkat çekiyorum. Önemli bir
toplantı. Umarım bilimsel bir toplantı şeklinde geçer, bilimsel gerçeklik
ortaya konur.
Türk tarihî tezi yinelenmiştir. Geçtiğimiz ay Sayın
Başbakanımız ve Anamuhalefet Partisi Sayın Genel Başkanıyla, üstelik
iktidarıyla, muhalefetiyle temsil edilen, edilmeyen tüm partilerin ittifakıyla
kabul edilmiş bir ortak işbirliği çağrısı var. Ortak işbirliği çağrısı,
birileri tarafından ellerinin tersiyle itilmişken, çok ucuz, içi birileri
tarafından doldurulmuş, suiistimal edilen kavramlarla Türk kamuoyu, dünya
kamuoyu, üstelik gözbebeğimiz bir üniversite de yanıltılacak olursa, Türk
Devleti, Türk Milleti kendi tarihine yalan ve iftira atarak, yoğun
propagandalarla kendini mahkûm eden insanları asla affetmeyecektir, tarih de
affetmeyecektir.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Toprak.
Sayın milletvekilleri, Sayın Ülkü Güney, yerinden, kısa
bir açıklama talebinde bulunmuştur; kendilerine kısa açıklamaları için söz
vereceğim; buyurun.
Sayın Güney; buyurun.
ÜLKÜ GÖKALP GÜNEY (Bayburt)- Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Değerli arkadaşlarım, ben, Sayın Elekdağ’a ve Sayın
Toprak’a çok teşekkür ediyorum. Çok önemli bir konuyu gündeme getirdiler.
Değerli arkadaşlarım, üniversiteler özerktir; ama,
Türkiye Cumhuriyetinin üniversiteleri, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin
prensiplerine ve kurallarına uymak mecburiyetindedirler. Hele hele böyle bir
millî davada, hem de böyle bir kritik dönemde Boğaziçi Üniversitesinin yapmış
olduğu, hele içeriği değerli arkadaşlarımızın anlattığı gibi olursa, bırakın
delaleti, ülkemiz için bir hıyanettir diye buradan ifade ediyorum. Bu bakımdan,
bir milletvekili olarak, Yüce Meclisin Başkanlık Divanının, Başkanımızın bu
konuda bir açıklama yapmasını ve Yüce Meclisin tavrını ortaya koymasını
istirham ediyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN- Teşekkür ederim Sayın Güney.
Hükümetin söz isteği var.
Hükümet adına, Adalet Bakanımız Sayın Cemil Çiçek
açıklamada bulunacaklardır.
Buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara)- Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hem Sayın Elekdağ’a
hem Sayın Toprak’a hem de Sayın Ülkü Güney’e teşekkür ediyorum. Burada dile
getirilen hususlar, inanıyorum ki, bu çatı altında görev yapan her
arkadaşımızın ve teker teker de her Türk vatandaşının hissiyatını, endişesini
burada dile getirmiş oldu. Hükümet olarak bunlara katıldığımızı da açıklıkla
ifade etmek istiyorum.
Ve açıklıkla bir şeyi daha ifade etmek isterim ki, Türk
Milleti kadar eli temiz, vicdanı temiz, alnı ak bir başka millet de yoktur.
(Alkışlar) Dolayısıyla, bizim hiç kimseden bir endişemiz de yok. Buna tarihimiz
şahittir, buna arşivlerimiz şahittir.
Bunu
tespit ettikten sonra bir şeyi daha ifade etmek isterim. Belki milletimizin de
uzun süre özlemlediği bir işbirliğini, bu dönem, iktidar-muhalefet pek çok
konuda, özellikle böylesine bir millî meselede gündeme getirdi. Tarihî yalanı,
milletimize karşı yapılan soykırım iftirasını bertaraf etme adına, hem bu çatı
altında bir müzakere yaptı, bir ortak karar aldı hem de bunun gereği olarak, şu
an, teker teker bütün ülkelerde çok yönlü bir çaba gösteriliyor “o yalandır, o
doğru değildir, gerçeklerin saptırılmasıdır” diye.
Şimdi, milletçe, devletçe böylesine yoğun bir çaba
içerisindeyken, bu çabaları arkadan hançerlemek ne anlama geliyor?!
Şimdi, siz, o zaman, falanca ülkenin parlamenterlerini nasıl
ikna edeceksiniz? Onlar pekala diyecekler ki “siz bizi ikna etmeyin; gidin,
Boğaziçi Üniversitesinde Boğaza bakarak bu yalanları söyleyenleri ikna edin.”
Dolayısıyla, bu, Türk Milletini arkadan hançerlemektir; bunu, çok açık olarak
söyleyelim.
Evet, üniversiteler özerktir, özgürdürler; ama, dünyanın
hiçbir ülkesinde özerklik ve özgürlük sorumsuzluk olarak anlaşılamaz. Bu, aynı
zamanda -çok net olarak ifade ediyorum ki- büyük bir sorumsuzluktur, büyük bir
ciddiyetsizliktir.
Dördüncü bir husus: Bir şey daha söyleyeceğim; eğer, siz,
bilim adına gerçeği aramak istiyorsanız, tarih adına gerçeği aramak
istiyorsanız, o zaman, farklı düşünenleri de çağırmış olmanız gerekir. Neden,
orada tek yanlı bir propaganda gerçekleştirilmeye çalışılıyor, bir konferans?!
Arkadaşlarımız da dile getirdiler. Bugün, İsviçre’de ve bazı
ülkelerde “Türkler soykırım işlememiştir” demek özgürlüğü tanınmazken, bununla
ilgili kırmızı bültenler çıkarılırken, Türkiye’de şu günlerde, yarın, Ceza
Kanununu konuşacağız ya, birçok da cemiyetlerimiz var ya, derneklerimiz var ya,
hani, özgürlük yok diyorlar ya, bu milleti arkadan hançerleme özgürlüğü var, bu
millete iftira etme özgürlüğü var; bunu, herkesin görmesi lazım, herkesin
anlaması lazım! (Alkışlar)
Evet, bu, büyük bir sorumsuzluktur, büyük bir
ciddiyetsizliktir. Özerk kuruluşları da göreve davet ediyoruz. Hükümet olarak
bir yetkimiz olsaydı gereğini yapardık. Keşke, Adalet Bakanı olarak dava açma
yetkimi devretmeseydim. Şimdi, YÖK ne yapacak onu merak ediyorum, şimdi,
Boğaziçi Üniversitesi ne yapacak onu merak ediyorum; ben de merak ediyorum, biz
de merak ediyoruz, milletimiz de merak ediyor. Bu ciddiyetsizlik, bu sorumsuzluk, bu millete küfretme, bu milletin nüfus
cüzdanını taşıyanların bu milletin aleyhine propaganda yapma, ihanet etme
dönemini artık kapatmamız lazım. Çünkü, milletin vicdanı rahatsız oluyor.
Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Bakan.
Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.
Cumhurbaşkanlığının bir tezkeresi var; okutup, bilgilerinize
sunacağım; ancak, sunuşlarımız uzun metinlerden oluştuğundan, sunuşu yapan
Kâtip Üyenin, sunuşunu oturarak takdim etmesini Genel Kurulun oylarına
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Tezkereyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunca 4.5.2005
gününde kabul edilen 5344 sayılı Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu
Kurulması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun incelenmiştir.
İncelenen Yasanın;
- 3 üncü maddesiyle değiştirilen 17.7.1963 günlü, 278
sayılı Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Yasanın 4
üncü maddesinin birinci fıkrası, ikinci fıkrasının birinci paragrafı ile (a)
bendinde,
“Bilim Kurulu;
a) Bilimsel ve teknolojik alanlarda eser, araştırma ve
buluşlarıyla temayüz etmiş ve/veya araştırma ve teknoloji yönetimi konusunda
yetkinliği olan, bilimsel ve teknolojik sistem, kurum ve birimleri başarıyla
kurmuş ve/veya yönetmiş bulunan kişiler arasından, Başbakan tarafından
belirlenecek üç, Yükseköğretim Kurulu Genel Kurulu tarafından belirlenecek bir,
Bilim Kurulu tarafından belirlenecek üç,
b) Türkiye Bilimler Akademisinin aslî üyeleri arasından
Başbakan tarafından belirlenecek fen ve teknik bilimler alanlarından bir,
sosyal ve beşerî bilimler alanlarından bir ve sağlık bilimleri alanından bir
olmak üzere toplam üç;
c) Lisans öğreniminden sonra kamu kurum ve kuruluşlarında
ve/veya özel sektörde en az on yıl
deneyim sahibi olmuş, mesleğinde temayüz etmiş ve üstün nitelikte hizmetleriyle
tanınmış kişiler arasından, Başbakan tarafından belirlenecek bir, Türkiye
Odalar ve Borsalar Birliği tarafından belirlenecek iki, Bilim Kurulu tarafından
belirlenecek bir olmak üzere ondört üye ile Başkandan oluşur. Başkanın Bilim
Kurulu üyeleri arasından atanması halinde aynı kontenjandan yeni bir üye
atanır. Yükseköğretim Kurulunun Genel Kurulu ve Türkiye Odalar ve Borsalar
Birliği, Başbakanın talebi üzerine üye belirleyerek en geç bir ay içinde
Başbakanlığı bildirir. Başkan, hem Kurum hem de Bilim Kurulunun Başkanıdır.
Bilim Kurulu üyeliği seçimi Başbakanın onayı ile kesinleşir. Bilim Kurulunun
toplantı ve karar yeter sayısı sekizdir. Bilim Kurulunun çalışma usul ve
esasları Kurumca çıkarılacak bir yönetmelikle belirlenir.
Bilim Kurulu üyelerinin görev süresi ile görev ve
yetkileri aşağıda gösterilmiştir:
a) Üyelik süresi: Bilim Kurulu üyelerinin görev süresi
dört yıldır. Üyeliği sona eren üye, ancak dört yıllık ikinci bir dönem daha
seçilebilir. İstifa veya ölüm gibi sebeplerle boşalan üyelikler için yukarıdaki
esaslara göre yeni üye seçilir. Bu suretle seçilen üyenin görev süresi de dört
yıldır. Bilim Kurulunun olağan toplantılarına yıl içinde toplam altı kere veya
üst üste üç kere kabul edilebilir mazereti olmaksızın katılmayan üyelerin
üyelikleri, Bilim Kurulu kararıyla düşer. Bu üyelerden boşalan üyelikler bu
maddede belirtilen usullere göre yenilenir. Üyelerin görev süresinin dolmasına
en geç iki ay kala veya istifa, ölüm ve devamsızlık gibi sebeplerle üyeliğin
boşalması halinde boşalma tarihinden itibaren en geç iki ay içinde yeni üye
belirlenerek Başbakanın onayına sunulu. Bu süre içinde yeni üye bildirilmemesi
halinde Başbakan birinci fıkrada belirtilen şartları taşıyanlar arasından
belirlediği kişileri doğrudan Bilim Kurulu üyesi olarak atar.”,
-4. maddesiyle değiştirilen, 278 sayılı Yasanın 5 inci
maddesinin ikinci fıkrası ile yine aynı maddeyle 5 inci maddeye eklenen
fıkralarda,
“Bilim Kurulu, 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (a)
bendinde belirtilen nitelikleri taşıyan kişiler arasından, biri Bilim Kurulu
dışından olmak üzere iki başkan adayı belirleyerek Başbakana sunar. Başbakan,
bu adaylardan birini seçerek Başkan olarak atanmak üzere Cumhurbaşkanına teklif
eder.
Bilim Kurulunun aday belirlemesi, Başkanın görev
süresinin dolmasına en geç iki ay kala veya herhangi bir sebeple bu görevin
boşalma tarihinden itibaren en geç iki ay içinde tamamlanır. Bilim Kurulunun
herhangi bir nedenle süresinde aday belirlememesi halinde Başbakan gerekli
şartları taşıyanlar arasından belirlediği bir kişiyi Başkan olarak atanmak
üzere Cumhurbaşkanına teklif eder.
Başkanın geçici olarak görevi başında bulunmadığı
zamanlarda, görevlendireceği Bilim Kurulu üyelerinden biri Başkanlığa vekalet
eder. Başkanlık görevinde boşalma olması halinde yeni başkan atanıncaya kadar,
Bilim Kurulu kendi üyelerinden birini Bilim Kurulu ve Kurum Başkan Vekili
olarak görevlendirir.”
9 uncu maddesiyle 278 sayılı Yasaya eklenen geçici 4 ve
geçici 5 inci maddelerde,
“GEÇİCİ MADDE 4.- Bilim Kurulu üyeleri ve Başkanın görevleri
bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte kendiliğinden sona erer. Ancak bunlar,
yeni Bilim Kurulu üyeleri göreve başlayıncaya kadar görevlerine devam ederler.
Bu Kanunun yayımı tarihinden itibaren onbeş gün içinde
Yükseköğretim Kurulu Genel Kurulu ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği 4 üncü
maddenin birinci fıkrasına göre belirleyecekleri üyeleri seçerek Başbakana
sunar. Bu süre içinde ilgili kurumlarca gerekli teklifin yapılmaması halinde
Başbakan bunların kontenjanları için öngörülen şartları taşıyanlar arasından
doğrudan Bilim Kurulu üyeliklerine atama yapar.
Bilim Kurulunun ilk toplantısına en yaşlı üyesi başkanlık
eder.
Geçici Madde 5.- Bilim Kurulunun ilk oluşumundan sonra
ikinci yılın sonunda, bir defaya mahsus olmak üzere, Başkan hariç adçekme usulü
ile ayrılacak yedi üyenin yerine, 4 üncü maddeye göre üye seçilir.”
Düzenlemelerine yer verilmiştir.
Yapılan düzenlemelerle, Bilim Kulununun,
- Üye sayısı, Başkan dışında 12’den 14’e çıkarılmakta,
- Oluşumu değiştirilmekte, bu bağlamda Kurulun,
Bilimsel ve teknolojik alanlarda yapıt, araştırma ve
buluşlarıyla seçkinleşen ve/veya araştırma ve teknoloji yönetimi konusunda
yetkinliği olan, bilimsel ve teknolojik sistem, kurum ve birimleri başarı ile
kurmuş ve/veya yönetmiş bulunan kişiler arasından;
Başbakanca belirlenecek 3,
Yükseköğretim Kurulu Genel Kurulunca belirlenecek 1,
Bilim Kurulunca belirlenecek 3,
Türkiye Bilimler Akademisinin aslî üyeleri arasından
Başbakanca belirlenecek;
Fen ve teknik bilimler alanlarından 1,
Sosyal ve beşerî bilimler alanlarından 1,
Sağlık bilimleri alanından 1,
Lisans öğreniminden sonra kamu kurum ve kuruluşlarında
ve/veya özel sektörde an az on yıl deneyim kazanmış, mesleğinde seçkinleşmiş ve
üstün nitelikli hizmetleriyle tanınmış kişiler arasından;
Başbakanca belirlenecek 1,
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğince belirlenecek 2,
Bilim Kurulunca belirlenecek 1,
olmak üzere 14 üye ve Başkandan oluşacağı belirtilmekte,
Bilim Kurulu üyeliği seçiminin Başbakanın onayıyla
kesinleşeceği vurgulanmakta,
Toplam 3 Bilim Kurulu üyesini belirleme yetkisi verilen
Yükseköğretim Kurulu Genel kurulu ile Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği,
Başbakanın istemi üzerine üye belirleyerek en geç bir ay içinde Başbakanlığa
bildirmekle yükümlü kılınmakta,
Bilim Kurulu üyelerinin görev süresinin dolmasına en geç
iki ay kala ya da istifa, ölüm ve devamsızlık gibi nedenlerle üyeliğin
boşalması durumunda, boşalma gününden başlayarak en geç iki ay içinde yeni
üyenin belirlenip Başbakanın onayına sunulması öngörülmekte,
Bu süre içinde yeni üye bildirilmemesi durumunda
Başbakana, aranılan koşulları taşıyanlar arasından belirlediği kişileri
doğrudan Bilim Kurulu üyesi olarak atama yetkisi verilmekte,
Kurum Başkanının Bilim Kurulunca seçilerek, Başbakanın
önerisi üzerine Cumhurbaşkanınca atanması yöntemi korunmakla birlikte;
Bilim Kurulunun tek aday belirlemesi yerine, bilimsel ve
teknolojik alanlarda yapıt, araştırma ve buluşlarıyla seçkinleşmiş ve/veya
araştırma ve teknoloji yönetimi konusunda yetkinliği olan, bilimsel ve
teknolojik sistem, kurum ve birimleri başarıyla kurmuş ve/veya yönetmiş bulunan
kişiler arasından, biri Bilim Kurulu dışından olmak üzere iki başkan adayını
belirleyerek Başbakana sunması, Başbakanın bu adaylardan birini seçerek Başkan
olarak atanmak üzere Cumhurbaşkanına önermesi,
Bilim Kurulunun, Başkanın görev süresinin dolmasına en
geç iki ay kala ya da herhangi bir sebeple bu görevin boşalma gününden
başlayarak en geç iki ay içinde adayları belirlememesi durumunda, Başbakanın,
gerekli koşulları taşıyanlar arasından seçeceği bir kişiyi Başkan olarak
atanmak üzere Cumhurbaşkanına önermesi,
öngörülmektedir.
İncelenen Yasanın 9 uncu maddesiyle 278 sayılı Yasaya
eklenen geçici maddeler de,
Bilim Kurulu
üyeleri ve Başkanın görevinin yasaların yürürlüğe girdiği gün kendiliğinden
sona ereceği; ancak, bunların, yeni Bilim Kurulu üyelerinin göreve başlamasına
kadar görevlerini sürdürecekleri belirtilmekte,
Yasanın yayımı gününden başlayarak onbeş gün içinde
Yükseköğretim Kurulu Genel Kurulu ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinin
üyeleri seçerek Başbakana sunmaları; bu süre içinde ilgili kurumlarca gerekli
önerinin yapılmaması durumunda, Başbakanın, bunların kontenjanları için
belirtilen koşulları taşıyanlar arasından, doğrudan Bilim Kurulu üyeliklerine
atama yapması öngörülmekte,
Bilim Kurulu üyelerinin görevlerinin aynı anda sona
ermemesi ve çalışmalarına süreklilik kazandırılması amacıyla, kurulun ilk
oluşumundan sonraki ikinci yılın sonunda, bir keze özgü olmak üzere, Başkan
dışında ad çekme yöntemiyle ayrılacak yedi üyenin yerine, ayrılan üyelerin
kaynaklarına göre üye seçilmesi ilkesi getirilmektedir.
1- Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumunun Kuruluş
Yasası incelendiğinde, kurumun, kuruluş amaç ve işlevine uygun olarak bilimsel
özerklikle donatıldığı görülmektedir.
Yasaya göre, Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu
idarî ve malî özerkliğe sahip bir tüzelkişilik olup, yasada kural bulunmayan
durumlarda özel hukuk kurallarına bağlıdır. Yasada, idarî ve malî özerklik ile
Bilim Kurulu üyelerinin seçilme yöntemi, kurumun bilimsel özerkliğini sağlayan
hukuksal araçlar olarak düzenlenmiştir.
Anayasa Mahkemesinin 30.05.1990 günlü, E.1990/2,
K.1990/10 sayılı kararında vurgulandığı gibi, özerklik, belli sınırlar içinde
serbestçe davranabilmeyi anlatmakta, özerk olan bir kuruluşun, yasayla çizilen
sınırlar içinde kalmak koşuluyla, kendi davranışlarına egemen olacak kuralları
yine kendisinin düzenlemesi gerekmektedir.
Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumunun organ ve
birimlerinin oluşumuna ve çalışma yöntemine ilişkin yürürlükteki kurallarda,
kuruma, Anayasa Mahkemesinin sözü edilen kararında tanımlandığı biçimiyle
“bilimsel özerklik” tanındığı açıkça görülmektedir.
Yine yürürlükteki kurallara göre, Türkiye Bilimsel ve
Teknik Araştırma Kurumu bağlı kuruluş statüsündedir. Bu bağlılık, Anayasanın
123 üncü maddesinde yer verilen yönetimin bütünlüğü ilkesinin gereği olup,
Başbakanın kurum üzerindeki vesayet yetkisiyle somutlaşmaktadır.
Vesayet yetkisinin sınırını kurumun bilimsel özerkliği
oluşturmaktadır. Nitekim, Başbakanın vesayet yetkisi, Bilim Kurulu üyeliği
seçimini onaylayarak kesinleştirmek ve Bilim Kurulunca seçilen kurum Başkanını
atanmak üzere Cumhurbaşkanına önermek göreviyle belirginleşmekte, ayrıca,
Kurumun denetiminde de kendini göstermektedir.
Belirtmek gerekir ki, Başbakanın sözü edilen vesayet
yetkisi, Bilim Kurulu üyeleri yönünden, yapılan seçimleri onaylamak ya da
onaylamamakla sınırlıdır. Bir başka anlatımla bu vesayet yetkisi Başbakana
Bilim Kurulunun seçtiği kişileri onaylamaması durumunda bu kişileri kendisinin
seçme ya da belirleme yetkisini içermemektedir. Aynı hukuksal durum, Kurum
Başkanı için de geçerlidir.
Sonuç olarak, Türkiye Bilimsel ve
Teknik Araştırma Kurumunun Başbakanın öğeleri Yasada gösterilen sınırlı vesayet
denetiminin altında, yine yasada yer verilen kurallar çerçevesinde kendi karar
organını oluşturan, üyelerini ve Başkanını seçen, çalışma düzeni ve yöntemini
belirleyen, araştırma ve yayın konularını saptayıp, yürütmek ve ilgisini bu
doğrultuda çalışmaya yöneltmek serbestliğine sahip özerk bir bilim kurumu
olarak işlevini sürdürmesi öngörülmüştür.
Kurumun bu biçimde düzenlenmesi,
görevlerinin niteliği, bilimsel etkinliklerinin ağırlığı ve önemi nedeniyle her
türlü dış etkilerden ve siyasal karışmalardan uzak tutulması ve özellikle
bilimsel saygınlığının sağlanması gereğine dayanmaktadır. Bu gereklilik,
Kurumun idarî ve malî özerkliğiyle korunan bilimsel özerkliğinin dayanağını ve
gerekçesini de oluşturmaktadır.
Kuruma ilişkin düzenlemelerde,
Kurumun işlevinin göz önünde bulundurulması ve bu işlevden kaynaklanan özerk
yapısının korunması gerekmektedir.
Oysa, incelenen Yasayla yapılan
düzenlemelerde, Bilim Kurulu üyelerinin yarısının, yani 7 üyenin doğrudan
Başbakanca atandığı; Kurum Başkanı’nın Başbakanca atanan üyeler arasından
belirlenmesi durumunda ise boşalan bu üyelik için de yine Başbakanca atama
yapılacağından, Başkan dahil toplam 8 Bilim Kurulu üyesinin doğrudan Başbakanca
seçilerek atanabileceği; bu sayının ise Bilim Kurulu’nun toplanma ve karar
yeter sayısına eşit olduğu görülmektedir."
Ayrıca, incelenen Yasanın,
- 3 üncü maddesiyle yapılan değişiklikle, görev süresinin
dolması ya da üyeliğin boşalması durumunda, süresi içinde yeni üye belirlenip
onaya sunulmaması,
- 4 üncü maddesiyle yapılan değişiklikle, Bilim Kurulunun
herhangi bir nedenle süresinde Başkan adaylarını belirlememesi,
- 9 uncu maddesiyle getirilen geçici 4 üncü maddesiyle
de, Yükseköğretim Kurulu Genel Kurulu ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğince,
süresi içinde üyelerin belirlenip sunulmaması durumlarında, üyelerin, gerekli
koşulları taşıyanlar arasından Başbakanca doğrudan atanmasına; Başkanın ise,
yine gerekli koşulları taşıyanlar arasından Başbakanca doğrudan seçilerek
Cumhurbaşkanının onayına sunulmasına olanak sağlanmaktadır.
Böylece, Başbakanın Kurum üzerindeki vesayet yetkisi,
kendisine sunulan seçimi onaylamaktan öte, Yasada öngörülen koşulların oluşması
durumunda, bu atamayı doğrudan yapmayı içerecek biçimde genişletilmektedir.
Vesayet kurumunda olması gerekenin çok üzerinde yetkiler
içeren bu düzenlemeleri idarî ve bilimsel özerklikle bağdaştırmak olanaklı
değildir.
2- 278 sayılı Yasanın 4 üncü maddesiyle, Kurumun karar ve
temsil organlarının oluşumunda, idarî ve malî özerkliğine koşut olarak siyasal
karışmaların önüne geçilmesi amaçlanmış; bunun için Bilim Kurulunun kendi üyelerince
seçilerek oluşturulması sağlanmıştır.
Ancak, 2003 yılından bugüne kadar yaşanan süreçte, aynı
zamanda Kurumun da Başkanı olan Bilim Kurulu Başkanının görev süresinin
30.05.2003 gününde dolacak olması göz önünde tutularak Bilim Kurulunca
01.02.2003 gününde seçim yapılmış ve mevcut Başkanın yeniden seçildiğine
ilişkin seçim sonucu 06.05.2003 gününde Başbakanlığa iletilmesine karşın,
seçilen bu kişi atanmak üzere Başbakanca Cumhurbaşkanına önerilmemiştir.
Ayrıca, Bilim Kurulunun altı üyesinin görev süresinin
21.09.2003 gününde dolacak olması nedeniyle Kurulca, yapılan 6 üyenin seçimine
ilişkin sonuç da Başbakanlığa bildirilmiş; ne var ki, yapılan seçim Başbakanca
onaylanmadığı için kesinleşmemiş, böylece Kurul, toplantı ve karar
yetersayısını yitirmiştir.
Ortaya çıkan sorunun aşılması amacıyla, 12.11.2003
gününde kabul edilen 5001 sayılı "Türkiye
Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanuna Bir Geçici Madde
Eklenmesi Hakkında Kanun" ile 278 sayılı Yasaya geçici 3 üncü madde
eklenerek; Yasanın yürürlüğe girdiği gün boş bulunan Bilim Kurulu üyeliklerine,
4 üncü maddede belirtilen niteliklere uygun kişiler arasından ve yine aynı
maddenin ikinci fıkrasında yer verilen oranlar çerçevesinde, bir keze özgü
olmak üzere, Başbakanca; Kurum Başkanlığına, yine bir keze özgü olmak üzere,
Başbakanın önerisi üzerine Cumhurbaşkanınca atama yapılması öngörülmüştür.
Ancak,
sözü edilen 5001 sayılı Yasa,
-
Görevlerinin niteliği, bilimsel etkinliklerinin ağırlık ve önemi nedeniyle
tüzelkişilik, idarî, malî ve bilimsel özerklik tanınarak kurulan Türkiye Bilimsel
ve Teknik Araştırma Kurumunun her türlü dış etkilerden ve siyasal karışmalardan
uzak tutulması ve bilimsel saygınlığının korunmasına özen gösterilmesi
gerektiği,
-
Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumunda, toplantı ve karar yetersayısı
gözetilmeden, Bilim Kurulunun boş bulunan tüm üyelikleri için Başbakana atama
yetkisi veren düzenlemenin, Kurumun özerkliği, kamu yararı ve hukuk devleti
ilkesiyle de bağdaşmadığı,
-
Ayrıca, boş bulunan üyeliklerin tümüne siyasal organca atama yapılmasının,
Bilim Kurulunun ulusal ve uluslararası saygınlığına, çalışmalarının ve
yayınlarının yansızlığına gölge düşüreceği,
gerekçeleriyle, bir kez daha görüşülmek üzere
Türkiye Büyük Millet Meclisine geri gönderilmiştir.
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunca yeniden görüşülen Yasa, 5016 sayılı Yasa
olarak "aynen" kabul edilmiş ve 22.12.2003 gününde yayımlanarak yürürlüğe
girmiştir.
5016
sayılı Yasayla 278 sayılı Yasaya eklenen geçici 3 üncü maddenin iptali ve
yürürlüğünün durdurulması istemiyle 143 milletvekili tarafından dava açılmış;
Anayasa Mahkemesinin 29.01.2004 günlü, E.2003/107, K.2004/4 (Yürürlüğü
Durdurma) sayılı kararıyla, esas hakkında karar verilinceye kadar, Anayasaya
aykırılığı konusunda güçlü belirtiler bulunduğu gerekçesiyle maddenin yürürlüğü
durdurulmuştur.
5016
sayılı Yasanın yürürlüğe
girdiği günden, Anayasa Mahkemesi'nce yürürlüğünün durdurulmasına kadar geçen
süreçte, boş bulunan Bilim Kurulu üyeliklerine Başbakanca atama yapılmıştır.
Kurum Başkanlığına da atama yapılmak istenilmiş; ancak, buna ilişkin kararname
taslağı Anayasa Mahkemesi kararı gözönünde bulundurularak imzalanmamış ve
Başbakanlığa geri gönderilmiştir. 5016 sayılı Yasanın yürürlüğe
girmesinden önce, Bilim Kurulu tarafından yeniden Kurum Başkanlığına seçilen,
ancak atanması için Başbakan tarafından Cumhurbaşkanına önerilmeyen eski
Başkanın, hem bu işlemin ve hem de bir başkasının Kurum Başkanı olarak atanmak
üzere Cumhurbaşkanına önerilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle açtığı dava
sonunda, Ankara 1. İdare Mahkemesinin 20.10.2004 günlü, 2004/1282 sayılı
kararıyla; Anayasa Mahkemesinin 278 sayılı Yasaya 5016 sayılı Yasayla eklenen
geçici 3 üncü maddenin yürürlüğünü durdurduğu da gözetilerek, işlemin tesis
edildiği tarihte ve halen yürürlükte bulunan kural gereğince Bilim Kurulu
tarafından Başkanlığa seçilen ve seçilmesine engel bir durumu bulunmadığı
anlaşılan davacının atanmak üzere Cumhurbaşkanına önerilmesi gerekirken, yerine
bir başkasının önerilmesine ilişkin dava konusu işlemlerde hukuka uygunluk
bulunmadığı belirlenerek, bu işlemler iptal edilmiştir.
Hukuksal durum bu aşamada iken,
incelenen yasanın yukarıda açıklanan kurallarıyla, yürürlüğü durdurulan 5016
sayılı Yasanın geçici maddesindekine benzer bir yöntem, hem de bu kez kalıcı
olarak getirilmektedir.
İncelenen yasanın, Türkiye Bilimsel
ve Teknik Araştırma Kurumu Bilim Kurulunun oluşumuna ilişkin 3, 4 ve 9 uncu
maddelerinde yer alan kuralların bir arada değerlendirilmesinden, tümüyle bir
"bilimsel ve teknik araştırma kurumu" olan Türkiye Bilimsel ve Teknik
Araştırma Kurumunun, siyasal bir kişilik ve otoritenin istek ve istencine ve
çoğu kez siyasal yanı ağır basan takdir ve tercihine bırakıldığı görülmektedir.
Görevlerinin niteliği, bilimsel
etkinliklerinin ağırlık ve önemi nedeniyle tüzelkişilik, idarî, malî ve
bilimsel özerklik tanınarak kurulan Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma
Kurumunun her türlü dış etkilerden ve siyasal karışmalardan uzak tutulması ve
bilimsel saygınlığının korunmasına özen gösterilmesi gerekmektedir.
Kurumun bu niteliğine karşın, aslî yönetim ve karar organı
olan Bilim Kuruluna doğrudan Başbakanca atama yapılmasının öngörülmesi; Kurumu
siyasal karışmalara açık duruma getirmektedir. Bu durumun ise, Kurumun bilimsel
özerkliğiyle bağdaşmadığı açıktır.
Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu, üstlendiği
görevler ve amaçları nedeniyle tüm çalışmalarında "bilimsel"
ölçütleri göz önünde tutmak, başka bir deyişle, tüm çalışmalarında nesnel ve
yansız olmak zorundadır. Bunu sağlamanın önde gelen koşulu ise, Kurum organlarının
ve özellikle karar organı olan Bilim Kurulunun oluşumunda bilim dışı kişi ve
kurulların etkilerinin ve rollerinin olabildiğince azaltılması, Bilim Kurulunu
oluşturacak üyelerin seçiminde siyasal otoritenin yetkisinin sınırlandırılması
ve bu konuda inisiyatifin ve ağırlıklı rolün bilim üreten, bilimsel çalışmalar
yapan, bilimsel saygınlığa sahip kurumlara bırakılmasıdır.
Bu nedenlerle, Bilim Kurulunun 7 üyesinin seçimini doğrudan
Başbakana bırakan, diğer 7 üyesinin seçiminde ise Başbakana dolaylı yoldan
etkinlik tanıyan düzenleme, Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumunun
işlevine, kamu yararına ve hizmet gereklerine uygun düşmemektedir.
3 - İncelenen Yasada, Bilim Kurulunun oluşumu yeniden
düzenlenirken, Bilim Kurulu üyeleri için "görev güvencesi" de
getirilmemiştir.
Bilim Kurulu üyelerinin, aranan nitelikleri kaybetmeleri ya
da bu nitelikleri taşımadıklarının sonradan belirlenmesi, görevlerinde
yetersizlikleri, görevlerini savsaklamaları, kendilerine verilen görevlerle ilgili
olarak işledikleri suçlardan mahkûm olmaları, uzun süreli olarak hastalık, kaza
ya da başka özürlerle görevlerini yapamaz duruma gelmeleri gibi nedenlerle
görevden alınmalarının atandıkları yöntemle yapılabileceğinin kabulü, idare
hukukunun "usulde paralellik" ilkesinin gereğidir.
Bu ilke çerçevesinde, Bilim Kurulu
üyelerinden doğrudan Başbakanca atama yapılmış olanların, yine Başbakanca
görevden alınabileceği açıktır. Bu durum, Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma
Kurumuna tanınan idarî ve bilimsel özerkliğe aykırı biçimde Bilim Kurulu
üyelerini güvenceden yoksun bıraktığı gibi, Kurul üyelerinin bilimsel
yeterliliklerinin ya da yetersizliklerinin siyasal organ tarafından denetlenip
takdir edilmesi gibi kabul edilemez bir sonuç da yaratmaktadır.
Yürürlükteki düzenlemede de, görev
güvencesine ilişkin açık bir kural bulunmamakla birlikte, üyelerin Bilim
Kurulunca seçilmesi, yapılan seçimin Başbakanın onayıyla kesinleşmesi
öngörüldüğünden, üyelerin görevden alınabilmesi için Bilim Kurulunun karar
vermesi gerekmektedir ki, bu durum, üyeler yönünden yeterli güvence
oluşturmaktadır.
Getirilen düzenleme bu yönüyle de
Kurumun bilimsel ve idarî özerkliğiyle bağdaşmamaktadır.
4- Anayasanın 2 nci maddesinde, hukuk
devleti ilkesi Türkiye Cumhuriyetinin nitelikleri arasında sayılmıştır. Bu
ilke, Anayasanın bağlayıcılığı yanında yasa koyucunun evrensel hukuk
kurallarına da uymasını zorunlu kılmaktadır. Evrensel hukuk kuralları ise,
yasaların genel ve nesnel olmasını, kamu yararı amacıyla çıkarılmasını
gerektirmektedir.
Bilim Kurulu üyeliklerine ağırlıklı
olarak siyasal organca atama yapılmasının Bilim Kurulunun ulusal ve
uluslararası saygınlığına, çalışmalarının ve yayımlarının yansızlığına gölge
düşüreceği açıktır.
Bu nedenle, Türkiye Bilimsel ve
Teknik Araştırma Kurumunda Bilim Kurulu üyelikleri için Başbakana doğrudan ya
da dolaylı tek başına atama yetkisi veren düzenleme, kamu yararı ve hukuk
devleti ilkesiyle de bağdaşmamaktadır.
5- Ayrıca, incelenen Yasayla
gerekçede belirtilen amacı arasında uyumsuzluk ve Kurum için öngörülen statü
yönünden getirilen kurallar arasında çelişki bulunmaktadır.
Yasanın gerekçesinde, "Tüm
gelişmiş ülkelerde bilimsel ve teknolojik gelişme, bir devlet politikası olarak
önem taşımaktadır" denilerek, bilimsel ve teknolojik gelişmenin bir devlet
politikası olduğu kabul edilmektedir.
Bilim ve teknolojide devlet
politikası üretecek kurumların özerk olmaları işin doğası gereğidir. Çünkü, ancak özerk ve
bağımsız kurum ve kuruluşlar, etki ve baskı altında kalmadan doğru politikalar
üretilebilmesine yardımcı olabilirler. Bu nedenledir ki, Türkiye Bilimsel ve
Teknik Araştırma Kurumu kurulduğundan beri tüzelkişiliğe, malî, idarî ve
dolayısıyla bilimsel özerkliğe sahip bir kuruluştur. Siyasal etki ve
karışmalardan uzak olduğu için de görevini başarıyla sürdürmüştür.
Gerekçede bilim
ve teknolojinin bir devlet politikası olduğu belirtildikten sonra incelenen
Yasada Bilim Kurulu üyelerinin seçimi yetkisinin, çoğunlukla hatta kimi zaman
tümüyle siyasal iktidarın başı olan Başbakana verilmesi gerekçe ile Yasa
arasındaki uyumsuzluğu göstermektedir.
Öte yandan,
incelenen Yasayla, Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Başbakanlığın
"bağlı" kuruluşu olmaktan çıkarılıp "ilgili" kuruluşu konumuna
getirilmektedir.
Bakanlıkların
kuruluş ve görev esaslarını düzenleyen 27.09.1984 günlü, 3046 sayılı Yasanın,
-10 uncu
maddesinde, "bağlı kuruluşlar", bakanlığın hizmet ve görev alanına
giren ana hizmetleri yürütmek üzere, bakanlığa bağlı olarak özel yasayla
kurulan, genel bütçe içinde ayrı bütçeli, katma bütçeli ya da özel bütçeli
kuruluşlar,
-11 inci
maddesinde de, "ilgili kuruluşlar", özel yasa ile kurulan özel
hukukî, malî ve idarî statüye bağlı, hizmet yönünden yerinden yönetim kuruluşları,
biçiminde
tanımlanmıştır.
Bu tanımlara
göre, "ilgili kuruluşlar", "bağlı kuruluşlara" göre daha
özerk statüye sahiptirler. Nitekim, 3046 sayılı Yasada, bağlı kuruluşların kimi
birimleri bakanlıklarla birlikte düzenlenip aynı ilkelere bağlı kılınmışken,
ilgili kuruluşlarda bu birimlerin kurulması yasasına bırakılmıştır.
İncelenen
Yasada, yukarıda açıklandığı gibi, bir yandan Türkiye Bilimsel ve Teknik
Araştırma Kurumunun statüsü "ilgili kuruluş"a dönüştürülüp Kurum daha
özerk bir yapıya kavuşturulmak istenirken, öte yandan Bilim Kurulu üyelerinin
atama yetkisinin, vesayet sınırlarını aşacak biçimde doğrudan Başbakana verilmesi
bir çelişki oluşturmaktadır.
Açıklanan
nedenlerle, incelenen Yasanın 3, 4 ve 9 uncu maddelerindeki düzenlemeler
Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumunun
bilimsel özerkliği, kamu yararı ve hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmamaktadır.
Yayımlanması yukarıda açıklanan gerekçelerle uygun
bulunmayan 5344 sayılı “Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Kurulması
Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”, 3, 4 ve 9 uncu
maddelerinin Türkiye Büyük Millet Meclisince bir kez daha görüşülmesi için,
Anayasanın değişik 89 ve 104 üncü maddeleri uyarınca ilişikte geri
gönderilmiştir.
Ahmet
Necdet Sezer
Cumhurbaşkanı
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi
vardır; okutup, bilgilerinize sunacağım.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanının 22 Eylül
2004 tarih ve 50 sayılı kararıyla, Slovakya Ulusal Meclisi Dış İlişkiler
Komitesi Başkanı ve beraberindeki parlamento heyetinin Türkiye Büyük Millet
Meclisinin konuğu olarak resmî temaslarda bulunmak üzere ülkemizi ziyareti
uygun bulunmuştur.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin
Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Kanunun 7 nci maddesi gereğince Genel Kurulun
bilgisine sunulur.
Bülent
Arınç
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Başkanı
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Kanun teklifinin geri alınmasına dair bir önerge vardır;
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
(2/61) esas numaralı kanun teklifimi geri çekiyorum.
Gereğini saygılarımla arz ederim.
Ahmet
Ersin
İzmir
BAŞKAN – İçişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonlarında
bulunan teklif geri verilmiştir.
Komisyonda istifa önergesi vardır; okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Çevre Komisyonu üyeliğinden istifa ediyorum.
Gereğini arz ederim.
Saygılarımla
Durdu
Mehmet Kastal
Osmaniye
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun, İçtüzüğün 19 uncu
maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır; okutup, oylarınıza sunacağım.
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Danışma Kurulunun 24.05.2005 Salı günü (bugün) yapılan
toplantısında siyasî parti grupları arasında oybirliği sağlanamadığından,
Grubumuzun aşağıdaki önerisinin İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel
Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.
Faruk
Çelik
Bursa
Milletvekil
Grup
Başkanvekili
Grup
önerisi: 24.05.2005 Salı Günkü Birleşimde sözlü sorular ile diğer denetim
konularının görüşülmeyerek bu Birleşimde kanun tasarı ve tekliflerinin
görüşülmesi; 25.05.2005 Çarşamba günü sözlü soruların görüşülmemesi; gündemin
kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işler kısmının 262
nci sırasında yer alan 894 sıra sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bir
Maddesinin Değiştirilmesine Dair Kanun Teklifinin bu kısmın 3 üncü sırasına;
268 inci sırasında yer alan 902 sıra sayılı kanun teklifinin 4 üncü sırasına,
265 inci sırasında yer alan 899 sıra sayılı kanun teklifinin 5 inci sırasına,
269 uncu sırasında yer alan 903 sıra sayılı kanun teklifinin 6 ncı sırasına,
267 nci sırasında yer alan 901 sıra sayılı kanun teklifinin 7 nci sırasına,
24.05.2005 tarihli gelen kağıtlarda yayımlanan 904 sıra sayılı Bazı Kamu Alacaklarının
Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısının, 48 saat geçmeden, 8 inci sırasına,
gündemin 266 ncı sırasında yer alan 900 sıra sayılı 5317 sayılı Bankalar Kanunu
ile Radyo ve Televizyon Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun ve Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri
Gönderme Tezkeresinin 9 uncu sırasına, 187 nci sırasında yer alan 819 sıra
sayılı Mahallî İdare Birlikleri Kanunu Tasarısının 10 uncu sırasına alınması;
Genel Kurulun 24.05.2005 Salı günü 14.00-23.00, 25.05.2005 Çarşamba günü
11.00-21.00, 26.05.2005 Perşembe günü 11.00-23.00, 27.05.2005 Cuma ve
28.05.2005 Cumartesi günleri de 14.00-23.00 saatleri arasında çalışmalarını
sürdürmesi ve 27.05.2005 Cuma ve 28.05.2005 Cumartesi günkü Birleşimlerde de
Kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesi;
Önerilmiştir.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Aleyhinde söz istiyorum.
NECATİ UZDİL (Osmaniye) – Süpermenler Meclisi,
süpermenler!
BAŞKAN – Aleyhte söz isteği var.
Sayın Anadol, buyurun.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin saygıdeğer üyeleri; Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubunun önerisinin aleyhinde söz almak için huzurunuza
çıktım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, bu konuyla ilgili çok kez söz aldım
ve bir üzüntümü dile getirmek istiyorum. Maalesef, deneyimli bir parlamenter
olarak, her türlü siyasî mülahazadan uzak bir anlayışla arz etmek istiyorum:
Meclisin, artık, süresini ve gündemini kestirmek mümkün değildir.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunu kutladık
geçtiğimiz günlerde, 23 Nisan günü. Türkiye Büyük Millet Meclisi, kurulduğundan
bu yana, bu kadar düzensiz, bu kadar belirsiz, ne zaman ne görüşeceği belli
olmayan bir manzaraya hiç bu kadar ulaşmamıştı ve böyle bir manzaranın içinde
olmamıştı.
Şimdi, Meclisin çalışma saati var. Nedir o; Meclis,
15.00’te açılıyor, 19.00’a kadar çalışıyor; ancak, istisnaî durumlarda, bu
saat, çalışma süresi değişiyor, uzatılıyor; istisnaî durumlarda.
Şimdi, hepinizin vicdanlarına hitap ediyorum: Bu istisnaî
durum tersine dönüp, vakayi adiye haline geldi mi gelmedi mi? Artık, 13.00 ve
19.00 saatleri arasındaki çalışma istisnadır, ne zaman toplanacağı, ne zaman
dağılacağı belli olmayan, başıbozuk bir çalışma düzeni de genel kural haline
gelmiştir.
FERİDUN FİİKRET BALOĞLU (Antalya) – Aynen öyle...
K. KEMAL ANADOL (Devamla) – Buna hakkımız yok arkadaşlar.
Bu, Meclisin saygınlığına gölge düşürmektir.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) – Köle miyiz biz?!
K. KEMAL ANADOL (Devamla) – Meclisin saygınlığını her
şeyden çok bizler, milletvekilleri ve gruplar sağlamak durumundayız. Bunu
bıraktık... Yani, çok üzgünüm -asla hafife almıyorum yerel yönetimleri filan,
sakın yanlış anlaşılmasın, bundan ayrı bir mana çıkmasın ama- burası Türkiye
Büyük Millet Meclisi, burası belediye encümenine döndü.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) – Geri alsınlar
önerilerini...
BÜLENT BARATALI (İzmir) – Burası çivi fabrikası mı Sayın
Başkan?!
K. KEMAL ANADOL (Devamla) – Belediye encümenini nasıl
yönettilerse bu Meclisi de öyle yönetmek isteyen bir anlayışla karşı
karşıyayız. (AK Parti sıralarından “hakaret ediyorsunuz” sesleri)
Hakaret değil. Oranın çalışma şekli ayrıdır, buranınki
ayrıdır. Basketbol sahasında futbol oynamak istiyorsunuz; farklı...
Değerli arkadaşlarım, geçen, aynı şekilde düzenlenen
Danışma Kurulu toplantılarında, mutabakata varılamayan ve parti önerisi olarak,
grup önerisi olarak gelen, tekrarlanan bu olay üzerinde defalarca dile
getirdim. Dünyada çalışma süreleri hep yasayla düzenlenmiştir, yönetmelikle
düzenlenmiştir, kurala bağlanmıştır, İş Kanunda düzene bağlanmıştır, memurlarla
ilgili mevzuatta düzene bağlanmıştır, Trafik Kanunda düzene bağlanmıştır...
Yani, Trafik Kanununda araba kullanma süresi sınırlanıyor, biz yasa
çıkarıyoruz; çünkü, o süre daha uzarsa kaza ihtimali ortaya çıkıyor; ama, biz
11.00’de başlıyoruz 21.00’e kadar çalışıyoruz.
Defalarca söyledim; bu oturduğumuz salonun kati kabulü
hâlâ yapılamadı; çünkü, mahkemelik; ama, ceylan derisi koltukları yenilediler,
1961’den beri bu salonun havalandırma düzeni değişmedi, 1961’deki sistem devam
ediyor. Defalarca sordum -kuliste olan, Meclise devam etmeyen arkadaşlara da,
televizyonlardan izliyorlarsa söylüyorum- 1 saatten fazla oturduğunuz vakit bu
sandalyelerde, bu koltuklarda, başınız ağrıyor mu ağrımıyor mu, tansiyonunuz
inip çıkıyor mu çıkmıyor mu?
İNCİ ÖZDEMİR (İstanbul) – Çıkıyor.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) – Hasta oluyoruz.
K. KEMAL ANADOL (Devamla) – Ben, bir bilimsel sağlık
kurulunun bu incelemeyi yapmasını da talep ediyorum. (Alkışlar) Sağlıksız bir
ortamda sağlıklı yasa çıkmaz arkadaşlar. Şimdi, bir de, bu Danışma Kurulu...
Arkadaşlar, şimdi, peki, ne için çalışıyoruz? Yani, bu
kadar fazla çalışmaya, bu Meclisi sıkıştırmaya, sağlıksız yasalar çıkarmakla
sonuçlanacak bir durumu ortaya çıkarmaya neden uğraşıyoruz?!
Arkadaşlar, bakınız, dolu vurdu üzümü, kayısıyı,
çeşitli... “15 000 üretici mağdur. Gökkaya’da bağ ve bahçelerin yüzde 95’i
doludan büyük zarar gördü.” Fotoğrafta Manisa Milletvekilleri Nuri Çilingir ve
Hasan Ören’in resmi, köylülerle beraber ve sizden bir değerli milletvekili
arkadaşlarım, Manisa Milletvekili, Turgutlulu arkadaşım, çıktı, gündemdışı
konuşma yaptı ve tarım sigorta yasasının bir an önce Meclisten geçmesini
istedi.
Şimdi, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına size
sesleniyorum. Bakınız, bizi cumartesi çalıştırıyorsunuz. Niçin?.. Çarşamba
günü, Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı...
İlle çıkaracaklar; perşembeye de sirayet ettiriyorlar garantiye almak için.
Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı... Bu kanun
tasarısının robot resmini çizdiğiniz vakit, Maliye Bakanı çıkıyor! Kendini
affettirmek için, özel sorunlarını bu Meclise çözdürmek için bizi bu kadar
angarya çalıştırmaya kimsenin hakkı yok arkadaşlar! (CHP sıralarından alkışlar)
Çıkarın bu maddeyi, çıkarın bu maddeyi buradan, tarım sigorta yasasını getirin,
yarın Cumhuriyet Halk Partisi destek olacak ve köylülerimizi... Maliye Bakanını
değil, bağına dolu vuran köylülerimizi kurtaralım arkadaşlar! Değsin
çalıştığımıza!.. Yani, sizi hiç rahatsız etmiyor mu arkadaşlar?! Cumhuriyet
tarihinde var mı böyle bir Maliye Bakanı?! Yani, Vergi Barışı Yasasını çıkardı,
yarısından yararlandı, yarısından yararlanamadı, Yargıtay kararıyla. Şimdi,
ille, işlediği suçun, dosyanın suç olmaktan çıkması için bizi çalıştırıyor.
Arkadaşlar, inanıyorum ki, elinizi vicdanınıza koyduğunuz
vakit -mutlaka koyuyorsunuz, ona da inanıyorum- sizi rahatsız ediyor, bir
iktidar partisine bir şey kazandırmaz bu, çok şey kaybettirir arkadaşlar.
Şimdi, bu kadar sıkarak, çalışma saatlerini, 14.00-23.00,
11.00-21.00, 11.00-23.00, 14.00-23.00; o zaman, Sayın Meclis Başkanının, şu
andaki Meclis Başkanımız Sayın Bülent Arınç’ın, daha önceki dönemlerde, Grup
Başkanvekili olarak çok doğru sözleri var. Şimdi, biz de, aynı şeyleri
söylüyoruz. Bir Meclisten çıkan kanunun çok olması, olumluluk işareti sayılmaz
tek başına, nitelikli, evrensel hukuk kurallarına uygun yasa çıkarmakla
görevliyiz biz. Yoksa, çıkardığımız yasanın, büyük çoğunluğu Çankaya’dan geri
döner, Anayasa Mahkemesinden geri dönerse, bizim emeğimizin değeri kalmaz, bu
Meclisin çalışmasının yararı olmaz; ama, biz, ısrar ediyoruz, dayatıyoruz.
O zaman, arkadaşlar; yani, şuna razısınız, bu manzara
devam edecek. Karar yetersayısı isteyecek grup başkanvekili, tam oylama
sırasında kapılar açılacak, elleri havada, içeride ne görüşüldüğü sorulsa cevap
veremeyecek bir grup, 50, 60, 100 kişi gelecek... Bu manzara, bu Meclisin
üzerine düşen bir gölgedir arkadaşlar. Yapmayın... Demokrasi hepinize lazım,
size lazım, bize lazım. Bu Meclisin saygınlığını evvela bizim düşünmemiz lazım.
Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Anadol.
FARUK ÇELİK (Bursa) – Sayın Başkan, lehinde söz
istiyorum.
BAŞKAN – Önerinin lehinde, Bursa milletvekili Sayın Faruk
Çelik.
Buyurun Sayın Çelik. (AK Parti sıralarından alkışlar)
FARUK ÇELİK (Bursa)- Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; Grup önerimiz üzerinde söz
almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle, Sayın Anadol önemli şeyler söyledi. Söylediği
önemli şeylerin başında gelen de, Meclise ve çalışmalara gölge düştüğüyle
ilgili ki, buna katılmamız mümkün değil. Sayın Anadol, Meclis çalışarak gölge
düşürmez, gölgeleri ortadan kaldırmak için Yüce Meclis çalışıyor ve çalışmaya
da devam edeceğiz.
Bakınız, üçüncü yasama yılını tamamlamak üzereyiz. Tatil
süresini 1 ay kısarak veya çalışma süremizi 1 ay uzatarak birinci yasama yılını
tamamlamış idik. Arkasından ikinci yasama yılına gelince, yine temmuz ayından
16 gün çalıştık, olağanüstü toplantıyı gerçekleştirerek yine tatil süremizi 1
ay kısalttık; yani, 1 ay fazla çalıştık. Şimdi üçüncü yasama yılına geldik.
Üçüncü yasama yılında tabloya baktığımız zaman, gerçekten geçmiş dönemlerle
mukayese edilmeyecek yoğunlukta Genel Kurul çalışmalarına sahne olduk. Bu
başarı, hepimizin başarısı. İktidarıyla muhalefetiyle birlikte gerçekten bugüne
kadar şahit olunmayan başarıları birlikte gerçekleştirdik. Rakamsal olarak
baktığımız zaman, Türkiye Büyük Millet Meclisine 749 kanun tasarısı sevk
edilmiş, bunların 562’si yasalaşmış. Yüzde olarak bakınca, yüzde 75’lik bir
başarı var ortada.
Geçmiş dönemleri hiç ifade etmek de istemiyorum. Yani,
bir önceki dönemde yüzde 51, 20 nci Dönemde yüzde 37, 19 uncu Dönemde yüzde
15’lik bir başarı söz konusu, bir yasa faaliyetinin yürütülmesi söz konusu. Bu
dönem, üç dönemi kapsayacak şekilde yasama ve
Vergi Barışı Yasasını çıkardı, yarısından yararlandı,
yarısından yararlanamadı, Yargıtay kararıyla. Şimdi, ille, işlediği suçun,
dosyanın suç olmaktan çıkması için bizi çalıştırıyor.
Arkadaşlar, inanıyorum ki, elinizi vicdanınıza koyduğunuz
vakit -mutlaka koyuyorsunuz, ona da inanıyorum- sizi rahatsız ediyor, bir
iktidar partisine bir şey kazandırmaz bu, çok şey kaybettirir arkadaşlar.
Şimdi, bu kadar sıkarak, çalışma saatlerini, 14.00-23.00,
11.00-21.00, 11.00-23.00, 14.00-23.00; o zaman, Sayın Meclis Başkanının, şu
andaki Meclis Başkanımız Sayın Bülent Arınç’ın, daha önceki dönemlerde, Grup
Başkanvekili olarak çok doğru sözleri var. Şimdi, biz de, aynı şeyleri
söylüyoruz. Bir Meclisten çıkan kanunun çok olması, olumluluk işareti sayılmaz
tek başına, nitelikli, evrensel hukuk kurallarına uygun yasa çıkarmakla
görevliyiz biz. Yoksa, çıkardığımız yasanın, büyük çoğunluğu Çankaya’dan geri
döner, Anayasa Mahkemesinden geri dönerse, bizim emeğimizin değeri kalmaz, bu
Meclisin çalışmasının yararı olmaz; ama, biz, ısrar ediyoruz, dayatıyoruz.
O zaman, arkadaşlar; yani, şuna razısınız, bu manzara
devam edecek. Karar yetersayısı isteyecek grup başkanvekili, tam oylama
sırasında kapılar açılacak, elleri havada, içeride ne görüşüldüğü sorulsa cevap
veremeyecek bir grup, 50, 60, 100 kişi gelecek... Bu manzara, bu Meclisin
üzerine düşen bir gölgedir arkadaşlar. Yapmayın... Demokrasi hepinize lazım,
size lazım, bize lazım. Bu Meclisin saygınlığını evvela bizim düşünmemiz lazım.
Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Anadol.
FARUK ÇELİK (Bursa) – Sayın Başkan, lehinde söz
istiyorum.
BAŞKAN – Önerinin lehinde, Bursa milletvekili Sayın Faruk
Çelik.
Buyurun Sayın Çelik. (AK Parti sıralarından alkışlar)
FARUK ÇELİK (Bursa)- Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; Grup önerimiz üzerinde söz
almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle, Sayın Anadol önemli şeyler söyledi. Söylediği
önemli şeylerin başında gelen de, Meclise ve çalışmalara gölge düştüğüyle
ilgili ki, buna katılmamız mümkün değil. Sayın Anadol, Meclis çalışarak gölge
düşürmez, gölgeleri ortadan kaldırmak için Yüce Meclis çalışıyor ve çalışmaya
da devam edeceğiz.
Bakınız, üçüncü yasama yılını tamamlamak üzereyiz. Tatil
süresini 1 ay kısarak veya çalışma süremizi 1 ay uzatarak birinci yasama yılını
tamamlamış idik. Arkasından ikinci yasama yılına gelince, yine temmuz ayından
16 gün çalıştık, olağanüstü toplantıyı gerçekleştirerek yine tatil süremizi 1
ay kısalttık; yani, 1 ay fazla çalıştık. Şimdi üçüncü yasama yılına geldik.
Üçüncü yasama yılında tabloya baktığımız zaman, gerçekten geçmiş dönemlerle
mukayese edilmeyecek yoğunlukta Genel Kurul çalışmalarına sahne olduk. Bu
başarı, hepimizin başarısı. İktidarıyla muhalefetiyle birlikte gerçekten bugüne
kadar şahit olunmayan başarıları birlikte gerçekleştirdik. Rakamsal olarak
baktığımız zaman, Türkiye Büyük Millet Meclisine 749 kanun tasarısı sevk
edilmiş, bunların 562’si yasalaşmış. Yüzde olarak bakınca, yüzde 75’lik bir
başarı var ortada.
Geçmiş
dönemleri hiç ifade etmek de istemiyorum. Yani, bir önceki dönemde yüzde 51, 20
nci Dönemde yüzde 37, 19 uncu Dönemde yüzde 15’lik bir başarı söz konusu, bir
yasa faaliyetinin yürütülmesi söz konusu. Bu dönem, üç dönemi Kapsayacak
şekilde yasama ve denetim faaliyetlerini gerçekleştiren bir dönem. Dolayısıyla,
Meclisin üzerine gölge falan düştüğü yok; Meclis, üzerine düşeni, milletin bize
yüklediği sorumluluğu yerine getirme çabası içerisindedir.
Bu hafta bu yoğun çalışma neden?.. 1 Temmuzda tatile girelim
diyoruz; biz, milletvekillerinin bunu hak ettiğine inanıyoruz, Parlamentonun
bunu hak ettiğine inanıyoruz. 577 yasa tasarısını, eğer burada görüşüp
yasalaştırmış isek ve gerçekten, bu kalan süre içerisinde de toplumun, toplumun
sosyal kesimlerinin önemli sorunlarına parmak basacak düzenlemeleri buraya
getirip buradan çıkaracak isek, tabiî ki, milletvekilleri 1 Temmuz itibariyle
de tatile girmek durumundalar. Bu sıkışıklık, bu yoğunluk, 1 Temmuzda tatile
girmeye dönük bir yoğunluktur ve çok önemli tasarıları kapsamaktadır. İşte,
yargı reformu dediğimiz hukuk sahasında attığımız adımların, reformların
neticelenmesi açısından bu hafta yapacağımız çalışmalar son derece önem arz
ediyor, gerek İnfaz Yasasında yaptığımız değişiklikler gerek TCK’da gerek
CMK’da gerekse Adli Sicilde yapılan değişiklikler... Bildiğiniz gibi, biz
bunları, 2004 yılında yaz tatilinde olağanüstü toplantıyla gerçekleştirdik;
ama, yürürlük tarihi 1 Nisandı. 1 Nisan tarihinde, toplumun, gerek kamu
kesiminin gerekse diğer sosyal kesimlerinin, sivil toplum örgütlerinin yoğun
talepleri neticesinde yapılan yeni değişikliklerle, inşallah, hukuk reformu
sahasında attığımız adımlar, 1 Haziran tarihi itibariyle yürürlüğe girecek; o
da, bu hafta yapacağımız yoğun çalışmalarla gerçekleşecek diyorum.
Sayın Anadol’un, Sayın Maliye Bakanına dönük ifadelerine ise
katılmak mümkün değil. Yani, bazı kanunlarda, alacakların tahsiliyle ilgili
yasada yapılan düzenlemeler, birçok sorunu çözmeye dönük düzenlemelerdir. Yurt
dışındaki öğrencilerden alınız da, yurt dışında eğitim gören memurlara varıncaya kadar, vergi kanunlarını yeni Ceza
Yasasına uyarlamayı içeren birçok düzenleme içeriyor. Sizin bahsettiğiniz,
Maliye Bakanına atfen ifade ettiğiniz düzenleme ise, aslında birçok
ihracatçımızı, hele hele kriz dönemlerinde çok ciddî sıkıntılarla karşı karşıya
bırakan bir düzenlemedir. Yani, tedarikçi ihracatçılar veya imalatçı
ihracatçıların düzenlediği sahte faturalardan doğan ihracatçı sorumluğunu
ortadan kaldırmadır.
TUNCAY ERCENK (Antalya) – Onları kaldırmıyor...
FARUK ÇELİK (Devamla) - Bu, aslında, bizim Ceza Yasamızda
suçun şahsîliği prensibi gereği de böyle. Yani, birisi, bir sahtekârlık
yapıyor, devlet var, hukuk devleti var, o sahtekârlığı yapanın ortaya
çıkarılması tabiî ki, gerekiyor, onun bulunması, onun yargılanması, onun
gerekli cezaî müeyyideyle karşılaşmasından daha tabiî ne olabilir hukuk
devletinde; ama, burada hiç ilgisi olmayan, hiç suçu olmayan birçok
ihracatçımızın ne gibi sıkıntılarla karşı karşıya bulunduğunu piyasayı bilen,
piyasada olan birçok arkadaşımız bunu çok iyi takdir eder.
Sosyal Sigortalar ve Bağ-Kur prim borçlarıyla ilgili
düzenlemeye, öyle tahmin ediyorum ki, yeniden yapılandırılmasıyla ilgili,
Cumhuriyet Halk Partili arkadaşlarımızın karşı çıkacağını zannetmiyorum. Birçok
madde ve birçok sosyal kesimi rahatlatan düzenlemeleri içeren bir düzenlemedir.
Ayrıca, bildiğiniz gibi, bugün, anayasa değişikliği
teklifiyle işe başlayacağız. Cuma günü de ikinci ve son oylamasını
gerçekleştireceğiz. Evet, yoğun bir hafta olacak; ama, bu yoğun haftanın neticesinde,
yine çiftçilere dönük, muhtarlara dönük ve çeşitli sosyal kesimlere dönük olan
önemli düzenlemeleri de temmuz 1’e kadar gerçekleştirip, öyle tahmin ediyorum
ki, yine milletimizin karşısına, halkımızın karşısına alnı açık, başı dik bir
şekilde hep beraber çıkacağız. Bu başarı, hepimizin başarısıdır. Çalışma, gölge
düşürme değildir, çalışma, olumsuzlukları ve gölgeyi kaldırmadır diyorum. Ben,
çalışmalarımızda başarılar diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Çelik.
Aleyhte söz isteği var.
Mersin Milletvekili Sayın Mustafa Özyürek; buyurun.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Sayın Başkan, saygıdeğer
milletvekilleri; yine, bir Danışma Kurulu kararı etrafında tartışma yapıyoruz.
Şimdi, hemen baştan söyleyeyim: Sayın Çelik dedi ki
“ihracatçıları rahatlatan bir düzenleme yapıyoruz. Bunun, bir an önce
yasalaşmasını niçin istemiyorsunuz?” Doğru, ihracatçıları rahatlatan, hatta,
naylon fatura düzenlemekten, naylon fatura kullanmaktan kurtaran bir düzenleme
yapıyoruz; ama, hayalî ihracatçıları... Eğer, maksadımız, hayalî ihracatçıları
kurtarmaksa, bu tasarı, bunu, bihakkın başarıyor; bunu getirenleri kutluyorum!
Değerli arkadaşlarım, şimdi, bu Meclis, gerçekten çok
fazla yasa çıkardı; ama, yasanın sayısı önemli değil, yasanın ülke sorunlarını
çözecek nitelikte olup olmaması ve hukuk sistemimizdeki bir boşluğu doldurup
doldurmaması önemlidir.
Şimdi, burada görüşülecek olan Ceza Kanunu, Ceza Usul
Kanunuyla ilgili düzenlemeler, yine, hükümetin, buraya çıkan Adalet Bakanımızın
“reform niteliğinde çok önemli düzenlemeler yaptık, büyük bir görev yaptık”
diye sunduğu bir yasayı, şimdi, tekrar görüşüyoruz. Ama, komisyonlardaki
tartışmalardan ve kamuoyundaki yansımalarından gördüğümüz kadarıyla, korkarım
ki, iki ay sonra bu kanunu yeni baştan ele alacaksınız. Niçin bu böyle oluyor:
İşte, Meclisin düzenli çalışmasını bir türlü iktidar çoğunluğu sağlayamadığı
için bu duruma düşüyoruz.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, olağanüstü çalışma yöntemi,
Sayın Anadol da ifade etti, olağanüstü önemde kanunlar varsa başvurulacak bir
yöntemdir; ama, siz, normal çalışma yönetimini bütünüyle terk edip, artık bütün
yasaları olağanüstü kanun diye nitelendirir ve buraya sunarsanız, o zaman bunun
bir anlamı kalmaz. Şimdi ne oluyor; Adalet ve Kalkınma Partisinin gündeme
alınmasını istediği tasarılara şöyle bir baktım; mesela, bu kamu alacaklarının
tahsil ve terkiniyle ilgili yasanın sonbahara kalmasında ne gibi bir sakınca
var, ben anlayamadım. Şimdi, burada, belki görülmekte olan bazı davaları Meclis
kararıyla düşürme açısından bir acele var, onu anlıyorum; ama, onun dışındaki
düzenlemelerin hiçbirinin geç kalmasında hiçbir sakınca yok.
Değerli arkadaşlarım, bir diğer önemli yanlışı şöyle
yapıyoruz: Bu kamu alacaklarının tahsil ve terkiniyle ilgili tasarı, Türkiye
Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülürken, yürürlüğü dahil
22 maddelik bir tasarıya, İktidar Partisine mensup milletvekillerinin
önergeleriyle, 14 ayrı madde ilave edilmiştir ve bu maddelerin tasarıyla hiçbir
ilgisi yoktur. Şimdi, bakıyorsunuz, bir tasarı önünüze gelmiş, yeteri kadar
süre tanınmasa da, alelacele bir hazırlık yapıyorsunuz, konuşarak, düşünerek
bir katkı sunmaya çalışıyorsunuz; ama, onun dışında, durmadan yeni yeni
önergeler gelirse ve bu önergelerden, önce de, gerek komisyon da gerek Genel
Kurulda haberiniz olmazsa, burada, milletvekilleri olarak bizim görevimiz ne,
bizim fonksiyonumuz ne?! Değerli arkadaşlarım, geçtiğimiz ikibuçuk yıllık
dönemde, bu Meclis, hükümetin getirdiği tasarıları, sadece onama durumunda
kalmıştır. Burada tartıştığımız çok önemli tasarılarda, kuliste konuştuğumuzda,
iktidara mensup milletvekillerimiz de “evet, bu yanlış olmuştur” diyorlar;
fakat, burada, oy vermeye gelince, eller kalkıyor, hatta, biraz eleştiren,
biraz farklı düşünen, iktidara mensup bir milletvekili olduğu zaman, bakanlar,
o milletvekillerini, âdeta, tersleyebiliyorlar. Nitekim, Plan ve Bütçe
Komisyonunda, böyle bir olaya tanık olduk; bir bakan, eleştirisi üzerine,
iktidar partisine mensup bir milletvekiline “oy vermezsen verme kardeşim, ne
konuşup duruyorsun” dedi.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, yasalar ya teklif şeklinde
gelir veya hükümet tasarısı şeklinde gelir. Hükümet tasarısına ek olarak,
tasarıda yer alan madde sayısı kadar teklifle madde ilave ederseniz, orada,
kanun yapma tekniğinin, artık, bütünüyle dışlandığını görürsünüz.
Şimdi, hükümet kabul etmeden hiçbir şey olmuyor. Bazı
özel televizyon kanallarının yabancı sermayeye yüzde 100 açılması konusunda bir
kanun teklifi Plan ve Bütçe Komisyonunda kabul edildi, buraya geldi; biz,
şiddetle karşı çıktık, Sayın Nevzat Yalçıntaş’ın da karşı çıkması üzerine,
iktidara mensup bazı milletvekilleri de aleyhte oy verdi; ama, kabul edildi.
Cumhurbaşkanımızın vetosu üzerine konu tekrar gündeme geldiğinde hükümet dedi
ki “evet, biz de bundan vazgeçiyoruz.”
Şimdi, değerli arkadaşlarım, burada, muhalefetin
söylediğine itibar etmiyorsunuz, iktidarın söylediğine itibar etmiyorsunuz;
itibar ettiğiniz tek merci hükümet oluyor. O zaman, toplanalım, bir genel yetki
verelim, hükümet istediği kanunu çıkarsın. Yani, bu, son derece yanlış oluyor,
sağlıklı kanun çıkaramıyoruz. Kanunların gerekçeleri de çok önemlidir;
uygulamada, yorumlamada gerekçelere de bakılır; ama, kanun teklifi olarak
durmadan tasarılara ilaveler yaparsanız, gerekçesiz maddeler kabul edersek, bir
sonuç almamız mümkün değildir.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, bir de, büyük bir haksızlık
oluyor. Burada, Parlamentoya devam eden milletvekili sayısı 100 civarında.
Şimdi, bu 100 kişiyi, siz, cumartesi de çalıştırmak suretiyle, olağanüstü
uzatılmış sürelerde çalıştırmak suretiyle, büyük bir haksızlık yapıyorsunuz.
Zaten, bu Parlamentoya devam etmemeyi alışkanlık haline getiren bazı
milletvekilleri, olsa olsa bugün, siz, Sayın Başbakan ısrar ettiği için Meclis
kulisinde bulunacaklar ve son anda gelip oy kullanacaklar.
Değerli arkadaşlarım, burada konuşacaksak, bugün ilan
edilmiş olan buğday taban fiyatlarını konuşmalıydık. Bugün ilan edilen taban
fiyatı 350 000 lira, artı 30 000 lira prim. Oysa, geçen yıl ilan edilen fiyat
370 000 liraydı. Şimdi, hiçbir şey vermiyorsunuz ve Ziraat Odaları Birliğinin
tespitlerine göre de, buğdayın maliyeti 400 000 lira. 400 000 liraya mal edilen
bir ürüne, 350 000 lirayı başta, daha sonra da 30 000 lira prim vererek
milyonlarca çiftçiyi mağdur ettikten sonra, burada, belli kesimlere, belli
çıkar çevrelerine olanak sağlayan kanunları aceleyle çıkarmakla, bu Meclis
görevini yapmış olmaz. Bu Meclisin görevi, ülke yararına kanunlar çıkarmaktır;
bu Meclisin görevi, toplumda ezilen kesimlerin sorunlarını çözecek yasalar
çıkarmaktır.
Onun için, bu Danışma Kurulu kararının reddedilmesini
diliyorum ve hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Özyürek.
Önerinin lehinde söz isteği var; Bayburt Milletvekili
Sayın Ülkü Güney...
Buyurun Sayın Güney.
ÜLKÜ GÖKALP GÜNEY (Bayburt) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Adalet ve Kalkınma Partimizin grup önerisinin lehinde söz
istedim; bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Hepinizin bildiği gibi, İçtüzüğümüzde ve yasalarımızda,
Meclisimizin “Danışma Kurulu” diye bir müessesesi vardır. Bu müessese, Meclis
için bir nevi mutfak görevini yapar; hazırlanacak olan kanunların, görüşülecek
olan kanunların, orada grubu bulunan partiler tarafından, önemli olanları zaman
zaman öne alır, öne getirir ve bir nevi, buradaki, bizlere bir hazırlık yapar;
asıl görevi budur. Bir de, acil, çok önemli kanun tasarılarını, çok ender
olarak, zaman zaman öne getirir.
İşte, bugün, Adalet ve Kalkınma Partisi -Değerli Grup Başkanvekili
arkadaşımız da burada anlattı gerekçelerini- bu gerekçelerle bir öneri
getirmişlerdir; bunların en tabiî hakkıdır, doğrudur; bu öneri gelmiştir ve
oylanacaktır.
Ben bu vesileyle, size birkaç mesaj vermek istiyorum;
önemli saydığım mesajı vermek istiyorum.
Bunlardan birincisi şudur: Değerli arkadaşlarım, Danışma
Kurulunda görüşüp karara bağlanması icap eden konulardır bunlar ve burada Sayın
Meclis Başkanımızın daha duyarlı olması gerektiğine inanıyorum ve orada bu
meseleyi halletmelidir. Orada bu mesele iki grup arasında halledilmelidir. Her
hafta buraya Danışma Kurulu önerisi gerek Cumhuriyet Halk Partisinden gerekse
AK Partiden gelmemelidir. Biz de şaşırdık, biz şaşırdık. Sizin gruplarınız var,
bizim grubumuz da yok.
Şimdi, elimde bir bilmece... Arkadaşlar, bu bilmeceyi ben
nasıl çözeyim?! Bir milletvekili olarak, gelin, elinizi vicdanınıza koyun. Ben,
hangisinin ne olduğunu nasıl bulayım, nasıl bileyim, nasıl öğreneyim?! Kaldı
ki, bir kanunda 48 saat geçmeden, yani, o anayasal süreyi de kullanmadan, o
kadar acil bir kanun getiriliyor ki, o da olmadan... Peki, biz buraya niye
gelelim, niçin gelelim?! O ki bir katkıda bulunamayacağız, o ki bir yardımda
bulunamayacağız, eleştiremeyeceğiz, biz niye gelelim?! Hele hele, cuma günü,
cumartesi günü çalışma meselesi...
BAŞKAN – Sayın Güney, bir dakikanızı rica edebilir
miyim...
Sayın milletvekilleri, Bakanlar Kurulu bölümündeki
milletvekili arkadaşlarımıza rica ediyorum.
ÜLKÜ GÖKALP GÜNEY (Devamla) – Sayın Bakan arkadaşlar,
herhalde, bu konuyu o kadar önemsemiyorlar.
BAŞKAN – Buyurun efendim.
ÜLKÜ GÖKALP GÜNEY (Devamla) – Ama, milletvekili olarak
bizim için bu çok önemli. Biz, hiçbir katkıda bulunamıyoruz, hiçbir yardımda
bulunamıyoruz. Bakın, arkadaşlar, bundan üç hafta evvel yine böyle bir Danışma
Kurulu kararı geldi, önerisi geldi ve Adalet ve Kalkınma Partimizden geldi.
Hatırlayın, cumartesi günü çalışacaktık, çalışamadık. Ben çıktım, o gün de
söyledim, “çalışamayız arkadaşlar” dedim. Perşembe günü akşamdan durum belli
oldu. Cumartesi günü, cuma günü çalışma yapılmadı. Yani, siz bunun yapılacağına
inanıyor musunuz, bu kadar zorlamayla bir noktaya gidilebileceğine inanıyor
musunuz?! Üstelik, bu kanunları bu kadar acele, bu kadar iyi hazırlamadan
buradan geçirirsek neler olduğunu da biliyorsunuz. İşte, Anayasadan dönüyor,
Sayın Reisicumhurdan dönüyor vesaire vesaire...
Şimdi, arkadaşlarım, sayı, 540 kanun da çıkarırsın, 740
kanun da çıkarırsın; ama, gelin, bu işi, özellikle, ben, grubu bulunan her iki
partimizin grup başkanvekilleri, hepsi burada; onlardan rica ediyorum; buraya
getirmeden kendi aranızda bunu halletmenin yollarını bulun. Sayın Meclis
Başkanı da bu işte daha aktif olsun. Yoksa, biz, her hafta, burada, bu konuyu
tartışmamalıyız. Dikkat edin; bu kadar acele ediyoruz, sadece bu öneri için kaybettiğimiz
zaman bir saate yakındır arkadaşlar, bir saat zaman kaybettik. Niye burada bunu
kaybedelim?! Bunu, Danışma Kurulunda oturun, konuşun, çok nadir olduğu zaman
getirin. Aksi halde, buradan bir sonuç alamayız. Yine bu hafta sonu
milletvekili arkadaşlarımız gelmezler, gelemezler.
Sonra, burada milletvekilliği dendiği
zaman, milletvekili sadece Meclise, böyle, zorla getirilen, cuma günü saat
bilmem sabahın 11’inden gecenin 22’sine, 23’üne kadar... Böyle milletvekilliği
de olmaz; onu size söyleyeyim. Milletvekilinin asıl önemli görevleri vardır;
seçim bölgelerimiz var, seçmenlerimiz var; yani, bizi devamlı bir şekilde
buraya bağlayıp, buraya mutlaka geleceksiniz, mutlaka şunları yapacağız...
Yani, sadece bir milletvekilinin görevi Mecliste bulunmak da değildir. Hele
hele böyle hazırlıksız gelinecek, içinde ne olduğu bilinmeyecek, istediğimiz
kadar günü uzatacağız, ondan sonra “sayısal olarak bu kadar kanun çıkardık...”
Ben, bu duygularla hepinize şunu
söylemek istiyorum ve değerli grup başkanvekili arkadaşlarıma: Bundan böyle bu
konuyu kendi aranızda, Sayın Meclis Başkanını da daha aktif olmak kaydıyla,
yapınız, bizler de ne konuşulacağını daha önceden öğrenelim, bilelim, gelelim,
burada birlikte tartışalım; daha faydalı oluruz diye düşünüyorum. Artık, bu konuda
konuşmaktan -ben üç dört defa konuştum- çok rahatsız oldum; bir daha da bu
konuda konuşmayacağım, konuşmak istemiyorum; inşallah, mecbur kalmam.
Bu duygularla hepinize saygılar sunuyorum; teşekkür
ediyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Güney.
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun İçtüzüğün 19 uncu
maddesine göre verilmiş önerisi üzerinde, lehte ve aleyhte olan görüşmeler
tamamlanmıştır.
YO K L A M A
(CHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)
ALİ TOPUZ (İstanbul) – Sayın Başkan,
yoklama yapılmasını istiyoruz.
BAŞKAN – Yoklama talebiniz var.
Yoklama isteminde bulunan
arkadaşların isimlerini alıyoruz: Sayın Kemal Anadol, Sayın Ali Topuz, Sayın
Mehmet Vedat Yücesan, Sayın Salih Gün, Sayın Bayram Ali Meral, Sayın Muharrem
İnce, Sayın Atila Emek, Sayın Ali Rıza Gülçiçek, Sayın Mustafa Özyurt, Sayın
Mevlüt Coşkuner, Sayın İsmail Değerli, Sayın Erdoğan Kaplan, Sayın Erdal
Karademir, Sayın İzzet Çetin, Sayın Nurettin Sözen, Sayın Hüseyin Bayındır,
Sayın Ali Oksal, Sayın Şevket Arz, Sayın Sefa Sirmen, Sayın Harun Akın.
Sayın milletvekilleri, önerinin
oylamasından önce 20 milletvekilimiz
yoklama talebinde bulunmuşlardır. Şimdi, bu talebi yerine getireceğim.
Yoklama için 5 dakikalık süre veriyorum.
Adlarını okuttuğum sayın üyelerin, yoklama için
elektronik cihaza girmemelerini rica ediyorum ve yoklama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayısı
vardır.
BAŞKAN – AK Parti Grubu önerisini oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Alınan karar gereğince sözlü soru önergeleri ile diğer
denetim konuları görüşülmüyor ve gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri İle
Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.
1.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve
İbrahim Köşdere’nin; Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı Kanununa Geçici Bir
Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212)
(S. Sayısı: 305)
BAŞKAN – 1 inci sırada yer alan kanun teklifinin geri alınan
maddeleriyle ilgili komisyon raporu gelmediğinden, teklifin görüşmelerini
erteliyoruz.
2 nci sırada yer
alan, Esnaf ve Sanatkârlar Meslek Kuruluşları Kanunu Tasarısı ile Sanayi,
Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu raporunun
görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
2.- X Esnaf ve Sanatkarlar Meslek Kuruluşları Kanunu Tasarısı
ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu
Raporu (1/969) (S. Sayısı: 851)
BAŞKAN –
Komisyon?.. Yok.
Ertelenmiştir.
3 üncü sıraya
alınan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Ankara Milletvekili
Salih Kapusuz, Bursa Milletvekili Faruk Çelik, Hatay Milletvekili Sadullah Ergin, İstanbul Milletvekili İrfan Gündüz ve
Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa ile 193 Milletvekilinin; Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifi ve Anayasa
Komisyonu raporunun birinci görüşmesine başlıyoruz.
.-
Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Ankara Milletvekili Salih
Kapusuz, Bursa Milletvekili Faruk Çelik, Hatay Milletvekili Sadullah Ergin,
İstanbul Milletvekili İrfan Gündüz ve Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa İle 193
Milletvekilinin; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bir Maddesinin Değiştirilmesi
Hakkında Kanun Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/435) (S. Sayısı: 894)...(x)
BAŞKAN - Komisyon?.. Burada.
Hükümet?.. Burada.
Komisyon raporu, 894 sıra sayısıyla bastırılıp
dağıtılmıştır.
Teklifin tümü üzerinde söz istekleri vardır.
Gruplar adına, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
Antalya Milletvekili Sayın Tuncay Ercenk, AK Parti Grubu adına İstanbul
Milletvekili Sayın Burhan Kuzu; şahısları adına, Denizli Milletvekili Ümmet
Kandoğan, İstanbul Milletvekili Mustafa Ataş, Erzurum Milletvekili Mücahit
Daloğlu, Adana Milletvekili Uğur Aksöz.
İçtüzüğümüz gereğince, sırasıyla, milletvekillerimizden
söz hakkı olanlara söz verilecektir.
Şimdi, ilk söz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına,
Antalya Milletvekili Sayın Tuncay Ercenk’e aittir.
Buyurun Sayın Ercenk. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA TUNCAY ERCENK (Antalya) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; anayasalar, hepimizin bildiği gibi, bir devletin
yapısını, işleyişini, kurumlar ile kurumlar, kurumlar ile kişiler arasındaki
ilişkileri ve kuralları düzenleyen temel yasalardır. devletin işleyişini
düzenleyen temel bir yasa olması nedeniyle, anayasalar, ilkesel anlamda
düzenlenmeli ve uzun süre değiştirilmesine ihtiyaç duyulmayacak biçimde...
ATİLA EMEK (Antalya) – Sayın Başkan, Genel Kurulda hem
uğultu var, hem ayakta herkes.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Sayın Başkan, bir müzakere
ortamı yok burada.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Divanın orası kalabalık, burası
kalabalık.
TUNCAY ERCENK (Devamla) - ...hazırlanmalı ve bu çerçeve
içinde, ilkeleri esas alarak, çok fazla ayrıntıya girmeden düzenlenmesi gereken
temel yasalardır.
Anayasal güvence altında olması gereken konular hariç
olmak üzere, anayasal güvenceye ihtiyaç duyulan her konuda, anayasa
düzenlenirken, elbette, ayrıntıya girerek, ilkeler doğrultusunda düzenlenme
doğaldır; ama, bunun dışında, temel anlamda düzenlenecek bir anayasada, mutlak
suretle, uzun süre değiştirilme ihtiyacının bulunmaması gerektiği şekilde
hazırlanması esastır.
Değerli milletvekilleri, üç yıla yakın bir süredir,
Anayasanın 76 ncı maddesinden başlamak üzere, Anayasada birtakım maddeleri
değiştirdik, bir kısmına da teşebbüs ettik. Şimdi, elimde bir liste var.
27.12.2002 tarihinden itibaren, Anayasanın 10 uncu maddesinde “kanun önünde
eşitlik” 15 inci maddesinde “temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması”
17 nci maddesinde “kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı” 30 uncu
maddesinde “basın araçlarının korunması” 38 inci maddesinde “suç ve cezalara
ilişkin esaslar” 76 ncı maddesinde “milletvekili seçilme yeterliliği” 78 inci
maddesinde “Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimlerinin geriye bırakılması ve ara
seçimleri” 87 nci maddesinde “Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve
yetkileri” 90 ıncı maddesinde “milletlerarası andlaşmaları uygun bulma” 131
inci maddesinde “yükseköğretim üst kuruluşları” 143 üncü maddesinde “Devlet
Güvenlik Mahkemeleri” 160 ncı maddesinde de “Sayıştay” başlıklı maddeleri
değiştirmişiz veya mevcut olan fıkraları Anayasadan çıkarmışız.
Tabiî, teşebbüs ettiklerimiz de oldu. Bunların başında,
Anayasanın 76 ncı maddesinin birinci fıkrası, seçilme yaşının 25’e indirilmesi;
yine, Anayasanın 169 ve 170 nci maddeleri. Bunların bir bölümü askıya alındı,
bir bölümü Sayın Cumhurbaşkanınca veto edildi. Anayasa Mahkemesi tarafından da
iptal edilen, elbette, tasarılar mevcuttur.
Şimdi, 13 madde değiştirmişiz seçimden bu yana. 13
maddenin içinde, başlıklarını okudum; ama, ne hikmetse, toplumun bizden
beklediği Anayasa değişikliğini yapmaya cesaret dahi edememişiz. Bunu, sadece
AKP Grubuna mensup milletvekilleri için söylüyorum; çünkü, biz, Anayasanın 83
ve 100 üncü maddeleri konusunda, dokunulmazlıkların sınırlandırılması
konusunda, seçildiğimizden bu yana üstünde durduğumuz en önemli konu budur;
ama, saydığımız bütün değişiklikler yapılmasına rağmen, bu konuya en ufak bir
yaklaşım gösterilmemiştir ve Parlamentonun ortak kararı olarak “evet,
siyasetçiye güveni sarsıyor bu dokunulmazlık” diyerek ortak bir karar alma
noktasından sürekli kaçmış bulunuyoruz.
İnanıyorum ki, en kısa zamanda, AKP Grubuna mensup
arkadaşlar, dokunulmazlıkların kaldırılması konusunda üstlerine düşeni
yapacaklar ve bu cesaretleri göstereceklerdir diye düşünüyorum.
Biz, seçimimizden bu yana, yasama çalışmalarını
yaptığımız süre içinde, her Anayasa değişikliği teklifi geldiği zaman öncelikle
üstünde durduğumuz Anayasanın 83 üncü ve 100 üncü maddelerinin bir an önce
sınırlandırılması, hukukun üstünlüğüne bağlı daha çağdaş bir düzenleme olan
“sınırlandırma” kavramının Anayasamıza eklenmesi konusunda üstümüze düşen
ısrarı yapmış bulunuyoruz.
Dokunulmazlıkların kaldırılmasını neden çok istiyoruz?
Bir kere, toplumda siyasetçiye olan güvenin sarsıldığını hepimiz kabul edelim.
Bunun tek yolu da, gerçekten, suç işlemiş bir siyasetçinin, milletvekili veya
bakan olan bir şahsın, milletvekili olarak bu sorumluluktan kurtulmasını önlemek
bizim temel görevimizdir diye düşünüyorum.
Değerli arkadaşlarım, her anayasa değişikliği teklifi ve
yasa teklifi veya tasarıları gündeme getirilirken bizim üstünde durduğumuz çok
önemli bir kavram daha var; o da, gerek bu değişikliklerin gerek yasa gerekse
anayasa değişikliklerinin, toplumu ilgilendiren tüm kesimlerin bir araya
gelerek, bir uzlaşma içerisinde bu tasarıları veya teklifleri gündeme
getirmesi, komisyona ve arkasından da Parlamentonun gündemine taşınması
gerektiğini düşünüyoruz; yani, bir hükümet oturduğu yerde görev yaparken,
efendim, ben bu tasarıyı böyle düşünüyorum, bu kurumu böyle düzenleyeceğim, bu
konuda böyle bir tasarı getiriyorum veya milletvekili arkadaşlarım, ben böyle
bir teklif getiriyorum yerine, tam aksine, hangi konuda getiriyorlar, YÖK
konusunda, esnaf ve sanatkârlar konusunda; bu konuları getirecek olan
tasarıları da bu kesimlerle konuşarak, anlaşarak, muhalefet partisiyle
konuşarak, anlaşarak getirmelerini de, öyle sanıyorum ki, toplumun uzlaşma
kültürü açısından önemli bir noktadır diye düşünüyorum. Biz bu konuda üzerimize
düşeni hep yaptık, bu fırsatı kaçırmayalım dedik. Umarım ki, bundan sonra bu
fırsatlar kaçmaz ve toplumun tüm kesimlerini ilgilendiren insanlar bir araya
gelir ve tasarıları bu şekilde çıkarır ki, Parlamento gerçekten saygınlığa
ulaşsın ve toplum da, bravo, çok iyi çalışıyor bu Parlamento, uzlaşmışlar desin
ve ona örnek olacak şekilde bir çalışma içine girsin diye düşünüyorum.
Şimdi, biz, yasaları, değişiklikleri genellikle Avrupa
Birliği uyum yasaları çerçevesinde düşündük, Avrupa Birliğinin bize
dayatmasıyla değiştirdiğimiz yasalar oldu. Elbette güzel, bunlara karşı çıkma
anlamında söylemiyorum; ama, keşke “Avrupa Birliği müzakere süreci aman
kaçıyor” yerine “Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan vatandaşlarım, Türk Halkı bu
değişiklikleri çok önceden hak etmiştir, bu nedenle bu değişiklikleri yapalım”
denilse ve o şekilde bu değişiklikler olsaydı, öyle sanıyorum ki, toplumdaki
itibarımız hem toplum olarak hem Meclis olarak daha iyi olurdu, daha fazla
olurdu.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, 13.4.1994
tarihli, 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında
Kanun, amaç olarak, 1 inci maddesinde şunları belirtmiş: “Radyo ve televizyon yayınlarının düzenlenmesine ve Radyo
ve Televizyon Üst Kurulunun kuruluş, görev, yetki ve sorumluluklarına ilişkin
esas ve usulleri belirlemektir“ diye amacını belirlemiş ve 4 üncü
maddesinde de, yayın ilkeleri çerçevesinde, hemen hemen toplum yaşamının
bütününü ilgilendiren, toplumda hemen hemen her kesimi ilgilendiren, “Yayın
İlkeleri” adı altında maddeler koymuş, ilkeler koymuş.
Şimdi, toplum yaşamının her bölümünü
ilgilendiren bir paragraf, bir madde ekleyen bir kanun, neden acaba, bu kadar,
toplumun bütün kesimlerini ilgilendirme gereğini duymuş 4 üncü maddede? Öğretim
diyorsunuz, burada var; devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü
kavramı burada var, toplumun millî ve manevî değerlerine aykırı davranmama ilkesi
burada var, Anayasanın “Genel Esaslar” kısmında yer alan ilkelere, demokratik
kurallara ve kişi haklarına saygı burada var; genel ahlak, toplum huzuru ve
Türk aile yapısı diye, böyle sıralıyor... Anlatım özgürlüğünden bahsediyor;
insanların ırk, cinsiyet, sosyal sınıf veya dinî inançları dolayısıyla hiçbir
şekilde kınanmaması ilkesine, Türk millî eğitimine, yayınlarda adalet ve
tarafsızlığa kadar, tam 20 madde olarak sayılmış. Demokratik kurallar
çerçevesinde, kamunun siyaset, eğitim ve kültürel alanlardaki beklentilerine
cevap verecek şekilde demokratik gruplar ve siyasî partiler arasında fırsat eşitliğinin
sağlanması esasına kadar düzenleme yapmış. Bunlar, sadece 4 üncü maddedeki
ilkeler.
Peki, neden bu kadar, 4 üncü maddeyi
esas alarak, toplumun bütün kesimlerini hemen hemen içine alan kurumlarını
düzenleyen bir kavram içine, bir madde içine, bir anlayış içine girmiş teklif;
onu özellikle açmak istiyorum.
Değerli milletvekilleri, bilindiği
gibi, medyamız, özellikle son günlerde, son yıllarda, toplumla iç içe geçmiş, toplumun haber alma anlayışının dışında, topluma haber
verme, toplumu bilgilendirme anlayışının dışında, toplumu yönlendirme
anlayışını önplana almış. Yani, medya, artık, topluma haber vermenin yerine,
toplumu yönlendirme kavramını esas almış ve yayınlarını da, yayın ilkelerini de
buna göre düzenlemiş.
Şimdi, medyanın bu şekildeki anlayışı ve çalışması,
elbette, toplumu şekillendirme anlayışından kaynaklanıyor; yani, medya
yayınlarıyla, toplumu bir anlamda düşündüğü biçimde şekillendiriyor,
tercihlerini düşündüğü biçimde yönlendiriyor. Vatandaşın tercihlerini bile
etkileme noktasına gelen bir kavram içerisinde medya. Bunu kabul etmek lazım,
bu gelişen sürecin sonucu. Bunu, bir reddetme anlamında söylemiyorum; ama,
bunun belli sakıncaları doğacaktır ortada.
Şimdi, giderek medyanın tekelleşmesi gündeme geliyor. Bu
tekelleşme, medyanın toplumu şekillendirme, etkileme özelliği gözönüne alındığı
zaman, tek bir ses, tek bir görüş etrafında toplumu yönlendirme anlayışı daha
da güçlü hale gelecek. O nedenle, medyanın tekelleşmesi konusunda ciddî
kuşkular var. Bu konuda, ciddî çalışmalar yapmak durumundayız diye düşünüyorum.
Tek görüş, tek yönlülük, tek aktarma, tek yorumlama,
fikir farklılıklarını ve fikir anlamında değişik görüşlerin de belli oranda
sekteye uğramasına neden olacak; eğer, bu şekilde medyanın tekelleşmesi gündeme
gelirse.
Demokrasinin çok doğru işlemesi, alışabildiğimiz biçimde,
alışageldiğimiz biçimde demokrasinin tarifine uygun biçimde işlemesi de, öyle
sanıyorum ki, tehlikeye girecektir. O nedenle, Büyük Millet Meclisine ve
toplumun tüm kesimlerine, bu konuyla ilgilenen herkese, toplumun tüm
kesimlerinden, tek bireyine kadar, bu konunun üzerinde hassasiyetle durmamız
gerekir, bu konuda üzerimize düşen görevi yerine getirmemiz gerekir diye
düşünüyorum.
Tek sesli bir medya, tek sesli bir demokrasiye yol
açabilir. Bu önemli bir yanlıştır, önemli bir sakıncadır. Bu açıdan da,
medyamızın, öyle sanıyorum ki, bu ilkeye dikkat etmesi, 4 üncü maddedeki
çerçeve içinde dikkat etmesi ve toplumu da tek yönlü, tek sesli olarak
yönlendirmemesi gerekir.
Tabiî, toplumu bu denli etkileyen, toplumu bu denli
yönlendiren bir başka kurum, bir başka aracın olduğunu düşünemiyorum. Öyle ki,
medyanın ve medyanın araçlarının belli bir düşüncenin, belli bir grubun
çıkarına kullanılmasının hangi sonuçlara yol açacağını ve hangi amaca, o
düşüncenin hangi amacına hizmet edeceğini çok iyi düşünmemiz gerekiyor. Medya
araçları belli bir grubun veya kişinin çıkarına kullanılmamalıdır, belli bir
düşüncenin çıkarına da kullanılmamalıdır, belli bir yapının çıkarına da
kullanılmamalıdır; toplumun çıkarı, amacı neyse, ne gerektiriyorsa onu yapmak
lazım. Ancak, günümüzde bunun bu şekilde çok işlediğini söyleyemiyorum. Çünkü,
medya grupları, ticaret, siyaset bir araya girmiş ve toplumun yönlendirme
noktası neresiyse, hassas noktası neresiyse oraya doğru bir yayın politikası
gündeme getirilmeye çalışılmaktadır.
Kitle
iletim araçlarını ellerinde bulunduranlar kendi politikalarını, kendi
anlayışlarını, kendi düşüncelerini öne sürmek durumundadırlar. Bu, kendileri
açısından doğal sayılabilir. Ama, bir anlamda, ticaret ve siyaset, kâr anlayışı
birbirine geçmiş, toplum açısından doğal karşılanmayacak bir sonuç ortaya
çıkmaya başlamıştır. Kendileri açısından doğal olabilir; ama, toplum açısından
doğal bir sonuç değildir; çünkü, toplum, tarafsız gözle yapılan yayına itibar
edecektir ve bu konuda tercihlerini kullanacaktır; ama, tek bir düşünce
etrafında toplumu yoğunlaştırmaya çalışmak çok demokratik bir yaklaşım tarzı
değildir diye düşünüyorum. Yine, son dönemlerde birkısım televizyon kuruluşları
ve medya kuruluşları neredeyse birbirlerinin benzeri yayınlar yapmaya
başladılar. Şimdi bir kanalda dizi film başladığı zaman diğer kanalda da dizi
film çalışmaları başlıyor. Bir kanalda gelin-kaynana programları başladığı
zaman öbür kanalda da gelin-kaynana programları başlıyor. O onu gözetliyor, bu
bunu gözetliyor... Değişik kanallarda birbirlerine benzer programlar toplumu
etkilemeye başlıyor -kültür açısından değil- hatta hatta, o kadar etkilemeye
doğru götürüyor ki, cinayetler dahi işlenmeye başlıyor. Bu konuda, öyle
sanıyorum ki, medya, üstüne düşen sorumluluğu yerine getirecektir.
Eğlence programları birbirlerini izliyor; ama, ne yazık ki,
toplumu gerçekten, sosyal, ekonomik ve siyasî yönden yönlendirmesi gereken
-tarafsız biçimde tabiî- haber programları, maalesef, çok geç saatlere
bırakılıyor ve bizler, o üstatlarımızın, o aydınlarımızın, siyasetçilerimizin,
bilim adamlarımızın o saygın görüşlerini izleme olanağını bulamıyoruz. Bu da
önemli bir kayıp diye düşünüyorum; çünkü, toplum, gerçekten haber programlarına
kendisini adapte etmiş ve bunları bekleyen bir anlayış içerisindedir.
Yine, malî açıdan birbirinin içine girmiş
medya-ticaret-siyaset ilişkisinin bir de malî güç açısından güçlenerek kâr
amacı da güttüğünü biraz önce söyledim. Toplumu bu kadar etkileyen bir medyayı,
nasıl kontrol etme noktasına geliyoruz... Nasıl kontrol edeceksiniz; bu kadar
güçlü bir kuruluşu, bu kadar güçlü bir kurumu nasıl kontrol edeceksiniz, ne
yapacaksınız?
Şimdi, biliyoruz ki, böylesine önemli bir kurumu kontrol
edecek, denetleyecek bir kurumun da, yani, şu anda, 133 üncü maddede yapmayı
düşündüğümüz değişiklik, Radyo Televizyon Üst Kurulunun da anayasal bir kurum
olarak Anayasa girmesi bir tek şeye bağlı. Güçlü bir kurum olacak.
Güçlü kurum nasıl olacak; arkasında, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin gücünü hissedecek ve anayasal kurum olarak kendisini hissedecek.
Böylesine güçlü bir desteği arkasında hisseden üst kurul, elbette ki, 4 üncü
maddede, “yayın ilkeleri” olarak saydığımız
maddelerdeki ilkeleri koruma anlayışı bakımından daha güçlü konuma gelmekte ve
bu nedenle, üyelerinin, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçilmesi
konusunda ciddî bir adım atılmış olmaktadır. Genel anlamda, doğru kabul
etmekteyiz.
Ancak, değişiklik teklifinde getirilen çözümün,
Anayasanın 130 uncu maddesinde ifade edilen “tarafsızlık ve özerklik”
ilkelerinin gereğini eksiksiz olarak karşılayıp karşılamadığı, kuşkusuz,
tartışılabilecek bir husustur. Yani, bu Meclis tarafından RTÜK üyelerinin
seçimi, gerçekten özerklik ve tarafsızlık ilkelerini tam anlamıyla sağlayacak mıdır;
onu elbette tartışma noktası haline getirme imkânımız vardır. Ancak,
bulunduğumuz mevzuat içinde, şu andaki konuma göre, bunun dışında bir başka
çözümü tespit etme olanağımız, maalesef, olmamıştır ve ancak bugün bu koşullar
içinde, bu şartlar içinde böyle bir düzenleme yolunu seçmiştir komisyonumuz ve
arkadaşlarımızın teklifi de bu yönde gelişmiştir. Umuyorum ki, çok daha uygun
çözümler bulunacaktır; ama, şu anda, bugünkü konumlara göre, Büyük Millet
Meclisi tarafından RTÜK gibi bir kuruluşun, şu ilkeleri korumaya çalışan bir
kuruluşun arkasında böyle bir gücün olması elbette doğaldır.
Yüce Meclisi saygılarla selamlıyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Ercenk.
AK Parti Grubu adına İstanbul Milletvekili ve Anayasa
Komisyonu Başkanı Sayın Burhan Kuzu; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA BURHAN KUZU (İstanbul) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum;
hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlarım.
Gündemde bir anayasa değişikliği yine var. Bu, 9 uncu
değişikliği 82 Anayasasının. Tabiî ki, bunları böyle bölük pörçük yapmak
yerine, esasen, Muhalefet Partimize unutmadan, şimdiden söylüyorum: Gelin, şu
Anayasayı sağ baştan, sol baştan tamamen ortaya koyalım, ne ise bunun gerekli
olan zemini, sivil örgütler midir, Sayın Ercenk’in belirttiği gibi,
muhataplarını bulalım -samimî olarak bunu söylüyorum- yeni bir anayasa yapalım,
daha kısa olsun tabiî bu anayasa; çünkü, Anayasanın bütünlüğü de bozuluyor bu
şekildeki sağdan, soldan girmelerle; ama, yapılan değişikliklerin neredeyse
hemen hemen hepsinin de doğru olduğunu söylemem gerekir. Olabilir ufak tefek
yanlışlıklar; ama, genel olarak olumlu adımlar olduğunu söylemek isterim.
Şimdi, bu önümüzdeki değişiklik neyi getiriyor, neden
doğdu: Bir defa, bilelim ki, Radyo-Televizyon Üst Kurulu, bilindiği gibi,
1994’ten itibaren var ve 1993’te özel televizyon yayıncılığının Anayasaya
girmesiyle başladı. Ondan önce 1990 yılında, biliyorsunuz, özel bir televizyon
kuruldu ve radyolar yavaş yavaş kurulmaya başlandı, yasaya aykırı olarak özel
radyo ve televizyonlar. Devlet kapatmaya kalktığı zaman vatandaş “radyomu,
televizyonumu isterim; türkü dinleme hakkımı kesiyorsunuz” dedi, vesaire. Baş
edemeyince Anayasa değişti, doğrusu yapıldı; fakat, buradan da şunu görüyoruz
ki, aslında, teknik olarak çağın gereklerini hukuk, eğer takip edemiyorsa,
mutlak surette olay zorlayarak, o hukuku arkasından getiriyor bir şekilde; ama,
asıl olan, hukukun, hukukçunun ve yetkililerin çok daha önceden bunu görüp
düzenlemesi olması lazım.
Şimdi, RTÜK kısmıyla ilgili olarak, özellikle Üst Kurulla
alakalı bölüm üzerinde duracağım; çünkü, asıl elimizdeki metin bunu getiriyor.
O günkü kanunun 6 ncı maddesine göre, 9 kişilik bu kurulun 5 üyesi iktidar
parti ya da partilerine, 4’ü de muhalefet parti ya da partilerine ait olacak
şekildeydi. 2 kat aday gösteriliyordu, bunun içerisinden seçiliyordu Meclis
Genel Kurulunda. Bugünkü model de aynen bunu getiriyor. Anayasaya bir nevi bu
yazılmış oluyor. Bu anlamda, aslında, 1980’lerde yapılan bir -doğru olmayan bir
yol bence; ama, zorunlu olduğu için birazdan söyleyeceğim- duruma gelinmiş
oldu; çünkü, bilindiği gibi, YÖK gibi ve buna benzer birçok kurum, evvela
yasayla yapıldı, sonra 1982 Anayasasın bunlar konuldu. Dünyada böyle örnekler
hemen hemen hiç yoktur; evvela yasasının yapılıp anayasaya bunun konulması.
Evvela anayasa yapılır, o yönde yasalar yapılır; ama, bizde, o günkü şartlarda,
maalesef bunlar gerekli oldu.
Şu anki durum, bir nevi, biraz ona benziyor; ama, bu
Anayasa Mahkemesinin bir kararının zorunlu sonucu olduğu için böyle oldu.
Yoksa, hükümetin ya da önerge veren arkadaşlarımızın tercihi bu yönde elbette
ki değildi.
Nedir o konu: 57 nci Hükümet -bilindiği gibi, Ecevit
Hükümeti- Üst Kurulda bir değişiklik yaptı. Bu 9 kişilik üyenin seçiminde 5’ini
Meclise, 4’ünü Bakanlar Kuruluna verdi. Bakanlar Kuruluna da aday göstererek
çeşitli kurumlardan, işte, YÖK, Basın Konseyi ve Millî Güvenlik Kurulu Genel
Sekreterliğinin aday gösterme şartıyla seçme hakkı getirildi.
Anayasa Mahkemesi, bunu... Anayasa Mahkemesine
götürüldüğünde, 2002’de gitti, 2004’te karar verdi. Evvela yürütmeyi durdurdu,
sonra da iptal kararını verdi; ama, henüz gerekçe yayımlanmadı bilindiği gibi.
Orada diyor ki “Meclisin Üst Kurula üye seçmesi Anayasada
yazılmamıştır. Dolayısıyla da, bu yetkisini kullanamaz, böyle bir yetkisi
yoktur” diyor daha doğrusu. Bence, bu karar yanlış. Bunu birçok hukukçu gibi
ben de söylüyorum; çünkü, sonuç itibariyle bilinmesi gereken bir şey var ki,
Meclisin yetkisi ilk eldir, geneldir, birinci eldendir, her şey orada yazmaz.
Dolayısıyla, bu seçimi pekala yapabilir; ama, değil mi Anayasa Mahkemesi böyle
bir karar vermiştir, elbette ki, o çıkmaz içerisinde bir formül olarak bu
bulunmuştur; başka da çare olmadığı için önümüze bu değişiklik gelmiştir.
Şimdi, bu çerçevede, bu girişten sonra, biraz Üst Kurulla
alakalı, hem dünyadaki örneklerini vererek, hem bizdeki örnekleri vererek bazı
şeyler söylemek istiyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; elimizdeki bu
RTÜK’le ilgili, anayasal kurum haline getirilen RTÜK 1994’te yasayla kuruldu ve
o günkü şartlarda, bugüne kadar, bana sorarsanız, ana hatlarıyla, iyi görevler
yaptığını düşünürüm.
Şimdi, yalnız yasa yapılırken bir iki hata bence yapıldı.
Bunlardan birisi, kamu yararı, kamu düzeni, toplumun genel menfaati, bütün
bunlar doğru; ama, özel yayıncılık dediğimiz özel sektörün, bu alandaki, bence,
katkısı çok ciddiye alınmadı. Esasen, bunun da tekrar gözden geçirilmesi
gerekir.
Yine bir şeyin altını daha çizmek istiyorum: 1989 tarihli
Avrupa Sınır Ötesi Yayıncılık Sözleşmesi var, biz buna da taraf olduk; bunun
gerekleri bu yasaya yansımıştır önemli ölçüde; bilhassa yayın ilkeleri
bakımından baktığımızda, birazdan buna da değineceğim, gerçek anlamda bunun
orada yansımalarını görüyoruz.
Şimdi televizyon programcılığında Üst Kurul benzeri
kurullar oluşturulurken, dediğim gibi, özel yayıncılığın dikkate alınmamasının
ya da yasayı yaparken bu alandaki eksikliklerin, bence, giderilmesi lazım
bundan sonra yapılacak çalışmalarda. Bir defa bilmemiz gerekir ki, özel sektör
ticarî amaç güder, doğrudur; ama, bir şey daha var ki, alternatif program da
hazırlar. Yani, devlet sektörünün belli kalıp içerisinde sunduğu programa
karşılık, mutlaka özel sektöre alternatif program sunma hakkının ciddî olarak
verilmesi lazım; aksi halde, siz, Anayasada özel sektöre bu imkânı verirsiniz,
devlet tekelinin devamından başka bir şey yapmamış olursunuz söylediğim
çerçevede hareket etmezseniz.
Üst Kurul dediğimiz kurul benzeri kurullar nerelerde var:
Şimdi, bakın, Amerika Birleşik Devletleri Federal
Haberleşme Komisyonu, 7 kişilik bir komisyon; Amerikan başkanı tarafından
atanıyor, senato başkanı aday gösteriyor; yani, bizim dilimizde başbakan atamış
oluyor esasen bu kurul üyelerini; 7 yıl için seçiliyor.
Fransa’ya baktığımız zaman, 1989 tarihli kanuna göre,
Radyo ve Televizyon Yüksek Kurulu var; 9 üyeli bu kurul, 3’ü cumhurbaşkanı, 3’ü
senato başkanı, 3’ü millet meclisi başkanı tarafından seçiliyor; süresi 6 yıl
olarak belirlenmiş. Kurul kararları başbakana sunuluyor, başbakan bu kararların
yeniden görüşmesini yapılmak üzere onbeş gün içerisinde iade ediyor; böyle bir
denetimden de geçiyor.
Almanya’da eyalet bazında, eyalet radyo ve televizyon
daireleri kurulmuş.
İtalya’da, garantör dediğimiz meclis ve senato
başkanlarının teklifi üzerine cumhurbaşkanının atadığı bir kişi var; 3
yıllığına atanıyor ve tekrar seçilemiyor. Bu, yıllık raporlar hazırlar,
başbakana sunar, bu da mecliste görüşülür.
Dikkat edilirse, gerek bizde gerekse Avrupa ülkelerinde
radyo ve televizyon yayıncılığında siyasî iktidarın ya da siyasî kesimin
ağırlığını görüyorsunuz; hepsinde, mutlaka, siyasîler, bir şekilde için
içerisinde. Sayın Tuncay Ercenk’in demin söylediği, acaba, bu, siyasallaşmayla
sonuçlanır mı kaygısı, hakikaten, ilk etapta insanın aklına gelebilir; ama,
dünyadaki uygulama da bu yönde, ben de, en orta yolun, en doğru yolun da bu
olduğunu düşünüyorum. Anayasada, zaten, bu Kurulun özerk ve tarafsız olacağı
belirtilmiş; dolayısıyla, Üst Kurulun, buna, mümkün olduğu kadar dikkat
edeceğini düşünüyorum; bugüne kadar da, zaten, buna dikkat etmiştir.
Şimdi, Üst Kurulun yetkileri, aslında, yasada, epeyce net
ve çok da güzel sayılmıştı; fakat, bu yetkiler, zaman içerisinde, başka
kurumlara verildi ve şu anda, bu alanda, farklı yetkili kurumlar var. Bunların,
zannediyorum, tekrar gözden geçirilmesi gerekir. Mesela, frekans ve kanal
tahsisinde, lisans iptalinde, yayınların durdurulmasında, yayın izni ve frekans
ücretlerinin belirlenmesinde Üst Kurulun yetkileri mutlaktı; ama, bugün, bunların
tamamının bu Kurul üzerinde olmadığını biliyoruz.
Şimdi, radyo ve televizyon yayıncılığında gözlemlediğimiz
bazı problemler üzerinde duralım: Bir defa, kanal ve frekans tahsisi meselesi
bugünkü problemlerin önemli bir durumunu oluşturuyor bence. Şu anki kanunda,
dörtte 1’i, radyo televizyon, devlet kanalı olarak veriliyor ve geriye kalan
kanalların kullanımında da, ulusal, bölgesel ve yerel frekans bantlarının
yarısı tam gün üzerinden, kalan kısmı da zaman paylaşımlı ve dönüşümlü olarak
verilecek deniliyor; böylece, çeşitli kanallara, istenirse tabiî, imkân
sağlanmış olacak. Elimizdeki rakamlar da -Sayın Başkan, burada, ne kadar doğru
bilmem- 250 televizyon kanalı, 2 500 radyo olduğu şeklinde bir rakam var ve bu
çerçevede, tabiî, yayıncılıkta da, ciddî problemler gündeme getiriyor. Kanal
tahsis süresini beş yıl olarak yasa öngörmüş; bence, bu süre, başka ülkelerde
de var; ama, bu sürenin sanki az olduğunu düşünmek gerekir gibi geliyor bana;
yani, bu kadar büyük yatırımlar yapan kuruluşlara, beş sene sonra, senin
görevin bitti, başkasına veriyorum dendiğinde, doğacak olan zararı da bence
düşünmek lazım. Kaldı ki, devletten doksandokuz yıllığına kiralamalar düşündüğü
zaman, ki, bu o anlamda da değil üstelik; çünkü, bizzat kendisi bu yatırımı
yapıyor.
Şimdi, bu süreler, Fransa’da, televizyonda on yıl,
radyoda beş yıl, İspanya’da on yıl, Amerika’da üç yıl, İtalya’da altı yıl.
Bizimkilere aşağı yukarı benziyor; ama, söylediğim gibi bu tehlikeyi de gözardı
etmemek lazım.
Elimizdeki yasa, yurt dışından Türkiye'ye yönelik yayın
yapan radyo ve televizyonlara frekans ve kanal kablo tahsisi yapılamayacağını
öngörmüş, doğrudur; ancak, mevcut kanallara bu yayınla ilgili frekans tahsisi
yapılırken, şu anki, bunu fiilen kullanan kurumların müktesep hakkının olmadığı
söyleniyor. Peki, bunlar bakımından, bu anlamda olmasa bile, müktesep hak
anlamında olmasa bile, acaba, devletin de, bir nevi yıllara dayanan fiilî
kullanıma olan hoşgörüsünü dikkate alarak, bir öncelik hakkının olduğunu
söylemek gerekmez mi; bunu da düşünmek gerektiğini ifade etmek istiyorum.
Önemli bir şeyin altını çizmek istiyorum. Kanalların
tahsisinde, özel sektöre bunlar verilirken dünyanın takip ettiği yol, kamu
yararı, kamu ihtiyacı ve kamu rahatlığıdır. Ana ilkeler bunlardır.
Bakın, bununla alakalı olarak, Amerika’da kanundan bir
metni okuyorum size, daha doğrusu federal komisyonun kararı, öyle diyelim,
doğrusu bu. Burada diyor ki: “Kanal sayısı sınırlı, buna karşılık yayın yapmak
isteyenlerin miktarı ise ihtiyacı sağlayabilecek kadar değil kanal sayısının
çok üstünde olduğundan, komisyon, ruhsat verdiği takdirde, başvurular arasından
hangisinin kamuya daha iyi hizmet edeceğini kararlaştırmalıdır. Üzerinde her
şeyden önce durulması gereken husus, yayın veya reklam yapacakların yararı
değil, dinleyicilerden oluşan kamunun yararı, rahatı ve ihtiyacı olmalıdır.”
Fransa’da, aynı şekilde, yine kanundan bir metin. Diyor
ki: “Bu hürriyet, insan onuru, üçüncü şahısların özgürlükleri, görüş
akımlarının ifadesindeki çoğulculuk düzenine saygı ölçüsü ve kamu düzeninin
korunması, millî güvenlik ihtiyaçları, kamu hizmeti gerekleri, haberleşme
araçlarına bağlı teknik güçlükler, millî ses ve görüntü endüstrisinin
geliştirilmesi gereklerine dikkat ederek yapılması gerekir.”
İtalyan kanununda da benzer hükümleri görüyoruz.
Kamu yararı konusunda Amerika’dan bir örnek vereyim
size –ilginçtir bu- Amerika’da,
dinî inanç aleyhinde bulunmak isteyen birisi
–yani dinsizliği savunmak istiyor- program istiyor üç kanaldan, müracaat
ediyor, üçü de reddedince, konuyu Federal Haberleşme Komisyonuna götürüyor,
bizdeki RTÜK karşılığı olan kurula götürüyor, bunların yayınını iptal edin
diyor, talebi bu yönde. Kurul, kararında “yayınların, herkesin yararlandığı
ortak yayın olması gerekir. O kişinin talebinde, bu özelliğin bulunmadığı
sonucuna varılmıştır” diyor ve talebi reddediyor bu şekilde.
Hollanda’da da, buna benzer bir karar var.
Görülüyor ki, radyo – televizyon frekansı konusunda,
hakikaten önemli bir sorun var ve şu ana kadar bunun yapılmamış olması ciddî
bir eksikliktir Türkiye’de; bunun, bir an önce yapılması lazım. Yalnız,
bunların tahsisi konusu RTÜK’ten alındı, Telekomünikasyon Kurumuna verildi.
Burada da bir başka problem; Haberleşme Yüksek Kuruluna ihale yetkisi verildi.
Böyle de bir yetki karmaşası var bu alanda.
Tabiî, yayıncılık konusunda her kurumu tatmin etmenin
zorluğu nedeniyle, dünya bunu çözmek için uğraşmış ve analog yayıncılık ve
sayısal yayıncılık dediğimiz iki yöntem bulunmuş bu konuda. Tabiî, analog
yayıncılıkta bir program yayınlanabiliyor bir frekanstan; ama, sayısal olanda
dört program birden yayınlanabiliyor. Bu konuda, Haberleşme Yüksek Kurulunun
aldığı karara göre, 2010 yılına kadar biz Türkiye’de, bu yayıncılık kısmına,
sayısal yayıncılığa geçeceğiz, 2006’da da, bazı illerde, büyük illerde deneme
yayınlarına başlanacak. Böylece, zannediyorum, frekans noktasındaki sıkıntılar
da, belli ölçüde giderilmiş olacak.
Bu noktada, yasayla alakalı birkaç konu üzerinde durayım
tekrar.
Şimdi, sorumluluk noktasında baktığımız zaman, kanunda
büyük cezalar öngörülmüş; yani, miktar olarak belki rakamlar yüksek gözüküyor.
Tabiî, televizyonların bu anlamdaki gücüyle baktığınız zaman, çok da oransız
değil; ancak, buradaki sorun, cezanın alt ve üst sınırları arasında büyük
uçurum var; onun biraz daha yakın olması gerektiğini düşünüyorum.
Bir şey daha var burada; o da, yayın cihazlarının
müsaderesi konusu. Yasada bu da vardı; bunu, Yargıtay iptal etti ve onadı;
doğrusunu yaptı bence.
Yine, bu anlamda bir husus, bantların 1 yıl süreyle
saklanması meselesi. Tabiî, bu yayınlar arttıkça, bunları koyacak yer sorunu
çıkabilir. Başka ülkelerde bu, 3 aya kadardır; 1 ile 3 ay arasında değişiyor.
Bizde de aslında tasarı metni 3 aydı, ama, sonradan 1 yıla çıkarıldı. Bence,
bunun da gözden geçirilmesi gerekir.
Şimdi, reklamlar var; zaman zaman, filmleri seyrederken
bizim de canımızı sıkan, araya giren reklamlar... Tabiî, reklam olmadan
televizyon ayakta kalamaz; ama, sık sık reklam verme meselesini de başka
ülkeler kurala bağlamış. Bizde diyor ki “reklamlar, günlük yayın süresinin
yüzde 15’ini geçemez” diyor.
Şimdi, bunlar Avrupa ülkelerinde nasıl diye baktığımız
zaman, yani, saat üzerinden, 1 saatlik yayında, Amerika’da 6 dakikalık reklam
olması gerekiyor en çok, İsrail’de 6 dakika, Kanada’da 7 dakika, Avusturya’da 4
dakika, Lüksemburg’ta süre yok; ama, uygulamada 5-10 dakika arasında değişiyor.
Demek ki, reklam meselesinde de dünyayla bir anlamda paralellik sağlamamız
gerekecek.
Önemli bir konu üzerinde duracağım; o da, özel
televizyonla alakalı, bu, kuruluşların hisse oranları. Tabiî, bu çok önemli bir
mesele, tekelciliği önleme bakımından. Başka ülkelere baktığımız zaman -Avrupa
Sınır Ötesi Yayıncılık Sözleşmesi de buna hükümler getirmiş- mesela, Fransa’da,
yabancıların hisseleri yüzde 20’yi geçemez diyor. Tabiî, Avrupa Birliğinin
kendi üyeleri hariç; başkaları açısından söz konusu bu söylediğimiz rakam.
Özel radyo ve televizyonların hisselerinin yüzde 50
oranını geçemeyeceği yine hükme bağlanmış. İtalya’da aynı anda hem mahallî
alanda hem ülke çapında radyo ve televizyon yayıncılığı yasaklanmış. İspanya’da
hiçbir özel veya tüzelkişi birden fazla özel televizyon kuruluşunun sahibi
olamaz diye hüküm konulmuş. Amerika’da benzer bir hüküm var. Yalnız, bir
bölgede ancak en çok bir kanala sahip olabiliyorsun, bölge federal yapı olması
sebebiyle. Ülke genelinde 7 televizyon, 7 radyo istasyonu kurma hakkın var. Bu
anlamda da, demek ki, bir sorun bu.
Bizde peki durum ne; Anayasa Mahkemesi bunu iptal ettiği
için şu anda çok ciddî problem var. Bu boşluğun mutlaka doldurulması lazım. Şu
anda sermayesi olan bir özel sektör çok sayıda kanal alabilir, çok sayıda
televizyon kurabilir ve bunda da, söylediğim gibi, hısım akraba, üçüncü
dereceye kadar yasaklar filan şu an bence askıda; bütün bunların ciddî olarak
tekrar gözden geçirilmesi gerekir ve bir an önce bu yasanın çıkması lazım; ama,
bu yasanın çıkabilmesi için de Anayasa Mahkememizin o kararın bir an önce
gerekçesini yayınlaması lazım ki, onu görerek ilgililer bunun gereğini yapmış
olsunlar.
Evet, bu noktada, yayınla alakalı bir yasaklama ve
durdurma meselesi üzerinde duralım. Şimdi, yargı kararları dışında, prensip
olarak, millî güvenliğin ve kamu düzeninin ciddî olarak acil durum
gerektirdiğinde Başbakana ya da ilgili bir Bakana yayın durdurma yetkisi vermiş
yasa. Tabiî, bu, kullanılan bir yetki değil uygulamada. Zaten, bir Başbakan ya
da ilgili Bakan durup dururken böyle bir yola gitmez. Ama, ülkenin içinde
bulunduğu şartlar sebebiyle, ola ki, gerekirse ani durdurmalara böyle bir
karar...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun efendim.
BURHAN KUZU (Devamla) – Toparlıyorum Sayın Başkanım,
teşekkür ederim.
Bu anlamda, tabiî, Başbakana verilen bu yetkiyi de millî
güvenlik ve kamu düzeni bakımından doğru olduğunu düşünüyorum.
Şimdi, uygulamada
-Üst Kurulla ilgili olarak bugüne kadarki uygulamaya baktığımız zaman- uyarı ve
yayın durdurma yetkisini RTÜK, zaman zaman kullanmış. Sekiz yıllık
uygulamasında ceza olarak durdurma cezası toplam 48 yılı aşma şeklinde
gözüküyor -yani, süre olarak bu- bu süre içinde 17 714 günlük bir durdurma
cezası öngörülüyor, toplam... Yani, bu rakamlar büyük gibi gözüküyor; ama,
bunların içerisinde ifade özgürlüğüyle ilgili olan bazıları hariç, ben, RTÜK’ün
bu uygulamasının doğru olduğunu; çünkü, Türkiye’deki yayıncılığın sorumsuz ve
fütursuzca yapıldığını belirtmek istiyorum.
Şimdi, sonuç olarak, elimdeki metinde,
RTÜK’ün ve ilgili yasanın 4 üncü maddesinde –Sayın Ercenk de buna değindi,
önemsediğim bir madde- Avrupa Sınırötesi Yayıncılık Sözleşmesi çok güzel
düzenlemiş ve bizim 4 üncü madde bunu ele almış, yayın ilkelerini, gayet güzel
sıralanmış bunlar. Hepsi doğru bana sorarsanız; ama, uygulamada bunların mümkün
olduğu kadar yerine getirilme noktasında, hem yayıncılarımızın hem de kurul
üyelerimizin daha hassas olmaları gerektiğini düşünüyorum.
Mesela, şiddet konusu, reyting
kaygısıyla gençlerimizi perişan hale getirdi ve Almanya ile Türkiye’yi mukayese
ettiğimiz zaman, çizgi filmler dahil, şiddet oranı 4-5 katı bizde; adam öldürme
sahnesi, gerçek olsa yandı Türkiye. Dolayısıyla, bunlar, çocuklarımızı ciddî
olarak özendiriyor.
Yine, bir konu, bu anlamda yayıncılık
noktasında, ailenin korunması yanında kültürün korunması meselesi. O da, Türk
Halk Müziği ve Türk Sanat Müziği meselesi. Bununla alakalı yasada hüküm var;
belli oranda bunları, bu programları koyması gerekiyor; ama, bakıyorsun,
gecenin saat 4’ünde, 5’inde filan bunu yapıyor. Gençlerimiz, tabiî, pop
müziğiyle... Onlara da bir şey demiyorum, gençlerin de hakkını yemeyelim; ama,
tabiî, hep pop olunca bu sefer kültürden kopuyor. Bu türküler ve sanat müziği
bizim tarihimizdir. Onlar söylediği zaman, oradaki nine ağlarken çocuğun “yahu,
kapat, yine başım şişti” filan demesi beni perişan ediyor, açık söylüyorum. Çok
vahim bir durumdur bunlar. Çocuklarımıza mutlaka bunu sevdirmemiz lazım; gerekirse,
yasa da koyup akşamın belli, çok güzel saatlerinde, biraz da zoraki dinleterek
alıştırmak lazım. Zaten bir zevkine varsa, bir daha bırakmaz çocuklar o müziğin
zevkini.
Tabiî, Türkçe konusu çok önemli. Kanallarda Türkçenin çok
kötü kullanıldığını görüyoruz. İsimlerini vermeden birkaçını zikredip konuşmamı
tamamlamak istiyorum. Bakın, hangi cümleler var: “Asarı antika”, “namı değer
eski tüfekler”, “onlar da tekavüt olmuş bir sürü futbolcu var”, eşine enderine
rastlanmayacağınız bir dolandırıcılık olayı”, “depremin merkez üstü”, “felaket
tellalcıları”, “bu olayın bir örneklik teşkil etmesini diliyoruz”, mutayakkuz
olunması tavsiye edilir”, “ilanihayret” demiş –ilanihayet tabiî- “Boliç yüzde
80 derece dönerek PAF takımla antıramanla çıktı”, “herkesin hemfikir olduğu bir
noktada malumun ilanından ibarettir”, “sonra da güvenliği sağlayamacaklarının
şifaren bildirdiler”, “dolar 600 bin, 400 bin oldu”, “Cumhurbaşkanı KHK’yı geri
iade etti.” İçinde bunların tabiî çok yanlış olanı var, az yanlış olanı var;
ama, bunların hepsi yanlış cümleler. RTÜK Başkanımız da burada, ilgili
Bakanımız da burada, bu konuda daha hassas olunmasını, ilgili televizyonlara
bunların bildirilmesini özellikle hatırlatıyorum.
Bu Anayasa oylamasında, Meclisimizin, inşallah,
oybirliğiyle bunu geçireceğini ve konuşmamın başında belirttiğim gibi daha
büyük paketlerle burada olunması gerektiğini arz ediyorum; hepinizi saygı ve
sevgiyle selamlıyorum, sağ olun, var olun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Kuzu.
Şahısları adına söz isteği var.
Denizli Milletvekili Sayın Ümmet Kandoğan, buyurun.
Süreniz 10 dakika Sayın Kandoğan.
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Adalet ve Kalkınma
Partisi milletvekillerinin vermiş olduğu anayasa değişikliğiyle ilgili kişisel
görüşlerimi açıklama üzere söz aldım.
Öncelikle, böyle bir anayasa değişikliğiyle ilgili
verilen teklifin gerekçesinin son derece doyurucu olması lazım; çünkü, yapılan,
Türk Milletini çok yakından ilgilendiren bir Anayasa değişikliği. Böyle bir
Anayasa değişikliğini teklif eden milletvekillerinin, gerekçelerinde buna niye
ihtiyaç duyduklarını çok açık ve net bir şekilde hem Türkiye Büyük Millet
Meclisine hem de kamuoyuna duyurmaları gerekir.
Ancak, gerekçe elimde. Gerekçede sadece bir tek paragraf
var; niçin böyle bir değişiklik ihtiyacı çıkmış; o gerekçeyi de müsaadenizle
okumak istiyorum. “Üst
Kurul üyelerinin atanmasında, diğer düzenleyici ve denetleyici kurumlardan
farklı olarak, Bakanlar Kurulunun yerine Türkiye Büyük Millet Meclisinin
yetkili kılınmasında zorunluluk bulunmaktadır.” Bu zorunluluğun ne olduğu,
yine, bu genel gerekçede bizleri tatmin edecek bir şekilde açıklanmamıştır ve
yine bu paragrafın sonunda “bu seçimde siyasi parti gruplarının adaylarının
adalete uygun bir oranda belirlenmesi gerekmektedir...” Bu kadar önemli bir
Anayasa değişikliğiyle ilgili olarak öne sürülen gerekçe bu.
Şimdi, ben, niye bu kadar gerekçede
zorlandıklarını araştırdım; karşıma da şu çıktı: Daha önce Türkiye Büyük Millet
Meclisinde kabul edilen bu kanunla ilgili olarak, 117 milletvekilinin
imzasıyla, Anayasa Mahkemesinde yürürlüğün durdurulması ve iptal davası
açılmış. O davada tanıdık isimler var. O isimlerin başında Sayın Mehmet Ali
Şahin ve 117 milletvekilinin imzası var.
Şimdi, ben, bakıyorum, o 117
milletvekilinden 50 küsuru şu anda Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda
bizlerle beraber; yani, 2002 yılında bu kanunun yürürlüğünün durdurulması ve
iptaliyle ilgili olarak dava açan milletvekilleri hep tanıdık isimler. Şu anda Mecliste bizlerle beraber olan isimler hangi
maddesinin Anayasaya aykırı olduğunu ileri sürmüşler; 6 ncı maddesinin birinci
fıkrasının (a) bendi; okuyorum: “Siyasî parti gruplarınca Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlık Divanı oluşum formülüne göre belirlenecek kontenjan
doğrultusunda gösterilecek ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda
seçilecek 5...” Ne yapmış Anayasa Mahkemesi bu itiraz üzerine? Sayın Burhan
Kuzu Hocamı ben dikkatle dinledim. Sayın Burhan Kuzu da bir yanlışlık yaptı
“önce yürütmenin durdurulması kararı verdi, sonra iptal etti” dedi. Tam tersine
Sayın Hocam, önce iptal kararı verdi Anayasa Mahkemesi... O iptal kararının da
gerekçesini sizlere okumak istiyorum: “...şu tarih/sayıyla Anayasa Mahkemesince
iptal edildiğinden, bu kuralların uygulanmasından doğacak sonradan giderilmesi
güç veya olanaksız durum ve zararların önlenmesi ve iptal kararının sonuçsuz
kalmaması için kararın Resmî Gazetede yayımlanacağı güne kadar yürürlüklerinin
durdurulması.” Anayasa Mahkemesi, bu o kadar önemli bir kanun, ben bunu iptal
ediyorum; ancak, biliyorsunuz, Anayasa Mahkemesi kararlarının yürürlüğe girmesi
için Resmî Gazetede yayımlanması gerekiyor, Resmî Gazetede yayımlanması zaman
aldığı için, yürürlüğünün durdurulması kararını da veriyor o kararın içinde.
O bakımdan, değerli milletvekilleri, şimdi, Sayın Burhan
Kuzu Hocam şunu söyledi, şurada Anayasa Komisyonu raporunda: “Komisyon Başkanı
–Sayın Burhan Kuzu- teklifle RTÜK üyelerini seçmenin Türkiye Büyük Millet
Meclisinin görevleri arasına alındığını, bu şekilde Anayasa Mahkemesi iptal
kararının gereğini yerine getirdiği...” Hayır Sayın Hocam, böyle bir şey yok.
Anayasa Mahkemesi bu kanunun 6 ncı maddesinin birinci fıkrasının (a) bendini
iptal ediyor, yürürlüğünün durdurulması kararını veriyor; yani, sizin
yaptığınız, Anayasa Mahkemesinin iptal kararının gereğini yerine getirmek
değil. Anayasa Mahkemesi, zaten Türkiye Büyük Millet Meclisinin 5 üyeyi bu
şekilde seçmesini iptal ediyor, yürürlüğünü durduruyor. Siz, Anayasa Mahkemesinin
oybirliğiyle –bunun da altını çizmek istiyorum- oybirliğiyle alınmış olan bir
kararı üzerine yeniden bu sefer, 9 üyenin Türkiye Büyük Millet Meclisi
tarafından ve siyasî parti gruplarının göstereceği adaylar arasından
seçileceği...
Sayın Burhan Kuzu Hocam “dünyada böyle örnekler var” dedi
ve üç örnek saydı; saydığı üç örnekte bizimkiyle uzaktan yakından ilgisi
olmayan örnekler. Hiç bizimkine benzemeyen örnekler Sayın Kuzu Hocam. Yani,
değerli milletvekilleri, dünyanın hiçbir yerinde örneği yok.
Şimdi, bu Mecliste 25 civarında grubu olmayan siyasî
parti milletvekilleri var, bağımsız milletvekilleri var. Bizim irademizin
üzerine iki parti grubu nasıl bir ipotek koyabilir?! Ben bir milletvekili
olarak, bağımsız bir milletvekili olarak, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun
gösterdiği, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun gösterdiği adaylara oy vermek
mecburiyetinde miyim?!
AGÂH KAFKAS (Çorum) – Verme...
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) – Yani böyle... Değerli
milletvekilleri, varsa dünyada böyle bir örnek, getiriniz o örneği, Türkiye
Büyük Millet Meclisi kürsüsünden ifade ediniz, ilan ediniz; biz de böyle bir
örnek varsa, o örneğe uygun olarak böyle bir karar verelim. Biz de sizinle
beraber olalım.
Geçmişte koalisyon hükümetleri döneminde bankalar
bölüşülürdü, paylaşılırdı. Kamu bankalarını bir parti, A Bankası, B bankası, C
bankası... Siyasî partiler bu bankaları bölüşürdü. Şimdi yapılmak istenen ne;
RTÜK üyelerini de iki siyasî parti grubu bölüşecek. Sayın milletvekilleri,
bakınız, RTÜK yeni bir karar aldı bu erotik yayınlarla ilgili olarak; basında
hemen bu konu eleştiri malzemesi haline getirildi. Ne dedi basın: RTÜK, Adalet
ve Kalkınma Partisi kontenjanından yeniden seçilebilmek için, Adalet ve
Kalkınma Partisine hoş görünebilmek için yıllardan beri devam eden bir
uygulamayı bundan onbeş gün önce -bir kararla- bunların durdurulmasıyla
ilgili bir karar aldı. Kamuoyunda bu
şekilde eleştiriliyor. Şimdi, bundan sonra RTÜK’ün alacağı her kararda eğer bu
şekilde Meclisten geçme söz konusu olacak olursa oylamalara bakılacak. Adalet
ve Kalkınma Partisi Grubunun gösterdiği kişiler nasıl oy kullanmış, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubunun gösterdiği kişiler nasıl oy kullanmış, kamuoyu bunu takip
edecek.
Değerli milletvekilleri, şimdiye kadar,
dokunulmazlıklarla ilgili burada çok konuşuldu. Dokunulmazlıklar konuşulurken,
Adalet ve Kalkınma Partisinin sözcüleri buraya gelip diyorlardı ki: “Efendim,
uzlaşma komisyonu kuralım. Uzlaşma komisyonunda bu meseleyi görüşelim.” Şimdi,
ben soruyorum: Bu anayasa değişikliğiyle ilgili olarak, Cumhuriyet Halk
Partisiyle bir uzlaşma komisyonu kurdunuz mu? Soruyorum, çok açık ve net bir
şekilde soruyorum.
NEVZAT YALÇINTAŞ (İstanbul) – Yok!
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) – Şimdi, değerli
milletvekilleri, dokunulmazlıkların kaldırılması noktasına gelince “anayasa
değişikliğinde uzlaşma komisyonu kurulması lazım, uzlaşma komisyonunun bu
konuda karar alması lazımdır” şeklinde ifadelerde bulunacaksınız, ancak, RTÜK
gibi hakikaten Türk toplumu için son derece önemli olan ve alacağı her kararın
direkt olarak Türkiye’deki yetmiş milyon insanı, yurtdışında milyonlarca
vatandaşımızı ilgilendiren böyle önemli bir kurumun seçimini, siz, iki parti
grubuna inhisar ettirecek olursanız, bunun tekrar Anayasa Mahkemesinden veya
bir başka yerden geri döneceğini rahatlıkla göreceksiniz; çünkü, Anayasa
Mahkemesi bu kararını oy birliğiyle almış ve çok enteresandır, bakınız, o
kararın bir de geçici 4 üncü maddeyle ilgili bir kararı var, o kararı da okumak
istiyorum. Orada, Bakanlar Kurulunun dört üyeyi seçmesiyle ilgili bölümle
Anayasa Mahkemesinin bir kararı yok arkadaşlar. Anayasa Mahkemesinin, Bakanlar
Kurulunca belirlenecek dört üyeyle ilgili herhangi bir kararı yok, orası
boşlukta kalmış. Okuyorum: “Geçici 4 üncü maddesi; Radyo ve Televizyon Üst
Kurulunun Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunca seçilecek beş üyesi
siyasî parti gruplarınca Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanı oluşum
formülüne göre belirlenecek kontenjan doğrultusunda Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına...”
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) – Burayı iptal etmiş. Bundan
sonraki, devam eden cümleyi okumak istiyorum; bundan sonraki devam eden cümle
şu: “Bakanlar Kurulunca seçilecek üye adaylarıyla ilgili kurum ve kuruluşlar
tarafından Başbakanlığa bu Kanunun yayımı tarihinden itibaren bir ay içinde
bildirilir.” Bu bölüm aynen duruyor. Bu bölüm aynen duruyor; Anayasa
Mahkemesinin, bu bölümle ilgili verilmiş herhangi bir kararı yok. Karar,
Türkiye Büyük Millet Meclisi grupları tarafından seçilen üyelerin seçiminin
Anayasaya aykırı olduğu iddia edilerek bozulan bir karar. Biz, şimdi ne
yapıyoruz; Anayasa Mahkemesi 5 üyeyle ilgili kararı bozuyor, iptal ediyor,
yürürlüklerinin durdurulmasına karar veriyor; biz, şimdi, 9 üyenin de Türkiye
Büyük Millet Meclisinde grubu bulunan partiler tarafından seçilmesiyle ilgili
bir teklif getiriyoruz, bu teklifi de oraya gönderiyoruz. Bunun haklı ve makul
bir izahını yapmanın mümkün olmadığına inanıyorum.
CHP Grubu adına konuşan sayın milletvekilimiz, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin gücünü, bu RTÜK üyeleri bu şekilde seçilirse, arkasına
alacakmış...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) – Son cümle...
Türkiye Büyük Millet Meclisinin gücü, bu seçilen üyelerin
arkasında olacakmış. Ben, tam tersini söylüyorum; bu milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin gücünü değil, Adalet ve Kalkınma Partisi ile Cumhuriyet
Halk Partisinin gücünü arkalarında hissedeceklerdir.
Bakınız, biz, Sayıştaya da bu Mecliste üye seçiminde
bulunduk.
BAŞKAN – Sayın Kandoğan, siz, son cümleniz dediniz;
lütfen, son cümlenizi söyleyiniz.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) – Son...
Sadece, Sayıştayla ilgili bir seçim yaptık. Sayıştayla
ilgili yaptığımız seçimde, burada, siyasî parti grupları aday gösterdiler mi; hayır;
Plan ve Bütçe Komisyonuna geldi, onlar yarıya indirdiler ve bizim önümüze o
şekilde geldi. Ben, biliyorum ki, birçok arkadaşımız, Adalet ve Kalkınma
Partili ve Cumhuriyet Halk Partili arkadaşlarımız, aynı isim üzerinde
birleşerek oy kullandılar, hiçbir ayırım yapmadan. Sayıştaya üye seçiminde bu
şekilde davranıyoruz; RTÜK olunca bu şekilde davranıyoruz. Bunu açıklamak,
kesinlikle, haklı, mantıklı ve makul bir açıklamasını yapmak zor.
Bu duygu ve düşüncelerle, Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. (CHP ve Bağımsızlar sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kandoğan.
Komisyon Başkanımızın bir açıklama talebi var.
Buyurun Sayın Kuzu.
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) – Sayın
Başkan, değerli arkadaşlarım; şimdi, Ümmet Kandoğan, Anayasa Mahkemesi kararını
okumuş; ama, bence, herhalde, işin detayına girme fırsatı bulamadı, kararı
yorumlamada eksikleri var.
Şimdi, bir defa, yürütmeyi durdurma kararının, zaten,
iptalden mutlaka önce verilmesi lazım, sonra verilmesi mümkün değil. Elinde o
karar yok. Ben, o kararın tarihini söyleyeyim; 2002’nin altıncı ayının 12’si.
Sonra verdiği karar, elindeki karar, 2004’ün dokuzuncu ayının 21’i.
Dolayısıyla, o konudaki farkı, iki kararı okuduğu zaman görür. Bu birincisi.
İkincisi, Anayasa Mahkemesi, Bakanlar Kurulunun üye
seçmesine elbette ki bir şey demiyor. Diyor ki: Zaten, bu, yasal hak olarak
kullanılabilir, anayasaya aykırı bir durum yok; Bakanlar Kurulu atamayı her
zaman yapıyor; ama, yasama yetkisi olan bir Meclisin bir kurula üye seçmesi
anayasada yazmıyor, böyle bir yetkisi yok. Eğer siz bunu verecekseniz, bunun
aksini düşünerek yorumladığınız zaman, anayasaya yazarsanız ancak öyle
verebilirsiniz. Dediğim gibi, bu karar doğru değil; şu anlamda doğru değil:
Buna hiç gerek kalmadan, Meclis, pekala bu yetkiyi kullanabilir; ama, değil mi
ki Anayasa Mahkemesi böyle dedi,
başka da çaren yok; dolayısıyla, biz, bunu Anayasaya yazarak çözmek
durumundayız.
Yapılan iş doğrudur. Dünya uygulamalarından ben örnek
verdim. Şimdi, bakın, Amerika’da, seçilme şeyini direkt Başkan yapıyor; yani,
bizdeki Başbakanın karşılığı olan Başkan yapıyor. Fransa’da, Almanya’da,
İtalya’da ve Hollanda’da hep bütün seçimleri doğrudan doğruya senato başkanı ya
da meclis başkanı yapıyor.
Şimdi, buradaki konu, 1994’teki yasanın ilk halindeki
çözüm; yani, 9 üye o zaman da vardı. 57 nci Hükümet bu sistemi bozdu, işleyen
bir modeli bozdu bence. Şimdi, anayasal
kurul haline gelmiş oldu bu üst kurul. Getirilen üye konusunda da, bence... Şu
anki tablodan belki Sayın Kandoğan rahatsız olabilir iki grup olması sebebiyle;
ama, getirilen hüküm öyle değil, iktidar partileri, muhalefet partileri ifadesi
var orada. Dolayısıyla, iktidar koalisyonsa ve yine birçok muhalefet partisi
varsa, grubu varsa; ona göre, Divandaki oluşumuna göre deniliyor. Dolayısıyla,
bugünden telaşa girmeye filan gerek yok.
Yani, bakın, demin eleştirdi, gitti; efendim, işte, bizim
arkadaşlarımızdan birilerinin ismini zikrederek, dava açtı filan diye... Bakın,
bugün görüyorsunuz, açan arkadaşlar bunu seçmek durumunda olabiliyor. Bence,
bir şey doğru mu, değil mi; ona bakmak lazım. Açılmış dava yanlıştı bence.
İsterseniz bizim arkadaşımız yapmış olsun bunu, kim yaparsa yapsın; ama, işin
doğrusu, bence, bugün bizim yaptığımızdır. Bunun böyle olması lazım. Sayın Kandoğan,
biliyorsunuz, Anayasa Mahkemesine bu konu gitmez, daha doğrusu gidemez; şekil
değişikliği dışında yapamayacağı için denetimini, o açıdan da bir problem
doğmaz.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Kuzu.
Hükümet adına, Devlet Bakanımız Sayın Beşir Atalay’ın söz
isteği vardır.
Sayın Bakan, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
DEVLET BAKANI BEŞİR ATALAY (Ankara) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Ben, doğrusu söz almayacaktım; zaten, Grup sözcüleri
gerektiği kadar açıklamayı yaptılar; ama, bazı yanlış anlamalar var,
anlaşılmalar var, sadece, onları biraz düzeltmek için, tashih etmek için söz
almış oluyorum.
Bir defa, önce şunu ifade etmek istiyorum: RTÜK kurulalı
beri, 1994 yılından bugüne, RTÜK üyelerini Türkiye Büyük Millet Meclisi
seçmiştir değerli milletvekilleri.
Bildiğiniz gibi, şöyle bir kronolojiyi kısaca
hatırlarsak, ilk özel radyo ve televizyonlar 1990 yılında yayına
başlamışlardır. 4 yıl biraz karmaşa olmuştur. Bu sebeple, 1994 yılında ilk defa
RTÜK Kanunu çıkarılmıştır ve RTÜK üyelerinin -şimdiki gibi, yine bizim
öngördüğümüz gibi 9 üyelidir- tamamı Türkiye Büyük Milleti tarafından
seçilmiştir. O zaman iktidar muhalefet kontenjanları olarak seçilmiştir ve çok
da iyi yürümüştür, hiçbir problem de olmamıştır ve bugünkü RTÜK de, yine,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin seçtiği üyelerden oluşmaktadır, 9 üyesini de
Türkiye Büyük Millet Meclisi seçmiştir. İçinden sadece bir tanesi AK Parti
kontenjanından seçilendir, onu da ifade edeyim.
Şimdi, 2002 yılında, RTÜK Kanununda bazı değişiklikler
yapılmıştır. Bunlardan birisi de, üyelerin seçimini düzenleyen 6 ncı maddedir.
Sayın Cumhurbaşkanı önce veto etmiş, sonra Anayasa Mahkemesine götürmüştür, bir
grup milletvekilimiz de götürmüştür. Sayın Cumhurbaşkanının, özellikle, götürme
sebebi, gerekçesi -elimizde şu anda vardır, yanımızdadır- tamamen şudur değerli
milletvekilleri: Türkiye Büyük Millet Meclisinin görevleri arasında Anayasada
RTÜK üyelerini seçme diye bir şey söz konusu değildir, seçemez deniliyor.
Biz, ne yapıyoruz şimdi; bu gerekçeyi düzeltiyoruz,
Anayasaya Türkiye Büyük Millet Meclisinin görevleri arasına RTÜK üyelerini
seçmeyi de getirmiş oluyoruz. Böylece, Meclisimizin, zaten, RTÜK kurulalı beri
kullandığı bir hakkı, tekrar, Meclisin kullanımına açmış olacağız, sağlamış
olacağız bu değişiklikle; yani, bunun başkaca bir boyutu yok, çok sade, çok
kolay açıklanabilir bir gerekçe. Onun için de, burada, Sayın Kandoğan’ın
söylediği gibi uzun gerekçeye yer yok, tabiî, sayın milletvekillerimizin
teklifinde.
Tabiî, Anayasa Komisyonu Başkanımız da düzelttiler.
Anayasa Mahkemesi, Sayın Cumhurbaşkanımızın ve bir grup milletvekilimizin
başvurusu üzerine, önce, 2002 yılında yürütmeyi durdurdu, sonra da, 2004
yılında bazı maddeleri iptal etti. Aslında, RTÜK Kanununda iptal edilen epeyce
madde vardır, şu anda boşluk vardır; ama, biz de, önce bu Anayasa değişikliğini
yaparak, hemen zaten peşinden RTÜK Kanununu, tasarımızı Yüce Meclisimizin
huzuruna getirmeyi planlıyoruz. RTÜK Kanunuyla ilgili ve uygulamalarla ilgili
değerli sözcülerin dile getirdiği pek çok konu da, zaten, o zaman
tartışılacaktır; şimdi, ben, onlara hiç girmiyorum.
Netice olarak, değerli milletvekilleri, Yüce Meclisin
RTÜK kurulalı beri kullandığı hakkın anayasal bir konuma getirilmesidir bugün
yaptığımız, başka hiçbir şey değildir, yeni bir uygulama değildir.
Anayasa Mahkemesinin gerekçeli kararı henüz
açıklanmamıştır; ama, Anayasa Mahkemesine götürülüş gerekçesini biliyoruz; o,
Anayasada RTÜK üyelerinin seçiminin yer almamasıdır. Biz de, o gerekçeyi, bu
düzenlemeyle ortadan kaldırmış olacağız; düzenlememiz bundan ibarettir. Biz
Hükümet olarak da bu teklifi destekliyoruz ve umudumuz, bir an önce
gerçekleşsin, peşinden de, Meclis tatil olmadan RTÜK Kanununu da huzurlarınıza
getirelim. Onun da hazırlığı büyük oranda tamamdır.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Bakan.
İkinci söz isteği, İstanbul Milletvekili Sayın Mustafa
Ataş’ın. Sayın Ataş?.. Yok.
Erzurum Milletvekili Sayın Mücahit Daloğlu?.. Yok.
Adana Milletvekilli Sayın Uğur Aksöz; buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar)
UĞUR AKSÖZ (Adana) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Anayasanın Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun
Teklifi üzerinde konuşmak üzere söz aldım; Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben, burada, hiç
üzerinde durulmayan; ama, aslında RTÜK üyeleri şöyle mi seçilsin, böyle mi
seçilsinden çok daha önemli iki konuya dikkatlerinizi çekmek için söz aldım.
Birincisi şudur: Değerli arkadaşlar, Türkiye’de on yıldır
televizyonlar yayın yapmaktadırlar ve on yıldır bu televizyonların hiçbirinin,
halk diliyle ruhsatı, teknik dille frekans tahsisi yoktur. Bakın, Türkiye 1
milyar dolar için dünyayı dolaşırken, milyarlarca dolarlık para bu
televizyonlarda yatmaktadır ve hiçbir hükümet bu frekans tahsisini yaparak bu
parayı devlet hazinesine sokmaya gayret etmemektedir. Şimdi, Sayın Bakana
soruyorum: Neden frekans tahsis ihaleleri yapılmıyor, neden? O yüzlerce
televizyondan gelecek, frekans tahsis ihalesinden gelecek paralar bize lazım
değil mi? Peki, on yıldır bu televizyonların... Bakın, frekanslar manyetik
dalgalardır ve devletin doğal kaynağı sayılır, kamu malıdır. On yıldır bu kamu
malını tahsis etmemeden dolayı devletin kaybı ne kadardır Sayın Bakan, bana
açıklayabilir misiniz? Ve bu hükümetin, bu anayasa değişikliğini yaparken,
frekans tahsisi konusunda bir planı, bir programı, bir takvimi var mıdır?
Bu, işin parasal yönü; bir de, işin malik yönü var.
Bugün, hangi televizyon kimindir, biz bilmiyoruz. Dürüst televizyoncular bas
bas bağırıyorlar; diyorlar ki, bu frekans tahsis ihalesini yapın. Hep paravan
isimlere yapılıyor bu televizyonlar, paravan kişiler yönetiyor; neden bu
frekans ihalesi yapılmıyor diye onlar da bağırıyorlar. Ben de, buradan, onlar
adına soruyorum, halk adına soruyorum: Frekans tahsis ihalesini yapmadığınız
müddetçe, o televizyon sahiplerine, milyarlarca dolarlık devlet malını bedava
kullandırıyorsunuz demektir. Bugün, yeni çıkardığımız Ceza Kanununda, hazine
arazisine gecekondu yapana izin veren kamu görevlisi cezalandırılıyor, oraya
elektrik, su çeken belediyeler de cezalandırılıyor. Peki, siz, bugünkü hükümet,
kamu malı olan frekansları, manyetik dalgaları bu televizyonlara bedava
kullandırırsanız, bu suç değil mi? O halde, Sayın Bakan, şimdi, gelsin buraya,
açıklasın; on yıllık frekans tahsisinden devletin kaybı şu kadar milyar
dolardır, evet ve biz bunu gördük, tespit ettik, şimdi, şu plana, şu takvime
göre bu tahsisleri yapacağız, parayı da alacağız hazineye, hangi televizyon
kimindir, bu da belli olacak desin, biz de rahatlayalım. Birincisi bu.
İkincisi... Burada her şey konuşuldu da, arkadaşlar, ben,
konuşulmayanları dikkate getirmek istiyorum. İkinci konu şu: Anayasanın 133
üncü maddesinin ikinci fıkrasında deniliyor ki, devletin elinde sadece tek
televizyon olur. Açın, okuyun; 133’e iki. Devletin elinde tek televizyon olur,
o da TRT; var zaten. Peki, TMSF denilen kuruluş özel şirket mi; devlete ait bir
kurum değil mi? Peki, TMSF’nin elinde birçok televizyon, radyo yok mu? Bu
Anayasa maddesi burada duruyor, TMSF’nin elindeki televizyonlar orada duruyor.
Peki, neden, TMSF’nin elindeki televizyonları satmıyorsunuz, neden elden
çıkarmıyorsunuz? Ben Sayın Bakana bunu da soruyorum. TMSF’nin elindeki televizyonları
elden çıkarmadığınız müddetçe, Anayasanın 133’üne karşı, suç demeyeyim; ama,
kusur işliyorsunuz.
Değerli arkadaşlar, öyleyse, bu Anayasa
değişikliğini fırsat bilerek, RTÜK konusu görüşülürken, bunu fırsat bilerek, bu
çok önemli iki konuyu dikkatlerinize getiriyorum. Bakın, tekrar tekrar
söylüyorum; RTÜK’e bir şekilde üye seçimi yapılacak, bu şöyle olacak, böyle
olacak. Bu, bence çok önemli değil. Bence, frekans tahsis ihalesinin 10 yıldır
yapılmayıp, milyarlarca doların devletin kayıp hanesine yazılması bundan
önemlidir ve halen yapılmaması çok daha önemlidir.
2- Anayasanın açık hükmüne rağmen, tek
televizyon dışında, devlet, asla televizyon bulunduramaz demesine rağmen,
TMSF’nin elinde, birkaç televizyon, birkaç gazete bulundurması, buralara her gün
atama yapması, her gün programlar için milyarlar ödemesi doğru mu? Bu Anayasaya
uygun mu? Bizim, bugün, burada, bunu konuşmamız lazım. Bu çok daha önemli.
Başka bir husus daha var. Bu iki ana
konu yanında, bir husus daha var. Hükümet, Haberleşme Yüksek Kurulu diye bir
kurul kurdu. Niye, kurdu bunu? Peki, RTÜK’ün elinden frekans tahsis ihalesi
yetkisini niye aldı? Niye?.. RTÜK’ün kusuru neydi, eksiği neydi, ne yapmıştı
ki, frekans tahsis ihalesini hükümet ondan alıp, Haberleşme Yüksek Kuruluna
verdi? Niye, bunu, burada, kimse konuşmuyor? Haberleşme Yüksek Kurulu ne yapar,
işi ne, görevi ne, niye frekans tahsis ihalesini yapmaz? Ben, burada, hükümete
şunu söylüyorum: Bu frekans tahsis ihalesini yapmamanızın nedeni, yasaysa,
Anayasayı değiştiriyorsunuz, buyurun yasayı getirin, çıkaralım. TMSF’nin
elindeki o televizyonları elde tutarak, onlara hükümet borazanlığı yaptırmak
işinize geliyorsa; bilmem; ama, yasal bir eksiklik varsa, getirin onu da
çıkaralım.
Değerli arkadaşlar, bugünkü Anayasa değişikliğinden çok
daha önemli bu hususları bir kez daha dikkatinize getiriyorum ve diyorum ki:
Bakın, Anayasayı değiştirmek...
ZAFER HIDIROĞLU (Bursa)- Hükümet borazanı değil...
UĞUR AKSÖZ (Devamla)- Öyle laf atmakla işler düzelmez
patron!
ZAFER HIDIROĞLU (Bursa)- Borazan ne demek yahu?!
UĞUR AKSÖZ (Devamla)- Onu geçin! Onu geç! Öyle laf
atmakla iş düzelmez. Bir kere bak şunu öğren: Çoğunluk partisi laf atmaz.
İktidarsın sen, ayıptır.
Şimdi arkadaşlar bakın, başka bir şey daha söylüyorum: Bu
Anayasa değişikliği yetmez. Bu, işin birinci ayağı. RTÜK Yasası geliyor. O RTÜK
Yasası üzerinde özenle ve dikkatle çalışmamız lazım, çok dikkat etmemiz lazım.
O yasayı da buna paralel, çok dikkatlice, burada üzerinde günlerce konuşup
geçirmemiz lazım.
Ben bu hususları çok önemlidir diye tekrar tekrar
söylüyorum. Bakın, başka şeyler söylemiyorum; Anayasa Mahkemesi şöyle karar
vermiş, Anayasa Komisyonu böyle etmiş... Bakın, oralara girmiyorum. Ama,
devletin âli menfaatleri benim dediğim bu iki ana noktadadır. Buraya
dikkatlerinizi çekmek için özel söz aldım.
Yüce Heyete saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN- Teşekkür ediyoruz Sayın Aksöz.
Sayın Bakan yerinden bir açıklama yapmak istiyor.
Buyurun efendim.
DEVLET BAKANI BEŞİR ATALAY (Ankara)- Sayın Başkan,
teşekkür ederim.
Değerli arkadaşlar, Sayın Aksöz’ün dile getirdiği iki
hususla ilgili kısa cevap vereyim ben.
Birinci husus, frekans ihalesi. Frekans ihalesinin açmaza
girmesi bizim hükümetimiz döneminde değildir. Bunu, ilgilendiklerine göre,
Sayın Aksöz bilirler.
İSMET ATALAY (İstanbul)- Ama, siz geldiniz, yaptınız.
DEVLET BAKANI BEŞİR ATALAY (Ankara)- Önce, Danıştay iptal
kararı verdi, sonra bizden önceki hükümet ihaleleri durdurdu. Şimdi biz de,
önümüzde bu sorunu devraldık ve çözmeye çalışıyoruz.
Bildiğiniz
gibi, sizin “bu hükümet kurdu” dediğiniz Haberleşme Yüksek Kurulu 2002 yılında,
bizden önceki hükümet döneminde kurulmuştu ve RTÜK’ten bu ihaleyle ilgili
yetkileri o zaman almışlardı. Biz de şimdi Haberleşme Yüksek Kurulunu -tabiî,
kanunla kurulmuş bir kuruldur bu- çalıştırıyoruz ve orada yaklaşık iki ay önce
yeni bir toplantıda sayısal sisteme, yani, dijital sisteme geçişle ilgili de
bir karar alındı. Onun sebebi şu: Hem bugünün şartlarında, daha çağdaş,
dünyanın artık geçtiği yeni bir sisteme geçmek, hem bu frekans sıkışıklığı,
yani, şu kadar sayıda illa frekans olacak ve onlar ihale edilecek baskısından
kurtulma hem de bütün, yayın yapan radyo ve televizyonlardan ihale şartlarını
aratmayacak kadar ciddî bir yayın hakkı alma.
Bunların hazırlığı yapılıyor. Haberleşme Yüksek Kurulu
kararı aldı ve şimdi kurumlarımız çalışıyorlar. Önümüzdeki kısa süre
içerisinde, 2006’nın mesela başında İstanbul’dan bu sayısal sistem başlayacak;
çünkü, İstanbul’da, sadece frekans ihalesi problemi değil, şu anda birçok
kanalın sağlıklı izlenememesi durumu var. Ülkemizin büyük şehirlerinde bu var.
Hem bunlar giderilecek hem de bu kayıtsızlık, frekanssız, lisanssız bir yayın
kuruluşu sahibi olmayı da önleyecek.
Tabiî, diğer belirttiğiniz hususların pek çoğu, RTÜK
Kanununda tasarı olarak önünüze gelecek; yani, orada, televizyon ve radyo
sahiplerinin konumları, hisse sahipliği, vesaire orada düzenlenecek.
İkincisi, TMSF’yle ilgili. TMSF’nin elindeki televizyon veya
radyolar, tabiî ki, arızî bir durum. Bunların da elden çıkarılması için olanca
çaba sarf ediliyor. Bunu, en çok da hükümetimiz istiyor; yani, daha fazla
bunlar elde kalmasın istiyoruz, samimiyetle istiyoruz.
Bildiğiniz gibi, bir tasarı da getirdik, burada görüşüldü,
sonra tekrar Sayın Cumhurbaşkanından döndü. Şimdi, yeni tasarı komisyondan
çıktı, huzurunuza gelecek. O çıktığında, biz de, TMSF elindeki sadece radyo
televizyonları değil, diğer varlıkları da bir an önce, inşallah, elden
çıkaracağız; yani, onu çok arzu ediyoruz.
Sizin söylediklerinizle ilgili son husus da Haberleşme
Yüksek Kuruluydu. Tekrar arz ediyorum: 2002 yılında kurulmuştur; biz onu şu
anda yürütüyoruz.
Teşekkür ediyorum, saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Bakan.
Sayın milletvekilleri, Anayasa değişikliğine dair teklifin
tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Teklifin maddelerine geçilmesi hususunda gizli oylama
yapacağız; ancak, Kâtip Üye arkadaşlarımızın, her iki tarafta yerlerini
almalarını rica ediyorum, öncelikle.
Sayın
milletvekilleri, gizli oylamanın ne şekilde yapılacağını arz ediyorum: Komisyon
ve hükümet sıralarında yer alan kâtip üyelerden komisyon sırasındaki kâtip üye,
Adana'dan başlayarak Denizli’ye kadar -Denizli dahil- ve Diyarbakır’dan
başlayarak İstanbul’a kadar –İstanbul- dahil-; hükümet sırasındaki kâtip üye
ise, İzmir’den başlayarak Mardin’e kadar -Mardin dahil- ve Mersinden başlayarak
Zonguldak'a kadar –Zonguldak dahil- adı okunan milletvekillerine biri beyaz,
biri yeşil, biri de kırmızı olmak üzere 3 yuvarlak pul ile mühürlü zarf verecek
ve pul ve zarf verilen milletvekilini, ad defterinde işaretleyecektir.
Sayın kâtip üyelerin,
ben konuşmamı bitirinceye kadar hiçbir milletvekili arkadaşımıza zarf
vermemelerini rica ediyorum.
Milletvekilleri,
Başkanlık kürsüsünün sağında ve solunda yer alan kabinlerden başka yerde oylarını
kullanmayacaklardır. Vekâleten oy kullanacak bakanlar da, yerine oy kullanacakları
bakanın ilinin bulunduğu bölümde oylarını kullanacaklardır.
Bildiğiniz üzere, bu
pullardan beyaz olanı kabul, kırmızı olanı ret, yeşil olanı ise çekimser oyu
ifade etmektedir. Oyunu kullanacak sayın üye, kâtip üyeden 3 yuvarlak pul ile
mühürlü zarfı aldıktan ve adını ad defterine işaretlettikten sonra, kapalı oy
verme yerine girecek, oy olarak kullanacağı pulu burada zarfın içerisine
koyacak, diğer 2 pulu ise ıskarta kutusuna atacaktır.
Bilahara oy verme yerinden çıkacak olan üye, oy pusulasının bulunduğu zarfı
Başkanlık Divanı kürsüsünün önüne konulan oy kutusuna atacaktır.
Oylamada adı okunmayan milletvekillerine pul ve zarf
verilmeyecektir.
Şimdi gizli oylamaya Adana İlinden başlıyoruz.
(Oyların toplanılmasına başlandı)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, teklifin maddelerine
geçilmesinde yapmakta olduğumuz gizli oylamada; Devlet Bakanı Güldal Akşit’in
yerine Adalet Bakanı Sayın Cemil Çiçek, Millî Eğitim Bakanı Sayın Hüseyin
Çelik’in yerine İçişleri Bakanı Sayın Abdülkadir Aksu, Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanı Murat Başesgioğlu’nun yerine Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Abdüllatif Şener, Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen’in yerine Tarım ve
Köyişleri Bakanı Sayın Sami Güçlü, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet
Hilmi Güler’in yerine Çevre ve Orman Bakanı Sayın Osman Pepe, Maliye Bakanı
Sayın Kemal Unakıtan’ın yerine Devlet Bakanı Sayın Ali Babacan, Millî Savunma
Bakanı Sayın Vecdi Gönül’ün yerine Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın
Mehmet Ali Şahin vekâleten oy kullanacaklardır.
Sayın milletvekilleri, bir defa daha açıklıyorum; bundan
sonra, maddelerle ilgili iki ayrı gizli oylamamız daha vardır, sayın
milletvekillerinin Genel Kuruldan ayrılmamalarını rica ediyorum.
(Oyların toplanılmasına devam edildi)
Oyunu kullanmayan arkadaşımız var mı? Yok.
Oylama işlemi tamamlanmıştır.
Kupaları kaldıralım.
(Oyların ayırımı yapıldı)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifinin
maddelerine geçilmesinin gizli oylamasının yapılan oylama sonucunu arz
ediyorum:
Katılan üye: 450
Kabul: 414
Ret: 34
Çekimser: 2
Böylece, maddelere geçilmesi kabul edilmiştir.
Şimdi, 1 inci maddeyi okutuyorum:
TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASININ BİR MADDESİNİN DEĞİŞTİRİLMESİ HAKKINDA
KANUN TEKLİFİ
MADDE 1.- 7.11.1982
tarihli ve 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 133 üncü maddesinin
kenar başlığı aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve birinci fıkradan sonra gelmek
üzere aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
F. Radyo ve
Televizyon Üst Kurulu, radyo ve televizyon kuruluşları ve kamuyla ilişkili
haber ajansları
“Radyo ve televizyon
faaliyetlerini düzenlemek ve denetlemek amacıyla kurulan Radyo ve Televizyon
Üst Kurulu dokuz üyeden oluşur. Üyeler, siyasi parti gruplarının üye sayısı
oranında belirlenecek üye sayısının ikişer katı olarak gösterecekleri adaylar
arasından, her siyasi parti grubuna düşen üye sayısı esas alınmak suretiyle
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunca seçilir. Radyo ve Televizyon Üst
Kurulunun kuruluşu, görev ve yetkileri, üyelerinin nitelikleri, seçim usulleri
ve görev süreleri kanunla düzenlenir.”
BAŞKAN – Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına Adana Milletvekili Sayın Uğur Aksöz; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz 10 dakika.
CHP GRUBU ADINA UĞUR AKSÖZ (Adana) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; değişikliğe konu 1 inci madde üzerinde, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım, Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, yaptığımız işlem, bir anayasa
değişikliği. Anayasa değişikliği, biliyorsunuz her zaman olmayan, çok önemli
konularda yapılan değişiklikler olup, bu nedenle, yasa koyucu bunu 2 kez
oylamaya tabi tutmuştur.
Biz de, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak başından
beri, gerek Adalet ve Kalkınma Partisinin gerekse Cumhuriyet Halk Partisinin
seçim beyannamelerinde söz verdiğimiz dokunulmazlığa ilişkin anayasa
değişikliğini yapmak üzere, burada defalarca söz aldık. Her defasında Adalet ve
Kalkınma Partili kardeşlerimiz bize dediler ki: “Yahu bu iş için uzlaşma
komisyonu kuralım, uzlaştırma komisyonu kuralım.” Biz de her defasında dedik
ki: Uzlaştırma komisyonu diye bizim İçtüzüğümüzde bir müessese, bir kurum yok.
Bu, geçen dönem 4, 5, 6 partiden meydana gelen Parlamentoda bulunmuş bir orta
yoldur. Burada, İçtüzüğümüze göre kurulmuş bir Anayasa Komisyonumuz var, gelin
bu Anayasa Komisyonumuzda dokunulmazlık konusunu görüşelim. Sizin önerinizi
alalım, bizim önerimizi alalım, bir orta yol buluruz; illa kaldıralım
demiyoruz. Sizin çekincelerinizi de nazara alalım dedik; ama, bir türlü olmadı.
Bu vesileyle, bugünkü şu oylama sonucuyla bir kere daha
şu görüldü ki, uzlaşma kurullarına, uzlaştırma komisyonlarına artık gerek
yoktur. İşte, RTÜK gibi, dokunulmazlık kadar önemli, kamuyu dokunulmazlık kadar
yakından ilgilendiren bir konu, hiç uzlaştırma komisyonuna gerek kalmadan,
Anayasa Komisyonunda görüşülerek buraya gelmiş ve 414 oyla geçmiştir.
Arkadaşlar, niyet esastır. Eğer, niyetiniz varsa, o
dokunulmazlık konusunda sizin dediğiniz gibi de bir yol buluruz, bizim
dediğimizin de ortasını buluruz. Hiç uzlaştırma komisyonuna gerek kalmadan da,
bakın bugün yaptığımız oylama gibi, gayet rahat geçiririz. Bunu, bir kere daha,
biz, zabıtlara geçmesi için söylüyoruz; sizin fikrinizin değişmeyeceğini
biliyoruz; ama, bakınız, iki kanattan, iki partiden müteşekkil bir Parlamento,
bu ülkeye bir nimettir. Geçmişteki kavgaları, çekişmeleri çok yakından bilen
arkadaşlarımız var. Bakın, bu iki partili Parlamentoda, dokunulmazlık gibi,
yıllarca görüşülmemiş, el atılmamış; ama, ülkeyi derinden yaralayan konuların
hepsini çözebiliriz. Eğer bunları çözersek, bu dönem, hem hayırla yâd edilir
hem de bu iş bizim başımızın tacı olur. Bu nedenle, bu vesileyle, bir kere
daha, bu dokunulmazlık konusunu sizlere hatırlatmak istedim.
Değerli arkadaşlar, bugünkü, yani, değişmeden önceki
duruma göre, RTÜK’e üye seçiminin 5’ini, Meclis kendisine önerilen 5 ismi
onaylayarak yapıyor; 4’ünü de, çeşitli kurumların önerileri arasından hükümet
atıyor; yani, neticede, bu Mecliste çoğunluğu olan parti, hem o 5 kişiyi
onaylıyor hem de çoğunluk olan parti hükümet olduğu için, o diğer 4’ü de
hükümet seçiyor; yani, bugünkü sisteme göre, nihaî hedefte, 9 üyenin 9’unu da
çoğunluk sahibi hükümet seçiyor. Bunun adı bir seçim olmaz; bunun adı atama
olur. O bakımdan, bugünkü sistemi, yani, bugünkü RTÜK üyelerini seçen sistemi
savunmak doğru değildir; çok antidemokratik bir sistemdir. O bakımdan, bunun
değişmesi doğrudur.
İkincisi, Anayasa Mahkemesi, zaten “Meclisin görevleri
arasında, RTÜK üyelerini seçmek yazılmamış, Anayasada böyle bir şey yok; ben,
sizin, bunu seçmenize, bu nedenle, bu eksiklik nedeniyle izin vermem” diyor ve
iptal ediyor o bölümü. Şimdi, o iptal kararı da ortada durunca, mecburen, bizim
bu düzenlemeyi yapmamız gerekiyor. Peki, bu düzenlemeyi, 1 inci maddeye göre
nasıl yapıyoruz? Bu düzenlemeyi şöyle yapıyoruz, demin okundu madde; partilerin
temsil oranına göre; yani, Başkanlık Divanındaki temsil gibi, partilerin temsil
oranına göre, RTÜK üyeleri, 9 üyenin 2 katı üye gösterilecek ve bizler, burada,
geçmişte olduğu gibi, gelen 5 üyeyi onaylamayacağız, 2 katı üye arasından seçim
yapacağız. İşte, onun adı seçim. Çünkü, bir seçim yapıyoruz. Bundan önceki bir
onaylamaydı, bu nedenle bu düzenleme de doğrudur.
Değerli arkadaşlar, RTÜK, BDDK gibi, Enerji Piyasası
Düzenleme Kurulu gibi pek çok kurulumuzdan bir tanesi değil, RTÜK, bu
kurulların tamamından önemlidir. Neden? BDDK dediğiniz, TMSF dediğiniz, EPDK
dediğiniz kurullar sadece ekonomik bir konuya bakar ve bir karar alır; ama, bu
RTÜK var ya RTÜK, 70 milyonun mıknatıs gibi mıhlandığı ekranları denetliyor.
Kaynanaları, görümceleri, eltileri konuşturan ekranları denetliyor. Devletin
bağımsızlığını, ülkenin bölünmezliğini denetliyor. Bu RTÜK; bence, bu kurulların
tamamından önemlidir. O bakımdan, bu RTÜK’ü Meclisin seçmesi doğrudur; ama, bu
RTÜK’ün üyelerinin de çok dikkatle seçilmesi ikinci bir doğrudur, bu RTÜK
yasasının -önümüzdeki hafta gelecek- çok dikkatle, çok dikkatle buradan
geçirilmesi üçüncü bir doğrudur.
Bakınız, bugün, siyaset bilimciler derler ki, siyaset,
parlamento birinci güçtür, yürütme ikinci güçtür, yargı şu güçtür, bu güçtür...
Hayır, arkadaşlar. Bugün, Türkiye’de, demokrasi o kadar dejenere olmuştur ki,
medya birinci güçtür. Kim aksini iddia ediyorsa, gelsin tartışalım. Medya
istediğini vezir, istediğini rezil ediyor; istediği hükümeti deviriyor,
istediği partiyi iktidar yapıyor. Medya, bugün, Türkiye’de, maalesef...
Tabiî, bunun bir kusuru da hükümetlerimizde. Frekans
tahsisi yapılmadığı için paravan isimlere televizyonlar kurulduğu için, arkadan
dolanarak by-pass’la televizyonlar çok çirkin yayınlar yapıyorlar. Onun kusuru
biraz bizde; frekans tahsisini yapmıyoruz. Biraz da, tabiî, TMSF’de; elinde
tutuyor 10 tane televizyonu, milyarları veriyor program yaptırıyor. Öbür
televizyoncu diyor ki, kardeşim, devlet televizyonculuk yapıyor ben niye
yapmayayım diyor. Hadi buyurun ayıklayın pirincin taşını! Yani, önce iğneyi
kendimize batıralım. Kusurun büyüğü bizdedir. Buna, biz izin vermeyeceğiz.
Hemen frekans tahsisini yapacağız, hemen TMSF’nin elinden o televizyonları
çıkaracağız, sonra da, hemen RTÜK’ün üyelerini seçip, RTÜK’e, çağırıp soracağız
“gelin bakalım, siz, devletin bağımsızlığını, ülkenin bölünmezliğini, bu halkın
etik değerlerini, geleneksel değerlerini yaşatmanız için ne istiyorsunuz
kardeşim” diyeceğiz, onların istediği tüm yasaları vereceğiz; ondan sonra,
onlardan hizmet bekleyeceğiz. Siz, müteahhide kum vermeden, çakıl vermeden,
inşaat bekleyemezsiniz. RTÜK üyelerine yetki vermeden, onların istediği
yasaları geçirmeden, RTÜK’ten de görev bekleyemezsiniz.
Bununla da bitmiyor. RTÜK üyelerini seçtikten sonra “ben,
hükümetim, Sayın RTÜK Başkanı, şunu şöyle yap da” dememeniz lazım, onu bir
bağımsız kurul gibi düşünmeniz lazım, hepimizin böyle düşünmesi lazım ki, RTÜK,
görevinin hakkını verebilsin. Ondan sonra, RTÜK’e bunları yaptıktan sonra,
dönelim “kardeşim, sen şunu yanlış yapıyorsun” diyelim; ama, önce, verelim
diyorum.
Değerli arkadaşlar, bazı televizyoncu arkadaşlarımız
sohbetlerde bana diyorlar ki: “Kardeşim, televizyon kanalı her yayını yapar,
beğenmiyorsan bir düğmeye basar, kaparsın.” Yok, öyle değil o iş. Şimdi,
diyelim ki, Sincan’a her gün 10 tane otobüs gidiyor; boş gidiyor geliyor diye,
biz, o otobüs seferini kaldıramayız. Bu, bir kamu hizmetidir; bu, bir kamu
görevidir; yolcu olmasa da, gidip geleceksin arkadaş. İşte, sevgili
televizyoncu kardeşlerim “efendim, yayınımı ben yaparım, her türlü yayını
yaparım, kaynana da çıkarır, göbek de attırırım; beğenmiyorsan kapa, düğmeye
bas” diyemezsiniz. Niye diyemezsiniz, biliyor musun; sizin yaptığınız iş, benim
yaptığım iş gibi, kamu görevi, kamu hizmeti. Kamu hizmeti yapan, özenli olmak
zorundadır, dikkatli olmak zorundadır.
Değerli arkadaşlar, bu nedenle, bu konulara, özellikle bu
medya, televizyon yayıncılığı, RTÜK konularına Yüce Heyetinizin dikkatini bir
kere daha çekmek istiyorum ve bu konuya çok dikkat edelim. Bu konu, yarın,
seçimlerde çok başımızı ağrıtır; kendini bilmez yayıncılar çok şeyler yaparlar.
Ülkemizin birliğe, beraberliğe, kardeşliğe ihtiyacı var. Bu konuya Yüce
Heyetinizin dikkatini bir kere daha çekmek istedim.
Yüce Heyetinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Aksöz.
Şahsı adına, madde üzerinde, İstanbul Milletvekili Sayın
Mustafa Ataş?.. Yok.
Yine, şahsı adına, Erzurum Milletvekili Sayın Mücahit
Daloğlu?.. Yok.
Şahsı adına Antalya Milletvekili Sayın Tuncay Ercenk?..
TUNCAY ERCENK (Antalya) – Vazgeçtim Sayın Başkan.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri, 1 inci madde üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
Sayın Kâtip Üyelerimiz, aynı şekilde, lütfen, yerlerini
alsınlar.
Şimdi, maddenin gizli oylamasına yine Adana İlinden
başlıyoruz.
(Oyların toplanılmasına başlanıldı)
Şimdi, teklifin 1 inci maddesinin gizli oylamasında, Devlet Bakanı Güldal Akşit yerine, Adalet
Bakanı Sayın Cemil Çiçek; Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik yerine, İçişleri
Bakanı Sayın Abdülkadir Aksu; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat
Başesgioğlu’nun yerine, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Abdüllatif
Şener; Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen yerine, Tarım ve Köyişleri Bakanı Sayın Sami
Güçlü; Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler yerine, Çevre ve Orman
Bakanı Sayın Osman Pepe; Maliye Bakanı Kemal Unakıtan yerine, Devlet Bakanı Sayın
Âli Babacan; Millî Savunma Bakanı Sayın Vecdi Gönül yerine, Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcısı Sayın Mehmet Ali Şahin oy kullanacaklardır.
(Oyların toplanılmasına devam edildi)
BAŞKAN – Oyunu kullanmayan sayın üye var mı?.. Yok.
Sayın milletvekilleri, oylama işlemi tamamlanmıştır.
Kupalar kaldırılsın.
(Oyların ayırımına başlandı)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifinin 1 inci
maddesinin gizli oylama sonucunu açıklıyorum:
Katılan üye: 410
Kabul: 378
Ret: 24
Çekimser: 1
Boş: 6
Geçersiz: 1
Böylece, madde kabul edilmiştir.
Şimdi, 2 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE
2.- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer ve halkoylamasına sunulması
halinde oylanır.
BAŞKAN – Madde
üzerinde konuşma isteği?.. Yok.
Maddeyle ilgili
görüşmeler tamamlanmıştır.
Sayın Kâtip
Üyeler, lütfen, yerlerini alsınlar.
Şimdi, 2 nci
maddenin gizli oylamasına Adana İlinden başlıyoruz.
(Oyların
toplanılmasına başlanıldı)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, teklifin 2 nci maddesinin
gizli oylamasında, Devlet Bakanı Sayın Güldal Akşit’in yerine Adalet Bakanı
Sayın Cemil Çiçek, Millî Eğitim Bakanı Sayın Hüseyin Çelik’in yerine İçişleri
Bakanı Sayın Abdülkadir Aksu, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat Başesgioğlu’nun
yerine Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Abdüllatif Şener, Devlet
Bakanı Kürşad Tüzmen’in yerine Tarım ve Köyişleri Bakanı Sayın Sami Güçlü,
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler’in yerine Çevre ve Orman
Bakanı Sayın Osman Pepe, Maliye Bakanı Sayın Kemal Unakıtan yerine Devlet
Bakanı Sayın Ali Babacan, Millî Savunma Bakanı Sayın Vecdi Gönül yerine Devlet
Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Mehmet Ali Şahin oy kullanacaklardır.
Oyunu kullanmayan sayın milletvekili var mı?.. Yok.
Oylama işlemi tamamlanmıştır; kupalar kaldırılsın.
(Oyların ayırımı yapıldı)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifinin 2 nci
maddesinin gizli oylama sonuçlarını açıklıyorum:
Katılan üye: 409
Kabul: 383
Ret: 25
Geçersiz: 1
Sayın milletvekilleri, böylece 2 nci madde kabul
edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının
Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifinin birinci görüşmeleri
tamamlanmıştır; ikinci görüşmeye en az 48 saat geçtikten sonra
başlanabilecektir.
Sayın milletvekilleri, saat 20.00’de toplanmak üzere
birleşime ara veriyorum.
Kapanma
Saati : 19.11
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 20.04
BAŞKAN: Başkanvekili İsmail ALPTEKİN
KÂTİP ÜYELER: Yaşar TÜZÜN (Bilecik), Mehmet DANİŞ
(Çanakkale)
-----0-----
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 101 inci Birleşiminin İkinci
Oturumunu açıyorum.
Kilis Milletvekili Hasan Kara ile
Tokat Milletvekili Zeyid Aslan’ın Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı
Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve Adalet Komisyonu
Raporunun görüşmelerine başlıyoruz.
Kilis
Milletvekili Hasan Kara ile Tokat Milletvekili Zeyid Aslan’ın; Ceza ve Güvenlik
Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi
ve Adalet Komisyonu Raporu (2/451) (S. Sayısı: 902) (x)
BAŞKAN – Komisyon?.. Yerinde.
Hükümet?.. Yerinde.
Komisyon Raporu 902 sıra sayısıyla
bastırılıp, dağıtılmıştır.
Teklifin tümü üzerinde, Cumhuriyeti
Halk Partisi Grubu adına, Malatya Milletvekili Sayın Muharrem Kılıç; buyurun.
Süreniz 20 dakika.
CHP GRUBU ADINA MUHARREM KILIÇ (Malatya) – Sayın
Başkanım, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan Ceza ve Güvenlik
Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifiyle ilgili olarak, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına görüşlerimizi
açıklayacağım; Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlar, görüştüğümüz, bir kanun teklifi. Kilis Milletvekilimiz Sayın Hasan
Kara’nın ve Tokat Milletvekilimiz Sayın Zeyid Aslan’ın hazırlayıp sundukları
bir yasa teklifi; ancak, yasa teklifinin gerekçesini okuduğumuzda, bunun bir
teklif değil de tasarı olarak yazıldığını görüyoruz; okuyayım: “Kanunun
uygulanmasına başlandığında ortaya çıkabilecek muhtemel aksaklık ve eksiklikler
tespit edilmiş ve bunları gidermek amacıyla bir kısım maddelerde değişiklik
yapılması zorunlu hale gelmiştir. Bu nedenle tasarı hazırlanmıştır.” Tasarı
olması nereden geliyor; bu, şuradan geliyor: Bu teklif, gerçek anlamda,
milletvekili arkadaşlarımız tarafından görülen muhtemel aksaklıklarla ilgili
olarak getirilmedi karşımıza; Sayın Adalet Bakanlığının mutfağında hazırlandı,
incelendi, hükümetin burada ne düşündüğünü bilmemiz mümkün değil; ancak, bunun
bir Bakanlık hazırlığı olduğu apaçık ortada; ancak, karşımıza teklif olarak
geliyor.
Biz şunu istiyoruz: Bu, teklif de olabilir, tasarı da
olabilir; ancak, bir bütünlük arz etmeli. Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı
Hakkındaki Kanunun çıkış tarihi, yani, Mecliste kabul ediliş tarihi 13.12.2004,
yayım tarihi de 29.12.2004. Yani, bu kanunun çıkarılmasından itibaren, henüz,
altı aylık bir zaman bile geçmedi; ancak, yeteri kadar hazırlık aşamasından
sonra karşımıza gelmediği için, biz bunu, Ceza İnfaz Kanunu hazırlık aşamasındayken,
burada onikinci ayda görüşülürken de dile getirmiştik, ve demiştik ki: Bu
kanunu aceleye getiriyorsunuz; bu kanunda acele etmeyelim... Komisyonlardan bir
aceleyle geçti, alt komisyondan bir gün gibi bir sürede geçti, yine Meclis
gündeminden de, yeteri kadar incelenmeden, tartışılmadan geçmiş oldu.
Değerli arkadaşlar, bu kanunlar önemli kanunlar; Türk Ceza
Kanunu, Ceza Muhakemeleri Kanunu, Ceza İnfaz Kanunu, bunlar önemli kanunlar;
çünkü, insanların hürriyetiyle ilgili kanunlar, insanların özgürlükleriyle
ilgili kanunlar. Bu nedenle, bu konularda çok dikkat edilmesi gerekir.
Ne yapıyoruz; Meclis, sürekli çift tarife çalışıyor. Önce,
bir aceleyle yasaları çıkarıyoruz; yeteri kadar olgunlaşmadan, yeteri kadar
irdelenmeden, yeteri kadar incelenmeden yasaları bir aceleyle çıkarıyoruz,
arkasından, bir bakıyoruz ki, sürekli teklifler geliyor, sürekli değişiklik
önerileri geliyor.
Bu, hızlı çalışmak değil. Hızlı çalışalım derken
arkadaşlarımızın mesaisini, Meclisin mesaisini fuzulen işgal etmiş oluyoruz.
Yine, dediğim gibi, henüz daha altı ayını doldurmamış bir kanun üzerinde 8
maddelik bir değişiklik teklifi. Yine, bu hafta içinde gelecek Ceza Kanununda
35 maddelik değişiklik teklifi, Ceza Muhakemeleri Kanununda 34 maddelik bir
değişiklik teklifi... Yani, henüz üzerinde daha mürekkebi kurumadan
çıkardığımız kanunları silbaştan yeniden ele alıyoruz. Bu, demin de belirttiğim
gibi, yasaların yeteri kadar olgunlaşmadığını gösteriyor.
Değerli arkadaşlar, ceza ve adalet sistemi içinde
sanıklar yargılanıyor, hüküm veriliyor, hüküm kesinleşiyor, sıra bu hükmün
infazına geliyor. Bu görüştüğümüz kanun, hükmün infazıyla ilgili bir kanun.
İnfaz hukuku, uluslararası sözleşmelerden, Avrupa Konseyinin yayımladığı hapis
cezası kurallarında dikkate alınması gereken hükümlerden ve iç hukuk
düzenlemelerimizden kaynaklanıyor.
Ülkemizdeki infaz sistemi, çok uzun süreler koğuş
sistemiyle yürütüldü. Hükümlüler cezalarını koğuşlarda çekiyorlardı, 30
kişilik, 40 kişilik, 50 kişilik koğuşlarda. Ancak, bu sistem büyük sorunlar
yarattı. Cezaevindeki hükümlülerin kontrolü zorlaştı, onların eğitimi, iş
imkânları bu şartlarda sağlanamadı, ıslahı da bu şartlarda mümkün değildi. Bu
nedenle, bu sistemden vazgeçildi. Ancak, koğuş sistemi devam ederken, bir
sistem daha vardı. Bu sistem, sadece Terörle Mücadele Kanununun 16 ncı
maddesinde ve Çıkar Amaçlı Suç Örgütleri Kanununda düzenlenen bir sistemdi. Bu,
kamuoyunca “(F)” tipi denilen bir düzenleme.
(F) tipi cezaevlerinde hükümlüler cezalarını tek kişilik
veya üç kişilik odalarda çekiyorlardı. Ancak, bu, dediğim gibi, terörü önleme
amaçlı bir düzenlemeydi. Yine, çıkar amaçlı suç örgütlerinde, bu mafya türü
örgütlenmelerde bu örgüt mensuplarını kontrol etmek için getirilmiş bir
düzenlemeydi. Ancak, biz yaptığımız düzenlemelerde işin ortasını bulamıyoruz.
Bu getirdiğimiz Ceza İnfaz Kanunuyla (F) tipi uygulamalarını Türkiye genelinde
genel bir uygulama haline getiriyoruz.
Ceza İnfaz Kanununun 9 uncu maddesi yüksek güvenlikli
ceza infaz kurumlarını düzenliyor. Burada büyük ölçüde ağır cezalık örgüt
suçları söz konusu. Ancak, bu 9 uncu maddenin üçüncü fıkrasında, “normal
cezaevlerinde gününü doldururken, eylem ve tutumları nedeniyle tehlikeli halde
bulunan ve özel gözetim ve denetim altında bulundurulmaları gerekli olduğu
saptananlar ile bu kurumlarda düzen ve disiplini bozanlar, iyileştirme tedbir,
araç ve usullerine ısrarla karşı koyanlar da bu yüksek güvenlikli kapalı ceza
infaz kurumlarına gönderilir...” Yani, burası, sadece terör suçlularına ait bir
yer olmaktan çıkıyor. Normal cezaevi şartlarında bir insan yaşarken “sen düzeni
ve disiplini bozdun, yüksek sesle türkü söyledin veya eğitim çalışmalarını
aksattın” gibi basit nedenlerle de olsa, bu insanları bu ceza infaz kurumlarına
göndermek olası. Buralar nasıl cezaevleri? Yine 9 uncu maddede tanımı yapılıyor
“1 veya 3 kişilik odalarda barındırıldıkları tesislerdir. Bu kurumlarda
bireysel veya grup halinde iyileştirme yöntemleri uygulanır” diyor.
Yine, bu sistemin nasıl uygulandığını 34 üncü maddede
görmekteyiz. 34 üncü maddede “kapalı ceza infaz kurumlarında oda ve koridor
kapıları kapalı tutulur, kapılar aşağıdaki hallerde açılır” denilerek birtakım
kıstasların dışında, 1 kişilik, 3 kişilik odaların kapısının kapalı tutulacağı,
bu insanların cezalarını buralarda çekeceği belirtiliyor.
Şimdi arkadaşlarımızın getirmiş olduğu bu teklifin 1 inci
maddesi işte bu Ceza İnfaz Kanununun 9 uncu maddesinin beşinci fıkrasını
düzenliyor. Beşinci fıkrada, hangi suçtan hükümle olursa olsun yüksek
güvenlikli kapalı ceza infaz kurumlarında cezasının üçte 1’ini bu kurumlarda
geçiren hükümlüler pişmanlık duyduklarında bu sürelerini iyi halle geçirdikleri
takdirde diğer ceza infaz kurumlarına geçebiliyorlardı; ancak, bu getirilen
düzenlemeyle bu üçte 1’lik, yani düşünebiliyor musunuz, diyelim ki 30 yıl
mahkumiyet aldı, önceki düzenleme “bunun 10 yılını tek kişilik veya 3 kişilik
odada geçirecek” diyor; ancak, bu da yeterli görülmüyor bu teklifte “müebbetle
ilgili cezalarda bu oran üçte 2’si olsun; yani, 30 yıllık bir cezanın 20 yılı
yüksek güvenlikli cezaevlerinde geçirilsin” deniyor.
Değerli arkadaşlar, bu karşımızdaki hükümlüler, hükümlü
de olsa bunlar insan. Kimse “benim başıma gelmez” demesin. Türkiye’de cezaevine
girmek, Allah kimseye vermesin; fakat, herkesin başına gelebilecek bir olay.
O nedenle, bu cezaları koyarken, bu cezaları buraya
getirirken, bu uygulamayı buraya getirirken, biraz insaflı davranmamız
gerekiyor, biraz vicdanı elden bırakmamız gerekiyor. Bu ülkenin, yıllarca, en
tanınmış edebiyatçıları, şairleri, ozanları, tanınmış politikacıları o cezaevlerinden
geldi geçti.
Faruk Hoca’nın bir sözü var:”Hükümlünün üzerindeki cilayı
kazırsanız altından insan çıkar” der. Yani, onlar da toplumun bireyleridir,
onlar da suçlarını çektikten sonra, cezaları infaz edildikten sonra, onlar da,
yine, aramıza katılacaktır, onlar da bizlerden birileri olacaktır, komşumuz
olacak veyahut da bir şekilde, onlarla ilişki içine gireceğiz. Bu nedenle,
onların ruh sağlıkları, onların beden sağlıkları bizim için önemli olmalı.
Yine, bu düzenlemelerden bir tanesi avukatlarla ilgili
özel düzenlemeler; yani, terör örgütü mensuplarının avukatlarıyla ilgili özel
düzenlemeler getiriyoruz. Değerli arkadaşlar, terör örgütü mensuplarının
avukatlarından bir kısmı avukatlık sınırlarını aşabilir, aşmıştır da. Ancak,
bunlarla ilgili birkaç tane, avukatlık mesleğinden birkaç kişi görevini kötüye
kullandı diye tüm avukatları töhmet altında bırakacak bir düzenlemeyi buraya
getirmemiz yerinde olmayacaktır; çünkü, biz, burada özel bir düzenleme
yapmıyoruz, Türkiye genelinde uygulanacak bir düzenleme getiriyoruz. Eğer, bir
avukat suç işlemişse, bir avukat görevini kötüye kullanmışsa, bir avukat terör
örgütüne yardım yapıyorsa, bununla ilgili soruşturma yapılır, bununla ilgili
gerekli izinler alınır Adalet Bakanlığından hakkında dava açılır; gerçekten
hakkında yeteri kadar kanıt elde edilmişse, çok rahatlıkla bunlarla ilgili ceza
verilir. Zaten, ben, yirmi yıllık avukatlık hayatımda, avukatlarla ilgili
soruşturma istemlerinden bir tanesinin Adalet Bakanlığından izin verilmeden
döndüğüne şahit olmadım. Tüm avukatlarla ilgili, hangisi olursa olsun, en basit
suçlardan da olsa, bir dilekçe verilse, Adalet Bakanlığı bunlarla ilgili hemen
izin verir, gönderir.
Değerli arkadaşlar, avukatlar, Avukatlık Kanununa göre
kamu hizmeti yaparlar; avukatların diğer serbest meslek erbaplarından farkları
vardır; avukatlar, yargının ayrılmaz bir parçasıdır, savunmanın bekasıdır
avukatlar; avukatlar olmadan toplum hayatının ne hale gelebileceğini
düşünemezsiniz bile. Yargı üç ayaklıdır; üç ayağından bir tanesini yok sayarsanız,
üç ayaktan bir tanesini üvey evlat gibi görürseniz, o ülkede yargı sistemini
oturtamazsınız. Bu nedenle, teröre bulaşmış birkaç avukat olabilir, teröre
bulaşmış birkaç savcı da olabilir, birkaç hâkim de olabilir, eczacı da
olabilir, doktor da olabilir; yani, o meslek erbabından birkaç kişi yanlış
yaptı diye o meslek erbabının çalışma şartlarını zorlaştırmak bize yarar
getirmez.
Kaldı ki, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6 ncı
maddesinde, adil yargılanma hakkından bahsedilir ve orada, insanların kendi
seçeceği savunmanları vasıtasıyla savunmalarının yapılacağı öngörülür. Eğer,
biz, bu düzenlemeyi bu şekilde getirirsek, yarın, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinde, ülkemizi çok zor durumlara sokarız, ülkemiz, çok büyük
tazminatlarla karşı karşıya gelir; yani, biz, artık, kapalı bir toplum değiliz,
uygar toplumlarla iç içeyiz. Bu nedenle, biz, kendi şartlarımız böyle, bizim
ülkemizin şartları bunu gerektiriyor, buna göre düzenleme yaparız diyemeyiz;
çünkü, demokrasinin, hukukun kuralları vardır. Biz, bize göre demokrasi, biz,
bize göre hukuk diyemeyiz; uygar ülkelerde hukuk nasıl işliyorsa, uygar
ülkelerde demokrasi nasıl işliyorsa, bizde de, aynı sistemin işlemesi gerekir.
Yine, bu teklifin çok önemli bir maddesi de, hükümlünün
cezaevinden çıkarılmasına ilişkin düzenleme. Hükümlü, mahkûm oluyor, cezaevine
koyuyorsunuz -tutuklu veya hükümlü, fark etmez- artık, o kişi, cezaevine
girdikten sonra, o kişinin kollukla, zabıtayla ilişkisi kesilmiştir; ancak, bu
düzenlemenin, bu teklifin 6 ncı maddesiyle, cezaevinde bulunan hükümlü, hâkim
ve savcının, cumhuriyet savcısının teklifi, hâkimin kararıyla, dört güne kadar,
onbeş günü geçmemek üzere çıkarılıp, kolluğa verilerek, hadi, gerekli yer
göstermeleri yapsın denebilecek. Değerli arkadaşlar, bununla ilgili düzenleme,
geçmişte, Terörle Mücadele Kanununda vardı; ancak, uygulamasında çok büyük
sıkıntılar yaşadık. Ben, yıllarca avukatlık yapan bir kişi olarak, bunun çok
büyük sakıncalarını gördüm. Cezaevinden mahkûm çıkarılır, kolluğa teslim
edilir; bunlar, genellikle, pişmanlık duyan, güya terör mensubu insanlar olur;
ancak, bunlar, suç makinesidir, bunlar, suça alışmıştır, bunları toplum içinde
bırakırsanız, bunların ne yapacağını bilemezsiniz. Nitekim, ben, avukatlık
yaşamımda, cezaevinden çıkarılıp götürülen, ancak, dışarıda işadamlarından
haraç isteyen, bu şekilde pişmanlıktan faydalanan insanlara şahit oldum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Kılıç, buyurun, konuşmanızı lütfen
tamamlayın efendim.
MUHARREM KILIÇ (Devamla) – Değerli arkadaşlar, bu
nedenle, uygulamaları yaparken, hukuk çerçevesinden çıkmamamız gerekiyor. Eğer
gerçekten yer göstermesi elzemse, bunu bizzat cumhuriyet savcısının yaptırması
gerekir. Zaten, cumhuriyet savcısı, adlî konularda, soruşturmanın,
kovuşturmanın amiridir; ancak, Ceza Muhakemesi Kanununun 250 nci maddesi
kapsamındaki suçlarda, biz, bu yetkiyi cumhuriyet savcısından alıp kolluğa
verdiğimiz zaman, işin içinden çıkılmaz durumlarla karşılaşabiliriz. Bu
nedenle, bu kabil düzenlemeler yanlıştır diye düşünüyorum.
Bu, her ne kadar teklif olarak da karşımıza gelse -başta
da belirttim- bu, özünde bir hükümet tasarrufudur. Hükümetin, bu tasarruflarda
bulunurken, biraz daha tartarak, düşünerek hareket etmesi gerekir. Bu
özensizlik bizi çok zor durumlara düşürecek; çünkü, yeteri kadar altyapısı
oluşmuyor. Komisyona gidiyoruz, bir yığın teklifle karşı karşıya geliyoruz,
Meclise geliyoruz bir yığın teklif... Bunların altyapısı oluşmamış, bunlar
akademisyenler tarafından yeteri kadar tartışılmamış, olayın uzmanları bunu yeteri
kadar incelememişler.
BAŞKAN – Sayın Kılıç, lütfen, son cümlenizi alıyorum.
MUHARREM KILIÇ (Devamla) – Bitiriyorum.
Değerli arkadaşlar, dünyanın hiçbir ülkesinde, böylesine
önemli yasalar, sadece milletvekilleri tarafından yapılmaz. Milletvekillerinin
görevi, böyle genel yasaları hazırlamak, bunları düzenlemek değildir; çünkü,
hepimizin başında kendi seçim bölgelerimizle ilgili sorunlar var, burada bir
yığın başka meşgalelerimiz var; bunlar dururken, bir de bu yasaları derli toplu
inceleyip, hazırlayıp, buraya getirmemiz mümkün değil. Kaldı ki, bunları
uluslararası düzeyde incelememiz gerekir, diğer ülkelerdeki örneklerini
görmemiz gerekir. Bunlar, bir milletvekilinin boyutunu aşan işler. Bu nedenle,
bunların bir bütünlük içinde, bir akademisyenler kurulu tarafından objektif
ölçülerle getirilip önümüze konulması gerekir; biz de, milletvekilleri grubu
olarak, bunun içinde birtakım bariz hatalar varsa onları gideririz ve bu
şekilde yeni bir yasa çıkmış olur diye düşünüyorum.
Ümit ediyorum ki, bundan sonra, Sayın Bakanımız, Sayın
Bakanlık, daha uzun vadeli -geçmişte bir AB süreci, AB takvimi deniliyordu,
artık o sıkışıklık da aşıldığına göre- biraz daha acele etmeden; çünkü, acele
edersek, o işi bir daha yapıyoruz; yani, acele ettiğimizden de bir yarar sağlamış
olmuyoruz.
Bu duygularla Yüce Heyete en derin saygılarımı sunuyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kılıç.
AK Parti Grubu adına, Artvin Milletvekili Sayın Orhan
Yıldız. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın Yıldız.
Süreniz 20 dakika.
AK PARTİ GRUBU ADINA ORHAN YILDIZ (Artvin) – Sayın
Başkan, çok değerli milletvekilleri; öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
902 sıra sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı
Hakkında Kanunda değişiklik yapan, Sayın Hasan Kara ve Sayın Zeyid Aslan’ın
sunmuş oldukları teklifle ilgili, AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum.
Konuşmamdan önce özellikle şunları belirtmek istiyorum
ki, ben, biraz evvel Sayın Muharrem Kılıç’ın burada söylemiş olduğu bazı
şeylere katılamıyorum. Özellikle, teklifin 1 inci maddesi. Bir kere, teklifin 1
inci maddesi, hükümlülerin aleyhine getirilen bir madde kesinlikle değildir.
Daha önce çıkardığımız yasanın 1 inci maddesi aynen şöyle, size okuyorum:
”Toplam cezasının 1/3’ünü bu maddede belirtilen yüksek güvenlikli, kapalı ceza
infaz kurumlarında geçirerek iyi hal gösteren hükümlüler, tutum ve
davranışlarına uygun diğer ceza ve infaz kurumlarına gönderilebilirler.”
Teklifin 1 inci maddesi bu.
Şimdi, burada bir tereddüt var; yani, bu madde, acaba,
süreli hapis cezasını mı içeriyor, yoksa müebbet veya ağırlaştırılmış müebbet
hapis cezalarına da uygulanabilir mi?
Arkadaşlar bu maddeye açıklık getirmişler; yani, yapılan
sadece bu. Ne yapılmış madde metninde “müebbet hapis cezasına mahkûm olanlar
ile yine aynı maddenin üçüncü fıkrasındaki –yani, eylem ve tutumlarıyla.. Daha
önce başka infaz kurumlarındayken, bu infaz kurumlarına- özel güvenlikli infaz
kurumlarına nakledilmiş olanlar da aynı imkândan istifade edebilirler”
denilmiş. Bunda ne yanlışlık var?! Eğer iyi halle geçiriyorlarsa cezalarının
üçte 1’ini, neticede onlar da diğer infaz kurumlarına nakledilebiliyor; bu,
imkân dahilinde olan bir şey. Onun için, burada aleyhe bir durum yok.
Ben, kısaca, getirilen düzenlemelerden de bahsetmek
istiyorum.
Teklifin 2 nci maddesi de, yine uygulamada yaşanan
birtakım sıkıntıları gidermek için getirilmiş. Örneğin, yasanın 23 üncü
maddesinin birinci fıkrasının (g) bendinde “gözlem merkezleri, hükümlüler
hakkında gözlem sonuçlarını kendi görüşleriyle birlikte Adalet Bakanlığına
gönderir” hükmü vardı. Getirilen bu düzenlemede, buna birtakım istisnalar
getiriliyor; çünkü, gerçekten, bütün raporların Adalet Bakanlığına
gönderilmesi, uygulamada birçok sıkıntılara yol açardı.
Getirilen maddenin içeriği ne; neticede şu deniliyor:
Eğer, aynı infaz kurumunda kalması gerekiyorsa veya aynı infaz kurumuna
bağlı –veya ona ait veya alt- başka
infaz kurumlarına nakledilmesi gerekiyorsa, o zaman Adalet Bakanlığına
gitmesine gerek yok, cumhuriyet başsavcılığı bu konuda karar verebiliyor. Yani,
daha alt derecede infaz kurumlarına... yani, hükümlünün lehine olan bir
uygulama bu; infaz kurumlarına gönderilebiliyor, bu da, hükümlünün lehine olan
bir düzenleme.
Yine, teklifin 3 üncü maddesinde, kamu hizmetlerinde,
biliyorsunuz, hükümlüler, 1 yıl süresini iyi halle geçirdikleri zaman, kurum
içi hizmetlerde çalıştırılabiliyorlardı. Bu maddede yapılan değişiklikle de, bu
1 yıllık süre kaldırılmış oluyor. Yani, bu da yine hükümlülerin lehine bir
düzenleme; çünkü, genelde zaten, hükümlülerin topluma kazandırılması,
entegrasyonu, meslek edinmesi için getirilen bir düzenleme; yani, infazın
amacına uygun bir düzenleme.
Yine, 4 üncü maddede, özellikle bu infaz kurumlarının üst
amirleri, sadece uyarma cezası verebiliyorlardı, bir de, bazı etkinliklerden
alıkoyma cezası veriyorlardı. Bu düzenlemeyle de, kınama cezası verilmesine
imkân tanınmıştır.
Yine, 5 inci madde, özellikle sayın meslektaşımızın
eleştirdiği, avukatlarla veya noterlerle görüşmeyi düzenleyen bir madde. Şimdi,
bu madde de bir zaruretten doğmuştur. Ha, şunu da söylemek lazım: Yani, bu,
sadece bizim hukukumuzda olan bir şey de değil; yani, özellikle bizim örnek
aldığımız, diğer, Avrupa hukukunda, Amerikan hukukunda da bu düzenleme var.
Ayrıca, uluslararası sözleşmelere de bu düzenleme aykırı madde değil. Şimdi,
sayın meslektaşımız diyor ki “birkaç avukatın suç işlemesi...” Yani, zaten suçu
herkes işlemez ki; azınlıkta olan insanlar işler. Yani, bu düzenlemeler... Bazı
kanun hükümleri vardır ki, ceza hükümleri vardır ki, belki hiç uygulanmamıştır,
bazıları belki birkaç istisnaî olaya uygulanmıştır; ama, az uygulanmıştır diye,
o konuda bir yasal düzenleme getirilmeyecek midir?! Yani, bu konudaki
sıkıntıları hepimiz biliyoruz arkadaşlar. Özellikle, maalesef -Sayın CHP Grup
sözcüsü de bunu açıkladı- bazı terör örgütlerinin içerideki elebaşıları ile
örgüt mensupları arasındaki irtibatı kuran -maalesef diyorum; çünkü, ben de
avukatım- meslek mensupları olmuştur, olacaktır da.
Bu nedenle, özellik arz eden suçlarda bu tip
düzenlemelerin getirilmesi son derece faydalıdır; yani, bunu, dediğim gibi,
eleştirmek bence yanlış. Kaldı ki, getirilen düzenlemeyle de çok sıkı şartlara
tabi tutuluyor, çok sıkı şartlara. Bir kere, özellikle suçlar sınırlanıyor;
yani, her türlü suçlarda bu maddenin uygulanması mümkün değil. Hangi suçlar
değerlendirmeye tabi tutulmuş; Türk Ceza Kanununun 220 nci maddesi, yani, suç
işlemek maksadıyla örgüt kurma; yine, Türk Ceza Kanununun ikinci kitabın
dördüncü kısım dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan devlet güvenliğine
karşı işlenen suçlar, anayasal düzene ve düzenin işlemesine karşı işlenen
suçlar. Yani, bu suçlardan hüküm giymesi gerekiyor hükümlünün. Görüldüğü gibi,
sınır son derece dar tutulmuştur.
Yine, sadece bu da yeterli değil; yani, avukatların
özellikle hükümlülerle görüşmelerinin incelenmesi için veya bir görevlinin
bulunabilmesi için sadece bu da yeterli değil. Yine, başka koşullar da var;
bunlar da şu: Hükümlünün özellikle infaz sırasında suç teşkil eden fiilleri
işlemesi, infaz kurumunun güvenliğini tehlikeye düşürmesi, terör örgütü veya
diğer suç örgütleri mensuplarının örgütsel amaçlı haberleşmelerine aracılık
ettiğine ilişkin bulgu ve belge elde edilmesi; yani, böyle, bulgu ve belge elde
edilmesi durumu söz konusu değilse bu madde yine uygulanmayacak, yani, bu
istisnaî hüküm yine uygulanmayacak.
Görüldüğü gibi, yani, esasa burada dokunulmamış. Esas
nedir; özellikle avukatların savunmaya ilişkin belgeleri, dosyaları ve
müvekkilleriyle yaptıkları konuşmaların kayıtları incelemeye tabi tutulamaz
diyoruz; yani, bu genel ilkeye, burada, aslında aykırı bir düzenleme söz konusu
değil. Bir diğer üçüncü şart söz konusu burada. O da, cumhuriyet savcısının
teklifi ve infaz hâkiminin onayı gerekiyor; yani, bu da son derece önemli.
Örneğin, İngiliz hukukunda öyle bir düzenlemeye gerek görülmemiş; sadece, infaz
kurumunun müdürünün yetkisine bırakılmış bu. Bizde ise, hâkim güvencesine
bağlanıyor ve ayrıca da, verilen; yani, hâkimin vermiş olduğu bu karar da yine
itiraza tabi bir karar; yani, bu karara karşı da itiraz edilebiliyor. Görüldüğü
gibi, çok sıkı kayıtlara tabi tutulmuş ki, yani, buna da, bence, karşı çıkmamak
lazım özellikle yaşadığımız olaylardan sonra.
Yine, yasanın 32 nci maddesine de bir
fıkra eklenmiş. Buna göre, Ceza Usulü Yasasının 250 nci maddesinin birinci
fıkrasında yer alan suçlarla ilgili olarak alınan bilgilerin doğrulanması için
zorunlu görülen hallerde tutuklu ya da hükümlü o bilgilerin doğrulanması
amacıyla infaz kurumundan alınabilme imkânı getirilmiş; ama, burada, bu da aynı
şekilde belli kayıtlara tabi tutulmuş. Bir kere, öncelikle, hükümlünün
rızasının olması lazım. Eğer hükümlü rıza göstermezse, o zaman hükümlü infaz
kurumundan alınamıyor. Bir diğer şart da, bu, her defasında dört günü aşamıyor
ve hiçbir suretle de onbeş günü geçemiyor. Görüldüğü gibi, burada da çok sıkı
kayıtlar konulmuştur. Bu da, tabiî ki, gerekli bir düzenleme; çünkü, netice
itibariyle, hükümlünün veya tutuklunun, daha önce vermiş olduğu bilgilerin
doğrulanması gerekebilir; ama, dediğim gibi, burada esas olan husus yasalara
uygun olmaktır, uygun davranmaktır; yani, birtakım yasadışı olaylar oluyor diye
yapılması gereken bir düzenlemenin olmaması, yapılmaması bizce yanlış olur.
Biraz evvel sayın meslektaşım da bahsetti; yani, özellikle yanlış istisnalardan
kaynaklanarak olması gereken bir düzenlemeyi yapmamanın bizce bir mantığı
olamaz.
Yine, 5275 sayılı Yasanın 106 ncı
maddesinin dördüncü fıkrası değiştiriliyor. Bu madde de, yine, çocuklarla
ilgili, yani çocuk hükümlülerle ilgili olan bir madde. Bu maddede açıklık
getiriliyor. Özellikle adlî para cezası, biliyorsunuz, ödenmediği takdirde
hapis cezasına çevrilir; ama, burada çocuklarla ilgili bir istisnaî hüküm söz
konusudur. O da, adlî para cezasına mahkûm olan bir çocuk hükümlü eğer parayı
ödemezse, yani cezasını ödemezse, onun bu para cezası hapse çevrilmeyecektir.
Son olarak değişiklik yapılan 110 uncu maddesinin ikinci
fıkrası da, yine uygulamada ortaya çıkabilecek birtakım gecikmeleri veya
aksaklıkları önlemeye yöneliktir. Bu maddeyle, özellikle kadınlar ve 65 yaşını
bitiren hükümlülerin mahkûm oldukları ceza altı ay veya altı aydan daha az
süreli ise, o zaman konutunda çektirebilmelerine yasal olarak bir imkân
getirilmiştir; fakat, bu kararı kimin vereceği, kim tarafından verilmesi
gerektiği yasada düzenlenmemiştir. Bu maddeye açıklık getirilmiştir ve
getirilen düzenlemeyle bu kararın, yani karar verme yetkisinin, hükmü veren
mahkemeye ya da eğer hükümlü başka yerde bulunuyorsa, hükümlünün bulunduğu
yerdeki aynı derece mahkemesine ait olduğu hükmü getirilmiştir. Bu da son
derece olumlu bir düzenlemedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kısaca,
görüşülmekte olan kanun teklifi üzerinde bilgi vermeye çalıştım; bu vesileyle
hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Yıldız.
Madde üzerinde şahısları adına söz istekleri var.
İstanbul Milletvekili Sayın Mustafa Ataş?..
İstanbul Milletvekili Sayın Ünal Kacır; buyurun.
Süreniz 10 dakika.
ÜNAL KACIR (İstanbul)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Kilis Milletvekili Hasan Kara ile
Tokat Milletvekili Zeyid Aslan’ın; Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı
Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi üzerinde şahsım
adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
13.12.2004 tarihli ve
5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun, 29.12.2004
tarihli ve 25685 sayılı Resmî Gazetede yayımlanmış olup, 1.6.2005 tarihinde
yürürlüğe girecektir; ancak, söz konusu kanunun uygulamasına başlandığında
ortaya çıkabilecek muhtemel aksaklık ve eksiklikler tespit edilmiş ve bunları
gidermek amacıyla birkısım maddelerde değişiklik yapılması zorunlu görülmüştür.
Bu nedenle, bu tasarı hazırlanmış ve huzurlarınıza getirilmiştir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; hukukumuzun önemli bir kısmını oluşturan Türk Ceza Kanununda
ve Ceza Muhakemeleri Kanununda da bugünlerde olabilecek, uygulamada olabilecek
aksaklıkları gidermek amacıyla ve bazı maddelere açıklık getirilmesi maksadıyla
değişiklikler huzurunuza getirilmektedir. Bu problemler, ileride yaşanmasın
diye, şimdiden tespit edilmiş ve çözüm yoluna gidilmektedir. Tabiî, böyle
100’lerce maddelik yasalarda yapılan değişikliklerde daha ileride de
değiştirilmesi gereken hususlar mutlaka olacaktır. Bu hususları da mutlaka
gözönünde bulundurup, gerekli değişiklikleri yapmamız gerekiyor.
Kanunun hayırlı
uğurlu olmasını diliyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Kacır.
Şahsı adına Malatya Milletvekili Sayın Muharrem Kılıç.
MUHARREM KILIÇ (Malatya) – Konuşmayacağım.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, teklifin tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır. Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunacağım; ancak,
bir yoklama talebi vardır; talep eden sayın milletvekillerimizin Genel Kurulda
olup olmadıklarını tespit edeceğim önce.
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 902 sıra sayılı kanun tasarısının
oylamasına geçilmeden önce İçtüzüğün 57 nci maddesi gereğince yoklama
yapılmasını arz ederiz.
Atila Emek?.. Burada.
Osman Kaptan?.. Burada.
Kerim Özkan?.. Burada.
Orhan Sür?.. Burada.
Mehmet Ali Özpolat?.. Burada.
Feridun Ayvazoğlu?.. Burada.
Mehmet Küçükaşık?.. Burada.
Muharrem Kılıç?.. Burada.
Ahmet Küçük?.. Burada.
Mustafa Özyürek?.. Burada.
Tuncay Ercenk?.. Burada.
Hüseyin Ekmekcioğlu?.. Burada.
Şevket Arz?.. Burada.
Osman Özcan?.. Burada.
Orhan Ziya Diren?.. Burada.
Ensar Öğüt?.. Burada.
Rasim Çakır?.. Burada.
Ali Rıza Gülçiçek?.. Burada.
Mehmet Ali Arıkan?.. Burada.
Ali Topuz?.. Burada.
Sayın milletvekilleri, yoklama için 5 dakika süre
veriyorum.
Adlarını okuduğum sayın üyelerin yoklama için elektronik
cihaza girmemelerini de ayrıca rica ediyorum ve yoklamayı başlatıyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayısı
vardır.
Kilis
Milletvekili Hasan Kara ile Tokat Milletvekili Zeyid Aslan’ın; Ceza ve Güvenlik
Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi
ve Adalet Komisyonu Raporu (2/451) (S. Sayısı: 902) (Devam)
BAŞKAN – Teklifin maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
1 inci maddeyi okutuyorum:
CEZA VE GÜVENLİK TEDBİRLERİNİN İNFAZI HAKKINDA KANUNDA DEĞİŞİKLİK
YAPILMASINA DAİR KANUN TEKLİFİ
MADDE
1. - 13.12.2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı
Hakkında Kanunun 9 uncu maddesinin beşinci fıkrası aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
"(5)
Müebbet hapis cezasına hükümlülerden, 107 nci maddede belirtilen koşullu
salıverilme süresinin üçte ikisini, süreli hapis cezasına hükümlülerden toplam
cezalarının üçte birini, üçüncü fıkrada belirtilen hükümlülerden geriye kalan
toplam cezalarının üçte birini bu kurumlarda geçirerek iyi hâl gösterenlerin,
tutum ve kişiliklerine uygun diğer ceza infaz kurumlarına gönderilmelerine
karar verilebilir."
BAŞKAN – Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına, Çorum Milletvekili Sayın Feridun Ayvazoğlu; buyurun.
Süreniz 10 dakika.
FERİDUN AYVAZOĞLU (Çorum) – Şahsım adına da söz isteğim
var Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sizden önce talepler var; olmasaydı, süreyi
birleştirirdim.
CHP GRUBU ADINA FERİDUN AYVAZOĞLU (Çorum) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; bir kanun değişikliği teklifiyle karşı karşıyayız. 902
sıra sayılı kanun değişikliği teklifinin özüne ve adına bakıldığında, kısaca,
Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun şeklinde yer alıyor.
Bu tür bir değişiklik neden bir teklif olarak geldi,
getirildi; tabiî, bunu, konunun ilgilisi olan Sayın Bakanlığın ne şekilde
gönderdiği, nasıl Yüce Meclisin huzuruna getirildiği, komisyonda ne şekilde
görüşüldüğü, bugüne kadar, komisyonda çalışan arkadaşlarımız tarafından
değerlendirildi, yerine göre komisyona katılan bakanlık görevlileri tarafından
değerlendirildi, Sayın Bakanımız tarafından değerlendirildi ve çeşitli
redaksiyonlar da yapılarak, Yüce Meclisin huzuruna getirilmiş oldu.
Bildiğimiz gibi, Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı
Hakkında Kanun, Ceza Kanunu ve devam eden seri kanunlar dizisindeki diğer
kanunlar gibi 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe girecek olan bir Kanun. Daha
önce, bu Kanunun yerine, halen yürürlükte bulunan, 647 sayılı, 1965 yılından
beri uygulana gelen Cezaların İnfazı Hakkında Kanunumuz vardı. Şimdi, elbette,
647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanunun mahiyetine ve kapsadığı alana
bakıldığında, çok geniş ve karışıklık içerisinde, girift bir kanun olduğu,
infazdan tutunuz cezaların adının, şeklinin, kısa sürelidir, uzun sürelidir,
müebbettir, idamdır, hepsinin, karmakarışık bir kanun şeklinde olduğunu da,
burada, Yüce Meclise söylemekte fayda var diye düşünüyorum.
Elbette, bu Kanundaki değişikliklerin, yapılması gereken
esaslı bir kanunla Meclis gündemine getirilmesinin ve bunu kamuoyuyla
paylaşmanın da bizlere düşen bir görev olduğunu, her zaman, her yerde
söylüyoruz.
Bu kanun teklifinin 1 inci maddesinin özüne bakıldığında,
şu şekilde bir değişiklik getirilmektedir: Benden önceki arkadaşlarımız da
kısmen değindiler; bu değişiklik teklifinin 1 inci maddesinde, 5275 sayılı -yani 1 Haziranda yürürlüğe girecek olan-
Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 9 uncu maddesinin
beşinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir” deniliyor. 9 uncu maddenin
beşinci fıkrasına bakıldığında, gerçekten, bir eksikliği bu şekilde
giderebilmenin yolunu da Yüce Meclise sunmanın bir görev olduğunu düşünüyorum.
Şöyle ki: “Toplam cezalarının” şeklinde başlayan bu fıkra “diğer ceza infaz
kurumlarına gönderilmelerine karar verilebilir” şeklinde bitiyor; ancak,
burada, müebbet hapis cezasına hükümlülerin ne şekilde diğer ceza ve infaz
kurumlarına gönderilmelerine karar verilir şeklindeki soru boşlukta kalıyordu,
bu şu şekilde düzeltilmiş oluyor: “Müebbet hapis cezasına hükümlülerden, 107
nci maddede belirtilen koşullu salıverilme süresinin üçte ikisini -yani,
müebbet hapis cezasındaki süre 24 yıldı, 24 yılın üçte ikisini- süreli hapis
cezasına hükümlülerden toplam cezalarının üçte birini ve üçüncü fıkrada
belirtilen hükümlülerden geriye kalan toplam cezalarının üçte birini bu
kurumlarda geçirerek iyi hal gösterenlerin, tutum ve kişiliklerine uygun diğer
ceza ve infaz kurumlarına gönderilmelerine karar verilebilir” şeklinde bir
değişiklikle karşı karşıyayız.
Öncelikle, gerçekten, değiştirilecek bu maddenin bu
fıkrasının mahkûmlar lehine olduğunu da burada söylemenin bizlere düşen bir
görev olduğunu belirtmek istiyoruz. Elbette, bizlerin amacı, Meclisin amacı,
yasaları yapanların amacı, öncelikle cezaların caydırıcılığı, daha sonra hem
caydırıcılık ve hem de ıslah edici bir kanun yapma tekniğini Mecliste sizlerle
görüşüp kamuoyuyla paylaşmaktır. Bu doğrultuda olmak üzere, infaz kanununun
gerçekten çok önem taşıdığı... Ceza kanunlarında belirtilen ceza miktarları
olsun, cezaların çeşidi olsun, bunlar caydırıcılık taşıyabilir; ancak, infaz
kanunlarının temeline bakıldığında, iki sebebi gerçekleştirebileceği ortadadır.
Birincisi, hem caydırıcılık hem de ıslah edici mahiyet taşımasından
kaynaklanmaktadır; o açıdan, infaz sisteminin gerçekten çok önem taşıdığını
burada vurgulamak istiyorum. Diğer bir kuralımız, cezaların
şahsiliği prensibinden hareketle, bu prensibe paralel olarak da infazın da
şahsiliği prensibinin esas olduğu, kanunlarımızda yer almaktadır. Yani, nasıl
ki bir suçu işleyen kişi, ancak, o suçun karşılığında kendisi ceza görebilir
ise, yine, almış olduğu cezanın infaz edilebilmesi için de, vekâleten “git de
kardeşim, sen benim yerime yat” olayı olmadığı şeklinde kaba tarif ve tabir
edersek, infazda da, cezaların şahsiliği prensibine uygun bir şekilde prensip,
vazgeçilmez bir prensiptir.
O
doğrultuda olmak üzere, biz, gerçekten, kişiye özgü, suçlunun kişiliğine sıkı
sıkıya bağlı bu sorumluluğun, infaz sistemiyle belirli bir disipline altına
alınmasında, hem mahkûmlara verilebilecek cezaların caydırıcılığı hem de
mahkûmları topluma kazandırmanın, insanlık temelinden hareketle bunları topluma
kazandırmanın bir görevinin de, yine, infaz sistemiyle olabileceğini burada
vurgulamak, yine bizlere düşen ayrı bir görevdir değerli arkadaşlarım.
Biz,
sadece, şimdiye kadar belirtmiş olduğumuz ve bizden önceki olsun, daha önceki
konuşmacı arkadaşlarımız, milletvekillerimiz olsun, Adalet Komisyonunda, alt
komisyonda ve akademisyenlerden alınan görüşler doğrultusunda, bunların
uygulayıcıları olarak almış olduğumuz görüşleri de hep birlikte
değerlendirdiğimizde, elbette, bizler, Meclis olarak, komisyon olarak mükemmel,
dört dörtlük bir yasa yaptığımızı iddia edemeyiz.
Bunların
temeline bir bakıldığında, hızlı bir süreç içerisinde, bu yasaların, seri ve
dizi film şeklinde yapılır gibi bir hız kazandığını görüyoruz ve temelinde,
Avrupa Birliğine yetiştirme yatmaktadır. Maalesef, Avrupa Birliğine yetiştirme
uğruna, hepimizin ve önümüzdeki günlerde de az önce Sayın Başkanlık Divanının
okumuş olduğu cumartesi de dahil
çalışma programının buradaki milletvekillerinin sağlıklı bir biçimde ne şekilde
görev yapıp yapamayacağını Yüce Meclisin ve kamuoyunun takdirlerine sunmayı da
ayrı bir görev biliyorum.
Değerli arkadaşlar, elbette, İnfaz Kanununda yapılmak
istenen değişikliklerin onlarca madde şeklinde huzurumuza gelmesiyle, keşke, bu
infaz sistemimiz arzu ettiğimiz gibi olabilse, hiç olmazsa, oran olarak
bakıldığında, yarıdan daha fazla infaz sisteminin mükemmeliyetini konuşabilsek
ve uygulama olarak da 1 Hazirandan sonra bunu görebilsek. Gerek mahkûmlar
yönünden gerekse cezaevinde bulunan, bulunacak olan tutuklular yönünden
insanlık temelinden hareketle hem caydırıcılık açısından hem de ıslah edicilik,
ıslah etmek açısından bunu yerine
getirebilsek, bizler yaptık diyebilsek; ama, bunu dediğimizde kendi kendimizi
kandırmayı da, bizler, artık kendimize bir görevmiş gibi kabul etmeyelim. Bunu
söylerken, elbette, bu kanunun yapımında emeği geçen bütün arkadaşlarımızın
gerçekten takdire şayan iyi niyetli çalışmalarını da gözardı etmek
insafsızlığını...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Ayvazoğlu, lütfen, toparlayın.
FERİDUN AYVAZOĞLU (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan.
O nedenle, İnfaz Kanununda yapılmak istenen değişikliğin
birincisi, teklifi getiren arkadaşlarımız tarafından Mecliste sonuna kadar
savunulabilmesi gereken ve açıkça buraya çıkıp savunmaları gereken bir yasa
teklifi olmasını yürekten arzu ederiz. Elbette, bunun yanı başında hükümetimiz
ve Bakanlığımız vardır; bunu kabul ediyoruz; ama, Bakanlığın
milletvekilleriyle, milletvekillerinin Bakanlıkla arasındaki bu örtüşmeyi ve
uzlaşmayı Meclisin kürsüsünde de görmek isteriz. Bu teklifin ne şekilde
kamuoyuyla paylaşıldığını kamuoyu da bizlerden böylece görmek istiyor. O
doğrultuda olmak üzere, bundan sonra yapılacak olan, yapılması gereken kanun
değişikliklerinin, lütfen, hükümet tasarısı olarak getirilmesinde bizlere düşen
büyük görev vardır, kamuoyuna vermemiz gereken büyük görev sorumluluğu vardır;
çünkü, bu kanunları, değişiklikleri kamuoyuyla paylaşabildiğimiz ölçüde,
kamuoyuna doğru bilgiler verebildiğimiz ölçüde kanunların yaşama şansı vardır;
kamuoyu da bu kanunlar çerçevesinde huzurlu bir ortamda yaşama olanağı
bulacaktır diyorum. Bu teklifin ve bundan sonra gelebilecek, teklif değil,
tasarıların daha etraflı bir şekilde, daha bilimsel bir şekilde çalışma ürünü
olarak Yüce Meclisin huzuruna getirilmesini bekliyoruz. Aynı çalışma inanıyoruz
ki kamuoyu tarafından da bekleniyor ve isteniyor.
Bu duygu ve düşüncelerle Yüce Meclisi saygıyla, sevgiyle
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Ayvazoğlu.
Madde üzerinde şahısları adına söz isteği var.
İstanbul Milletvekili Sayın Mustafa Ataş?.. Yok.
İstanbul Milletvekili Sayın Ünal Kacır...
Sayın Kacır, süreniz 5 dakika.
Buyurun.
ÜNAL KACIR (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında
Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin 1 inci maddesi üzerinde
şahsım adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik
Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 9 uncu maddesinin 5 inci fıkrası aynen şu
şekilde idi: “Toplam cezasının üçte birini bu kurumlarda geçirerek iyi hal
gösteren hükümlülerin tutum ve kişiliklerine uygun diğer ceza infaz kurumlarına
gönderilmelerine karar verilebilir.” Bu şekildeyken, yani süreli ceza almış hükümlülerle
müebbet hapis veya ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası almış olan hükümlülerin
hepsi aynı kategoride mi değerlendirilecek sorusunun cevabı burada açık
değilken getirilen bu teklifte bu hususa açıklık getirilmekte.
Dikkatinizi çekmek istiyorum; ağırlaştırılmış müebbet
hapis cezasına herhangi bir şey getirilmemekte; ama “müebbet hapis cezasına
hükümlülerden, 107 nci maddede belirtilen koşullu salıverme süresinin üçte
2’sini, süreli hapis cezasına hükümlülerden, toplam cezalarının üçte 1’ini, üçüncü
fıkrada belirtilen hükümlülerden, geriye kalan toplam cezalarının üçte 1’ini bu
kurumlarda geçirerek iyi hal gösterenlerin tutum ve kişiliklerine uygun diğer
ceza infaz kurumlarına gönderilmelerine karar verilebilir” şeklinde değişiklik
yapılmış, maddeye açıklık getirilmiştir.
Hayırlı olsun diyorum; hepinizi saygıyla sevgiyle
selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Kacır.
Madde üzerinde, şahsı adına, Çorum Milletvekili Sayın
Feridun Ayvazoğlu; buyurun.
FERİDUN AYVAZOĞLU (Çorum) – Vazgeçiyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
1 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
2 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE
2.- 5275 sayılı Kanunun 23 üncü maddesinin birinci fıkrasının (g) bendine
aşağıdaki cümle eklenmiş ve üçüncü fıkrasının ikinci cümlesi madde metninden
çıkartılmıştır.
"Ancak,
yapılan gözlem ve sınıflandırma sonunda idare ve gözlem kurulunca aynı ceza infaz
kurumunda veya o yer Cumhuriyet başsavcılığına bağlı diğer ceza infaz
kurumlarında kalması uygun bulunan hükümlülerin dosyaları Bakanlığa gönderilmez
ve cezalarının infazına bulundukları veya Cumhuriyet başsavcılığınca
gönderilecekleri bağlı ceza infaz kurumlarında devam olunur."
BAŞKAN – Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına Bursa Milletvekili Sayın Mehmet Küçükaşık; buyurun.
Süreniz 10 dakika.
CHP GRUBU ADINA MEHMET KÜÇÜKAŞIK (Bursa) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 902 sayılı yasanın 2 nci maddesi
hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım; tümünüzü
sevgi ve saygılarımla selamlarım.
2 nci maddeyle, 23 üncü maddenin birinci fıkrasının (g)
bendi ve 3 üncü maddesinin son cümlesi değişikliğe uğruyor. 23 üncü madde, esas
olarak, hükümlülerin gözlem ve sınıflandırılmasını düzenliyor.
Ceza İnfaz Kanunundaki bu değişikliklerden birincisi, 23
üncü madde öncelikle şunu düzenlemiştir; bir, hükümlülerin kişisel özellikleri,
bedensel, aklî ve sağlık durumları, suç işlemeden önceki yaşamları, sosyal
çevre ve ilişkileri, sanat ve meslek faaliyetleri, ahlakî eğilimleri, suça
bakış açıları, hükümlülük süreleri ve suç türleri belirlenerek durumlarına
uygun infaz kurumlarına ayrılmaları ve bunlara göre saptanacak infaz ve
iyileştirme programının uygulanması öngörülüyor.
İkinci olarak, hükümlülerin, işledikleri suç tiplerine,
gösterdikleri eğilimlere, tutum ve davranışları nedeniyle sıkı gözetim ve
denetim altında bulunup bulunmadıklarına göre de birincisi yüksek güvenlikli
ceza ve infaz kurumlarına, ikincisi normal güvenlikli ceza ve infaz kurumlarına
ve açık ceza infaz kurumlarına gönderilmesine karar verilebilecektir.
Bu gözlem nasıl yapılacak? Gözlem, inceleme ve
değerlendirme yöntemiyle çalışan gözlem ve sınıflandırma merkezlerinde veya
kapalı ceza ve infaz kurumlarının bu hizmete ayrılan bölümlerinde yapılması
öngörülmüş. Yine, gözlem, bu konudaki uzman kişiler tarafından
yapılabilecektir.
Kadın, çocuk ve genç hükümlüler için de ayrıca bir
istisna getirilmiş bulunulmaktadır. Gözlem, gözlem kurulunca tek kişilik
odalarda ya da bulunmaması durumunda tahsis edilmiş özel odalarda
yapılabilecektir ve gözlem süresi her halukârda da altmış günü aşamayacaktır.
Bu 23 üncü maddenin komisyon görüşmeleri esnasında en
fazla tartışılan konulardan bir tanesi, gözlem altında tutulacak kişinin tek
başına tek kişilik odalarda ya da özel tahsis edilmiş yerlerde yapılıp
yapılmayacağı konusuna odaklanmıştı. Bu, bir anlamda, bugün için uygulamada
gördüğümüz tecridin aynen devam edip etmeyeceği, bir kişinin tek başına bir
hücrede 60 gün süreyle gözetim altında bulunup bulunamayacağı ve bu durumun,
tek kişilik hücrede 60 gün kalmanın insanda psikolojik olarak birçok çöküntüye
yol açıp açmayacağı tartışıldı. Bu konularda 60 günün azamî süre olduğu, bundan
çok daha az bir süre içerisinde kişinin ahlakî durumu, gözlem durumu, sınıfı,
iyileştirme programına ne kadar uyum gösterebileceği sürekli tartışıldı; fakat,
getirilen değişiklikte, gerçekten de tek kişilik kapalı bir hücrede tecrit
edilmiş bir kişinin bu gözleme ne kadar uyum göstereceği konusu, bizce en fazla
değişiklik getirilmesi gereken husus olmasına rağmen, ne yazık ki, bu konu
gündeme getirilmedi.
Burada, 23 üncü maddenin (g) bendine göre, gözlem
sonucunda tüm bulgu ve görüşlerin düzenlenerek dosyanın Adalet Bakanlığına
gönderilmesi ve Adalet Bakanlığı tarafından da hükümlünün gönderileceği infaz
kurumunun belirlenmesi gerekiyordu. Şimdi, (g) bendinde yaptığımız
değişiklikle, Adalet Bakanlığına vermiş olduğumuz bu geniş yetkiye bir istisna
getirerek, gözlem ve sınıflandırma sonunda idare ve gözlem kurulunca aynı ceza
ve infaz kurumunda veya o yer cumhuriyet başsavcılığına bağlı diğer ceza infaz
kurumlarında kalması uygun bulunan hükümlülerin dosyalarının Bakanlığa
gönderilmeyeceği ve cezaların infazına bulundukları veya cumhuriyet
başsavcılığında gönderilecekleri bağlı ceza infaz kurumlarında devam edilir
hükmünü ekliyoruz. Yine, komisyon görüşmeleri esnasında tüm dosyaların Adalet
Bakanlığında toplanılması çok tartışılmıştı; tüm dosyalar Adalet Bakanlığına
gönderilmesin... Birçok arkadaşımızca, gerek AKP’li gerek CHP’li
arkadaşlarımızca, Adalet Bakanlığı yetkileri kendisinde toplayacağına bunların
infaz hâkimi tarafından yapılması da önerilmişti. O konuda, Sayın Bakanımızın
ilginç bir cevabı var; tartışmalarda “Adalet Bakanlığına niye bu kadar dosya
geliyor; bu, çok masumane bir bürokrasi, keşke bütün bürokrasi böyle oluverse.
Diyelim ki, Malatya’daki infaz hâkimi, Türkiye’de hangi cezaevinde, o gün için,
o saat itibariyle ne kapasite var, o suçluyu hangi cezaevine konulacağını bilme
imkânına sahip değildir. Biz, her gün, cezaevlerimizde ne kadar hükümlü var, ne
kadar tutuklu var günü gününe takip ediyoruz; bu, bunların yerleştirilmeleri,
kapasiteleri açısından önem arz ediyor” diyordu. Ne zaman: 2004 yılı kasım
ayında. Ne zaman: Bu yasa, henüz, daha 1 Haziranda yürürlüğe girecek; yani,
yasa yürürlüğe girmeden önce. Şimdi, kasım ayından beri, bu altı ay içerisinde,
acaba, bütün cumhuriyet başsavcılıklarımızın tümünü bilgisayar sistemiyle mi
donattık da, artık, hangi cezaevimizde, kimin, ne kadar fazla boşluk var, hangi
mahkûm ne zaman tahliye olacak, hangi cezaevinde daha fazla iyileştirme
programlarını nasıl uygulayacağız diye bunu mu hesap edeceğiz? Bir şey
değişmediği kanısındayım şimdiye kadar. Sizin, altı ay önce söylediğiniz bir
sözdü.
İkincisi, yine, devam ediyorsunuz: “Mesela, bulunduğu
yerdeki cezaevi olduğundan çok daha fazla doludur; onu alıp, gelişigüzel bir
başka yere göndermek yerine, yine, ailesinin, yakınlarının gelişini gidişini
hesap ederek, daha uygun bir cezaevine koyabilme adına; yani, bu hüküm, hükümlü
lehine konulmuş olan bir düzenlemedir; meseleyi böyle anlarsak daha iyi olur”
diyorsunuz. Pekâla, yine, aynı şekilde, bu soruyu tersinden sormaya kalkarsak,
şahıs, kendi memleketinin, ailesinin olmadığı bir yerde bir suç işledi ve o
infaz kurumunda yatıyor ve o infaz kurumundaki cezasını, bağlı cumhuriyet
savcılığının diğer infaz kurumlarında çekeceği zaman, o zaman, biz, bunu, yine,
ailesiyle görüşebilmesine nasıl olanak tanıyacağız o zaman? Yani, iki beyanı
arasında da, gerçekten de, büyük bir çelişkiyle karşı karşıya kalıyoruz.
Hangisi doğru olacak burada? Yani, Adalet Bakanlığının, elbette, Adalet
Bakanlığının, bütün yetkilerini ele almaması, bunu, mahallî cumhuriyet
başsavcılıklarına devretmesi gayet doğru bir olay; ama, yine de, dosyalar, eğer
ilçeler ve illerdeki cumhuriyet savcılarında veya aynı neviden cezaevi olmadığı
zaman bir yetki karmaşasına acaba neden olacak mı, olmayacak mı; benim, en
büyük temel sorunlarımdan bir tanesi bu Sayın Bakanım. Yani, bir ilçede, aynı
tip ceza ve infaz evi yoksa, o il cumhuriyet başsavcılığının sınırları
içerisinde olsa dahi, o cezaevlerine nakiller konusunda ve Adalet Bakanlığının
yetki konusunda, yerel cumhuriyet başsavcılarıyla ilgili bir yetki ihtilafı
olup olmayacağı ve bu konuda yasada bir netlik olmadığı kanısındayım. Bu konuda
bir cevabın verilmesini, gerçekten de, samimî olarak arzu ediyorum.
Yine, maddede getirilen bir değişiklikle, maddenin üçüncü
fıkrasının son cümlesi, yani “kısa süreli hapis cezalarında, bu tür cezalara
mahkûm olanlar gözleme tabi tutulmazlar” hükmü var. Zaten, biz, daha önce, bir
yıl veya daha az süreli hapis cezaları için, Türk Ceza Kanunun 50 nci
maddesinde değişiklik, alternatif cezalar getirmiştik. Bu hüküm de, zamanında,
gerçekten de görüşülerek, tam detaylandırılarak olmadı. Bunun nedeni şu: Aynı
sıkıntıyı hâlâ da yaşıyoruz. Ben ve birçok arkadaşım, defalarca bu konuda aynı
şeyleri söyledik. Gerçekten de, Adalet Komisyonuna gelen cezalar ve Meclisin
gündemine gelen cezalar tam olarak incelenmeden, tartışılmadan, tüm toplumda
kabul edilmeden ve özellikle Adalet Komisyonunda da herkes tarafından
görüşülmeden, tam anlamıyla sindirilmeden, hem Adalet Komisyonunun gündemine
geliyor ve ne yazık ki, Meclisin gündemine de aynı şekilde geliyor ve biz
aceleyle yasaları çıkarıyoruz. Şu çıkardığımız yasalara bakacağız, biraz sonra
getireceğimiz yasalarda, son beş-altı ay içerisinde çıkardığımız yasalarda,
şimdi, tekrar tekrar değişiklik yapıyoruz.
Bence, bir yanlışlık daha var, o da şu: Gerçekten de,
eğer, Adalet Komisyonunda o maddelere vâkıf olup da itiraz edebilirsek,
yönelttiğimiz doğru eleştiriler dahi kabul edilmiyor anında, metin komisyondan
aynı şekilde geçiriliyor ve yine, Mecliste de aynı eleştirilerimizi tekrar ettiğimiz
halde, yine gözönüne alınmıyor; fakat, altı ay sonra, kusura bakmayın, biz hata
yapmışız, gelin şimdi bu hatamızı düzeltiyoruz diyoruz, tekrar Meclisin
gündemine getirmeye çalışıyoruz ve insanlara, saat 2’den gece 11’lere kadar,
cumartesi-pazar günlerine kadar çalışma yaptırıyoruz. Ne olursunuz Sayın
Bakanım, artık bir kere gelsin bu kanunlar, komisyonda biz de içimize
sindirelim. Bakın, bugün yine, Adalet Komisyonunda, bazı kanunlar geldi, tekrar
geriye çekildi incelenmesi için. Herkese yeterli zaman bırakılsın.
Milletvekilleri de neye oy verdiklerini bilsinler. Emin olun, biz, Adalet
Komisyonunda bile hangi kanunlar, hangi maddeler geldi geçti, artık onu
bilebilecek konumda değiliz. Bunlar bu kadar zorunluluk değil. Toplum bir
tartışsın, içine sindirsin herkes. O maddede, gerçekten de, arzulanan amaca
ulaşılacak mı ulaşılmayacak mı, bunu hepimiz bir değerlendirelim ve ondan sonra
bu yasalar geçsin ki, ikinci ve üçüncü tadilatları yapmayalım.
Teşekkür ederim, saygılarımı sunarım.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Küçükaşık.
Madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
3 üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE
3.- 5275 sayılı Kanunun 31 inci maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
"(1)
İyi halli hükümlüler, idare ve gözlem kurulu kararı ile, kurum yönetimi
tarafından durumlarına uygun kurum içi hizmetlerde çalıştırılabilir. Çocuk
hükümlüler, kendi yaşam alanları veya eğitsel amaçlar dışında çalıştırılamazlar."
BAŞKAN – Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına, İstanbul Milletvekili Sayın Hasan Aydın.
Buyurun Sayın Aydın.
Süreniz 10 dakika.
CHP GRUBU ADINA HASAN AYDIN (İstanbul) – Sayın Başkanım,
değerli arkadaşlarım; tabiî, milletvekilini çok ağır işçi gibi görür, kömür
ocağından ne kadar çok kömür çıkarırsa o kadar verimli olur gibi görürseniz,
Türkiye Büyük Millet Meclisini de sohbet edilen yaylaya dönüştürürsünüz; yani,
herkes, konuşmacıyı, yasayı tartışmayı değil, ha dışarıda oturmuş, ha evinde
oturmuş, ha da Türkiye Büyük Millet Meclisinde, Türkiye’nin geleceğini
belirleyen yasalar çıkıyormuş, fark etmez. Öyle çok çalışmalısınız ki, o kadar
çok yasa çıkarmalısınız ki, bu yasalar ciddiyetten son derece uzak, geçen sene
yasa çıkacak, yasa çıkarken toplumda son derece büyük eleştiriler olduğu için,
yasa çıkar çıkmaz yürürlüğe koyamayacaksın, yasanın yürürlük tarihini, ne olur
ne olmaz ihtimallerine karşı nisan ayına kadar uzatacaksın, sonra daha yasayı
yürürlüğe koymadan bir daha uzatacaksın haziran ayına, haziran ayına kadar,
yasayı yürürlüğe koymadan, o yasayı bir daha değiştireceksin.
Şimdi, Sayın Başkanım, manzaraya bir bakalım. Bugün,
Sayın Başbakan, grup toplantısında, Adalet ve Kalkınma Partisi
milletvekillerine özel ricada bulundu “lütfen, Meclise geliniz, önemlidir,
katkıda bulununuz” dedi, şu anda karşımda görüyorum, Sayın Başbakanın bu
çağrısını çok da fazla ciddiye alan milletvekili yok; ama, bir kızgınlık olur
düşüncesiyle...
OSMAN KILIÇ (Sivas) – Arkadaşlar kuliste.
HASAN AYDIN (Devamla) – Manzara burada...
Oylama saati gelirse, çoğunluk ihtiyacı ortaya çıkarsa,
önemli olan, milletvekilinin o yasaya katkı yapıp yapmaması değil; önemli olan,
Genel Başkanlarının yapmış olduğu ricalar karşısında fırça yeme ihtimaline
karşı tedbir almaktan gayrı bir önem arz etmiyor. Salon burada...
CAVİT TORUN (Diyarbakır) – Kanunla ilgili konuş.
HASAN AYDIN (Devamla) – Kanunu konuşacağım.
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) – Siz 15 kişisiniz!
HASAN AYDIN (Devamla) – Biz, zaten, bu çalışma biçimine,
bu çalışma yöntemine, bu çalışma zorlamasına, bu geleneğe alışık değiliz ki!
Biz, düşünüyoruz ki değerli arkadaşlarım, yasa, bir sanat eseri gibi çıkarılmak
zorundadır; yasa çıkarmayı, acemilerin üzerinde oyun oynadığı, araştırma
yapıldığı, yasayı çıkardıktan bir müddet sonra yeniden değiştirildiği, olmadı
ertelendiği, olmadı yeniden bir milletvekilinin önerisiyle gündeme tekrar
getirildiği gayri ciddî bir işlev olarak görmüyoruz biz. Dolayısıyla da...
CAVİT TORUN (Diyarbakır) – Aynı zamanda, acemilerin
konuştuğu bir şey de değil.
HASAN AYDIN (Devamla) – Siz orada, laf atma görevlisi
misiniz beyefendi; size öyle bir görev mi verildi?! Size öyle bir görev mi
verildi; laf atma görevlisi misiniz siz?! Ben burada konuşuyorum, saygıyla
dinleyin beni bir kere.
BAŞKAN – Sayın Aydın, siz Genel Kurula hitap edin.
HASAN AYDIN (Devamla) – Sayın Başkan, o zaman müdahale
edin siz de, konuşamıyorum çünkü, konsantre olamıyorum.
BAŞKAN – Lütfen, hatibe müdahale etmeyelim.
MEHMET SOYDAN (Hatay) – Yasayla ilgili konuşsun Sayın
Başkan.
BAŞKAN – Müdahale etmeyelim arkadaşlar.
HASAN AYDIN (Devamla) – Sevgili arkadaşlarım, aslında
burada söylemiş olduğum, Adalet ve Kalkınma Partili milletvekili
arkadaşlarımızın da, iki partinin birbirine muhalefet etmesinin ötesinde,
sağduyulu bir biçimde gündeme getirildiğinde haklı olduğunu görebilecekleri
söylemler.
Şimdi, bakın, yasa çıkmış 2004 yılının onikinci ayında, o
zamanlar da, bu Parlamentoda arkadaşlarımız tartıştılar, kamuoyunda çok ciddî
engeller, tepkiler geldi. Bu süre, 1 Nisana ertelendi. 1 Nisandan da,
çıkarılmış yasanın uygulanma ihtimalinin son derece zayıf olduğu hesaba
katılarak hazirana ertelendi.
MUSA SIVACIOĞLU (Kastamonu) – Ceza Kanunu; bu değil...
HASAN AYDIN (Devamla) – Bu efendim, bakınız tarihi belli;
13.12.2004 tarihinde çıkmış üzerinde konuşmuş olduğum madde. Haziranda da
uygulayamayacaksınız ve tekrar Meclisin gündemine getirip bunu değiştirme
ihtiyacı duyacaksınız, bir yasa üzerinde üç işlem yapmış olacaksınız ve burada
da, çok hızlı çalıştığınızı ve çok ciddî yasalar çıkardığınızı ifade etmiş
olacaksınız.
Değerli arkadaşlarım, ben, şahsen, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin bir üyesi olarak gurur duyuyorken, böylesine bir yöntem karşısında,
zaman zaman, Türkiye insanının ilgilendiği, belki hapisanedeki insanların,
onların akrabalarının da bu gece can kulağıyla bizi dinlediği böylesine önemli
meseleler karşısında, bir milletvekili olarak, böyle bir gelişmeye hiçbir
katkıda bulunamamaktan, hatta Cumhuriyet Halk Partisi milletvekillerinin hiçbir
katkıda bulunamamalarından büyük üzüntü duyuyorum. Bu bir yana; ama, en büyük
üzüntüyü de, İktidar Partisinin milletvekillerinin aşağı yukarı çok önemli bir
kısmının, hangi yasanın geçip, hangi yasanın nasıl çıktığı konusundan bihaber
olmalarına çok daha üzülüyorum.
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elazığ)- Niye; sen içimizi mi okuyorsun?!
HASAN AYDIN (Devamla) - Yasa daha önce çıkarken deniliyor
ki: “Hükümlüler çalıştırılabilirler; ama, 1 yıl cezalarını çekmiş olmaları
gerekir.” Burada bir mantık var; yani, kimin iyi halli, kimin kötü halli
olduğunu bilebilmek için bir süreye ihtiyacımız vardır, onları denetleme
ihtiyacınız ortaya çıkabilir. Belki size numara yapabilir, belki kısa sürede
sizi kandırabilir, iyi niyetli olduğu şeklinde beyanda bulunabilir; ama, onun
için bir zamana ihtiyaç vardır, süreye ihtiyaç vardır, 1 yıllık bir süre
konmuş. Yani, uygulanamayan yasa, haziranda uygulanma ihtiyacıyla ortaya
çıkarılan yasa bugün değiştirilmiş, buradaki bu süre kaldırılmış. Bu sefer,
onun yerine, bir gözlem komisyonu oluşturulmuş, bu gözlem komisyonunun vermiş
olduğu karar çerçevesinde, süreye bakılmaksızın çalıştırılabilir deniliyor.
Şimdi, ben soruyorum: 2004 yılının 12 nci ayında hangi
akıllı insanlar bu yasayı çıkardılar ve 2004 yılının, daha yürürlüğe girmeden,
hangi akıllı insanlar, öbür akıllı arkadaşlarımızdan çok daha akıllı çıkıp, bu
maddeyi değiştirdiler?!
Arkadaşlar, Türkiye Büyük Millet Meclisi gibi yüce bir
kurumun bu kadar gayri ciddî, bu kadar milletvekillerinin yorulduğu,
yordurulduğu, yorulduğu ve yordurulduğu için de uzun konuşmalardan âdeta tepki
gördüğü, tepki gösterme ihtiyacı duyduğu; bir an önce bitse de, biz de çekip
gitsek; bizim önümüze konmuş bir görev var, biz bunlara evet veya hayır
diyerek, ellerimizi kaldırıp, gecenin saat 11’lerine, 2’lerine kadar çalışmak
yerine, 11’den belki bir saat, belki iki saat önce evlerimize gidelim noktasına
milletvekillerimizi getirmenin kimseye bir fayda sağlamadığı inancındayım;
böyle bir durumda da kimsenin bir fayda sağlayacağı kanaatinde de değilim.
Bu, sadece burada da değil; yani, Türkiye’de, aşağı
yukarı bütün yasalarda, bütün yasaların devreye girişinde, ortaya
getirilişinde, Adalet ve Kalkınma Partisinin milletvekillerinin, daha ötesinde
komisyonların bile, yasalar üzerinde çok ciddî çalışmalar yapamadıkları, ancak
komisyonlara gelindiğinde üzerinde durdukları ve okudukları, üzerinde fikir
yürütemedikleri bir garip manzara yaşıyoruz. Bakınız, Bu yasalar çıktığı zaman
da, tekrar yürürlüğe girdiği zaman da, çok uzun olmayan bir süre içerisinde hep
birlikte göreceğiz ki bu yasaların bazıları yaşamla bağdaşmıyor, bazıları
hayatın gerçekleriyle örtüşmüyor ve bu nedenle de biz bu yasaları, tekrar,
yeniden önergelerle, tekliflerle komisyonlara götürüp değiştirmek ihtiyacıyla
karşı karşıya kalacağız.
Ben, burada, sevgili milletvekili arkadaşlarıma çok iyi
bildiklerini zannettiğim, yasanın hakikaten bir maden ocağında çok miktarda
çıkarılması gereken kömür anlamıyla ele alınmaması gerektiği; yasaların uzun
süre toplumların, toplum bireylerinin kendilerini ona adapte ettiği, ona göre
yaşamlarını dizayn ettikleri, ona göre kendilerini ayarladıkları; dolayısıyla
da hukukçuların bile takip etmekte zorlandıkları hızlı değişimlerin ülkenin
geleceği açısından fayda sağlamadığı, bu nedenle de... Söylüyoruz gerçi; yani,
muhalefet milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Partisinin milletvekilleri bunu
söylüyor da ne oluyor?! Bunu söylüyor da arkadaşlarımız, aşağı yukarı üç yıla
yaklaşan yasama dönemi boyunca buna benzer onlarca, belki yüzlerce önerimiz
olmasına rağmen, nasıl olur da, Adalet ve Kalkınma Partili arkadaşlarımız
yanlışlarını yaşayarak ve görerek aynı yanlışlarda ısrar etme noktasında inat
edebilirler?! Bunun bence bir mantığı yok.
Sevgili arkadaşlarım, son olarak da şunu ifade etmek
istiyorum: Yasalar, bir siyaset erki tarafından hazırlanmaktan çok, gerçekten
konuyla çok yakın ilgisi olduğunu sanmadığım, biraz masa başında hazırlanan ve
çok hızlı hazırlandığı için de, belki, ilgili bakanların ya da danışmanların
bile okumakta zorluk çektiği, komisyonlara geldiği zaman da, koca koca kitaplar
şeklinde geldiği için de komisyonların da ciddî değerlendiremediği, sadece
orada açıklamada bulunan güvenmiş oldukları görevlilere dayanarak bir kanaat
oluşturdukları ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin -daha önce milletvekilliği
yapmadım ama- bu dönemde, Büyük Millet Meclisi gibi değil, âdeta, kendisine
getirilen yasaları onaylayan bir noter konumuna sokulduğu ve hiçbir
milletvekili arkadaşımızın bu tarz bir çalışmayı her ne pahasına olursa olsun
kabul etmemek gerektiği; çünkü, burada kalkan ellerin sonuçta o yasanın kabulü anlamına
geldiği, o yasaya kefil olduğu anlamına geldiği; o yasanın doğru olduğu, ülkeye
faydalı olduğu, halka faydalı olduğu anlamına geldiği ve vicdanlarımız ile
ellerimizi birleştirerek kaldırdığımız noktasında bir bilince kendimizi
kavuşturmamız gerekmektedir. Bu, ne zamana kadar böyle yürüyecek?! Yani, bir
gün Adalet ve Kalkınma Partisi, acaba, ya yanlış yapıyoruz; bakınız,
milletvekilleri öyle öğleden sonra saat 2’de başlayıp gece saat 11.00’e kadar,
bazen 1’e kadar, bazen sabaha kadar çalışarak ülkeye çok fazla katkı
sağlamıyorlar; bunların çalışmalarına fırsat verelim, bunları yasalara katkı
yapmalarına fırsat verelim, kolektif olmaya çalışalım; hatta, onun da ötesinde,
toplumun sivil kesimlerinden düşünce alalım, fikir alalım, toplumda bu işi tartışalım...
Bak, bu işin gerçeği bu. 2004 yılının 12 nci ayında çıkan yasanın haziran
ayında bile yürürlüğe girememiş olmasının ve tekrar yeniden değişim ihtiyacı
çıkarmış olmasının sebebi bizim önerilerimizde yatıyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Aydın, konuşmanızı
toparlayın.
HASAN AYDIN (Devamla) – Toparlıyorum
Sayın Başkan.
Özetle şunu söylemek istiyorum: Bu
yasalar, arkadaşlarımızın da ifade ettiği gibi, çok alelacele çıkarılmaktadır;
gerçekten, topluma ve ülkeye katkı yapmamaktadır; milletvekili arkadaşlarımızın
çalışmalarına, verimine, üretkenliğine katkı yapmamaktadır; arkadaşlarımızı
yormaktadır, üzmektedir; ama, daha da önemlisi, yormanın ve üzmenin ötesinde,
ona uygun bir bedeli topluma fayda olarak geriye dönüştürememektedir.
Bu duygularla hepinizi saygıyla,
sevgiyle selamlıyorum. Sağ olun. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Aydın.
Şahsı adına, Tekirdağ Milletvekili
Sayın Mehmet Nuri Saygun; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz 5 dakika.
MEHMET NURİ SAYGUN (Tekirdağ) – Sayın
Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 5275 sayılı Yasanın getirilen
değişiklik teklifiyle ilgili 3 üncü maddesinde şahsım adına söz almış
bulunuyorum; bu vesileyle, hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
Efendim, bu yasanın, ilk,
komisyonlardan çıkıp Meclise geldiği gün yasayla ilgili olarak gene bu kürsüde
bir konuşma yapmıştım ve bu konuşmada da, özetle, eğer bu yasa çok kısa bir
süre içinde değişiklikler içerir hale gelirse –ki,
bu böyle olacaktır- o zaman, bu yasanın, gerekli sivil
toplum örgütleriyle ve ilgili kurumlarla ilinti kurulmadan çıkarıldığı ortaya
çıkacaktır; bu da yasayı Meclise sevk edenlerin bir hatasıdır demiştim. Aradan
çok uzun bir zaman geçmedi; ama, ne yazık ki söylediklerimiz bir gerçek olarak
ortaya çıktı. Bunları o gün söylerken çok fazla bilgiçlik ya da kâhin olmanın
gerektiği kanısında değilim; çünkü, üç yıllık süre içinde çok alıştığımız bir
manzarayı hep birlikte, burada beraber yaşıyoruz.
Az evvelki konuşmacı arkadaşımın da ifade ettiği gibi,
gece geç saatlere kadar çalışıyoruz; ama, bu kadar zaman yönünden koyduğumuz
emeğin karşılığında acaba çıkardığımız yasalar bu emeğin karşılığı mı diye bir
düşünmemiz gerekir. Şimdi, önce uzun bir mesai sarf ediyoruz, çalışıyoruz,
yasayı hazır hale getiriyoruz ve yasa yürürlüğe giriyor veyahut bunda olduğu
gibi giremiyor; çok kısa bir süre sonra dönüp bakıyoruz, diyoruz ki, bu yasanın
şu, şu, şu maddelerinde yanlışlıklar yapmışız, tekrar bir değişiklik teklifi
getirelim veyahut da kanun tasarısı getirelim ve yaptığımız hataları
düzeltelim.
Değerli arkadaşlarım, şimdi, iki ay önce, Meclis
gündemine getirdiğiniz, ciddî çalışmalarla, hazırlıklarla, bürokratlarınızla ve
ilgili meslek kuruluşlarıyla, sivil toplum örgütleriyle ilişki kurarak,
tartışarak, değerlendirerek hazırlayıp getirdiğinizi iddia ettiğiniz bir
yasayı, iki ay sonra değiştirme ihtiyacı duyuyorsanız, o zaman sizin yasa
hazırlama tekniğinizde, mantalitenizde ve muhtemelen bu yasayı hazırlayan
takımlarınızda bir zafiyet var, bürokratlarınızda birtakım eksiklikler var,
size destek veren sivil toplum örgütlerinde, size bu konuda görüş ileten meslek
odalarında bir zafiyet var; ama, bakıyorum, işte, elimde 5 inci maddede dile
getireceğim Barolar Birliğinin bir metni var. Barolar Birliği, bu yasa
hazırlanırken yasanın doğru olmadığını, bu şekilde bu yasanın çıkması halinde
cezaların infazıyla ilgili bir iyileştirme getirmeyeceğini iddia etmiş ve
Barolar Birliği, bu yasada en etkin, en fazla söz söyleme hakkı olan bir sivil
toplum örgütü, bir meslek odası. Bu meslek odasının bu sesine kulak vermemişiz,
yasayı getirmişiz, bugün değiştirmeye çalışıyoruz.
Şimdi, bir de ilginç olan bir husus var değerli
arkadaşlarım; hükümet, bir tasarı olarak
bu değişiklikleri buraya getirmiyor. Bu, bir tasarı değil. Bu, değerli
arkadaşımız Hasan Kara’nın kanun teklifi; ama, bunu siz de biliyorsunuz, biz de
biliyoruz; bu, Hasan Beyin kanun teklifi değil.
HASAN KARA (Kilis) – Söz hakkı istiyorum Sayın Başkan.
MEHMET NURİ SAYGUN (Devamla) – Tabiî, söz hakkı alırsın Hasan
Bey.
Bu, hükümetin tasarısıdır; ancak, hükümet bu tasarıyı,
Bakanlar Kurulunun toplanması, imzaya açılması vesaire gibi zaman kaybına neden
olabilecek bir süreçten kaçınmak adına teklif haline getiriyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Saygun, toparlar mısınız.
MEHMET NURİ SAYGUN (Devamla) – Toparlıyorum Başkanım.
Eğer bunu teklif haline getirmenin bir başka gerekçesi
varsa –ki, bence var- onu da 5 inci maddeyle ilgili olarak görüşlerimi ifade
ederken daha teferruatlı olarak açıklamaya çalışacağım; ama, sonuç itibariyle,
özde şunu bilmemiz gerekir: Meclis gece geç saatlere kadar çalışsa da, bütün
milletvekili arkadaşlarımız burada olsa da –ki, oylama dışında önemli bir
bölümü kulislerde- sonuç itibariyle, yaptığımız emeğe, koyduğumuz çalışmaya ve
kaybettiğimiz mesaiye yazık oluyor; çünkü, bir kere çalışıyoruz, yaratıyoruz,
ondan sonra kendi yaptıklarımızı, kendi yarattıklarımızı bir kere daha
düzeltmek adına bir gece daha burada mesai sarf ediyoruz; yani, emek çok, mesai
çok, üretim yok.
Hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Saygun.
3 üncü madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... 3 üncü madde kabul edilmiştir.
4 üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE
4.- 5275 sayılı Kanunun 47 nci maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
"(1)
Uyarma, kınama ve bazı etkinliklere katılmaktan alıkoyma cezaları kurumun en
üst amiri tarafından verilir ve uygulanır."
BAŞKAN – Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına, İzmir Milletvekili Sayın Ahmet Ersin. (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Ersin, şahsınız adına da söz isteğiniz var;
müştereken, birleştirdim; lütfen, sürenizi iyi kullanın efendim.
CHP GRUBU ADINA AHMET ERSİN (İzmir) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; gecenin bu saatinde hepinize saygılar sunuyorum.
Değerli milletvekilleri, bu hükümetin ve AKP Grubunun, şu
ikibuçuk yıllık milletvekilliği süresinde gördüm bir özelliği var; kendi
çıkardıkları yasaları, çok kısa bir süre sonra, tekrar, değiştirmek zorunda
kalıyorlar; yani, bu yasaları çıkarırken yeterli araştırma mı yapılmıyor,
Türkiye’nin ve toplumun koşulları, sosyal, ekonomik koşulları mı iyi
değerlendirilemiyor, bilemiyorum; ama, bir yasa çıktı mı, birkaç ay sonra yeni
bir değişiklik bekler olduk, bir alışkanlık haline geldi bu; ama, biz, tabiî,
bu alışkanlığın içinde değiliz. Biz şundan rahatsızız: Ret oyu vermekten
bıktık, siz değişiklik yapmaktan bıkmadınız. Bütün mesele bu.
Değerli milletvekilleri, ben, Meclis İnsan Haklarını
İnceleme Komisyonu üyesiyim. aslında, Türk Ceza Yasasında ve şu an görüştüğümüz
türden yasalarda bir değişiklik yapılacaksa ya da yeni yasalar hazırlanacaksa,
bence bu tür yasaların, önerilerin diğer komisyonlar yanında İnsan Haklarını
İnceleme Komisyonunda da görüşülmesi lazım; örneğin, bugün görüştüğümüz yasa
önerisi aslında Meclis İnsan Haklarını İnceleme Komisyonunu çok yakından
ilgilendiren bir yasa. Keza, 1 Haziranda yürürlüğe girecek olan Türk Ceza
Yasasının birçok maddesi, yine, Meclis İnsan Haklarını İnceleme Komisyonunu
ilgilendiren maddeler içeriyor. Yani, bu tür yasaların gündeme geldiği zaman,
Adalet Komisyonunda görüşülmesi kuşkusuz doğrudur; ama, en azından bir tali
komisyon olarak da Meclis İnsan Haklarını İnceleme Komisyonunda görüşülmesinin
daha yararlı olacağını düşünüyorum. Bu anlamda, Sayın Bakanın dikkatini çekmek
istiyorum; yani, yasa teklifi üzerinde, madde üzerinde konuşmadan önce Sayın
Bakanın dikkatini çekmek, bir anlamda Meclis İnsan Haklarını İnceleme
Komisyonunu da ilgilendiren bazı konularda Sayın Bakanı uyarmak istiyorum.
Değerli milletvekilleri, Türkiye’de Ceza İnfaz Kurumları
ve Tutukevleri İzleme Kurulları Yasası var; şu an yürürlükte ve bu kurullar,
bulunduğu yargı çevresinde ceza infaz kurumu veya tutukevi olan her adlî yargı
adalet komisyonunca bir ceza infaz kurumu ve
tutukevleri izleme kurulu kurulmasını gerektiriyor bu yasa. Eğer yargı
çevresinde müdürlük teşkilatı olan birden çok ceza infaz kurumu ve tutukevi
varsa bu kurulların sayısı artırılabiliyor.
Şimdi, sayın milletvekilleri, sizlere sormak isterim,
kendi illerinizde, acaba bu tür kurulların varlığından, bu tür kurulların
çalıştığından bilginiz ve haberiniz var mı? Yasalar çıkarılıyor; ama, dolaplarda
bekliyor, uygulaması yok.
Yine, bu kurullar, kısaca, ceza ve tutukevlerinde
yönetici, tutuklu ve hükümlülerle görüşüp, onlardan bilgi almak, hükümlü ve
tutukluların sağlık ve yaşam koşulları hakkında gördükleri aksaklık ve
eksiklikleri yetkili mercilere bildirmekle görevlidirler. Yasa hükmü bu.
Şimdi, bu konularda, bu kurulların en az üç ayda bir
rapor düzenleyip, Adalet Bakanlığı infaz hâkimliği, cumhuriyet başsavcılığı ve
Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Haklarını İnceleme Komisyonuna raporlarını sunmaları
lazım. Şimdi, ben 2,5 yıldan beri Meclis İnsan Haklarını İnceleme
Komisyonundayım; ama, şimdiye kadar Komisyonumuza bu tür raporların geldiğini
görmedim. Belki Sayın Bakan biliyordur, kendi Bakanlıklarına bu raporlar
geliyordur diye umutlanıyorum, öyle bekliyorum.
Değerli milletvekilleri, bu izleme kurulları Türkiye
genelinde tam olarak oluşturulmuş değilse de, var olanların da üyeleri resmî
otoriteyi temsil eden kişilerden oluşmaktadır; çünkü, bu kurullar, mevcut yasa
hükmüne göre adlî yargı adalet komisyonu tarafından resen ve en büyük mülkî
amirinin katkısıyla tespit edilmektedir; yani, illerde valiler ve adlî yargı
adalet komisyonu başkanı bir araya gelip, bu kurulları oluşturuyorlar ve
kurullar oluşturulurken, kamu kurumu niteliğindeki meslek örgütlerinin de
sadece bilgisine başvuruluyor yasa gereği; oysa, bunların, bu kurulların çok
ciddî görev yapması lazım. Cezaevleri ve tutukevlerindeki bazı olumsuzlukları,
aslında hiç başka mercilerin müdahalesine gerek kalmadan, bu kurulların tespit
edeceği eksikliklerin ve noksanlıkların, aksaklıkların düzeltilmesi, sorunlar
daha da büyümeden düzeltilmesi mümkün; ama, kurullar resmî hüviyette olduğu
için, resmî daire hüviyetinde olduğu için, çoğunlukla, bu görevlerini yeterince
yapmıyorlar. Bu kurulları sivilleştirmek lazım.
Maddeye geçmeden önce tekrar edeyim; İnsan Haklarını
İnceleme Komisyonu üyesi olarak, İzmir Milletvekili olarak gördüğüm bazı
aksaklıklarla ilgili Sayın Bakanın dikkatini çekmek için bunları söylüyorum. Bu
kurullar sivilleştirilmelidir. Örneğin, baro, tabip odası, sanayi ve ticaret
odası, esnaf odası, basın kuruluşlarının temsilcilerinden oluşması lazım; yani,
vali ve komisyon başkanının resen bunları tespit etmesi yerine, şimdi saydığım
kurumların kendi aralarından tespit edecekleri temsilciler vasıtasıyla bu
kurullar oluşturulursa Sayın Bakanım, sanıyorum, daha demokratik olur hem de
daha fazla güven verir.
Sayın milletvekilleri, ceza infaz kurumları ve
tutukevleri izleme kurullarının, resmî otoriteyi temsil eden görüntüden
kurtarılması gerekiyor. Aksi halde, bugün olduğu gibi, yine işlevsiz kalmaya
devam eder.
Değerli milletvekilleri, bir diğer konu, sanıyorum, Sayın
Bakanın da çok rahatsız olduğu ve muhtemeldir ki, toplumu da çok rahatsız eden
bir konu da, bu çocuk tutukevi meselesi Sayın Bakanım. Türkiye’de, bildiğim
kadarıyla, sadece İstanbul ve Ankara’da var; bir de, İzmir Cezaevinin bir
bölümü, tecrit edilen bir bölümü çocuk tutukevi olarak kullanılıyor. Şimdi,
İstanbul’da, Ankara’da ya da daha geniş alalım, Marmara Bölgesinde, İç Anadolu
Bölgesinde bir suç nedeniyle tutuklanan çocuklar, bu tutukevlerinde muhafaza
altına alınıyor. Peki, Kars’ta bu suçu işleyen çocuklar nerede kalıyor?
Hakkâri’de suç işlemişse nerede kalıyor? Trabzon’da ise bu çocuk ve suç
işlemişse, nerede kalıyor? Bunlar, büyüklerle aynı mekânda, büyüklerin kaldığı
cezaevlerinde ve aynı koşullarda, bir arada kalmak durumundalar; çünkü,
belirttiğim gibi, yine bildiğim kadarıyla, İstanbul ve Ankara’da var, başka
bölgelerde yok. Oysa, Türkiye, biliyorsunuz 7 bölge. En azından, bu çocuk
tutukevlerinin her bölgede bir tane olacak şekilde sayısının artırılması lazım.
Yoksa, Kars’ta, Ardahan’da, Hakkâri’de, Diyarbakır’da, Mardin’de, Trabzon’da,
Ordu’da, suç işleyen çocukları, eğer, büyüklerle beraber, onlarla aynı mekânda
yaşamaya zorlarsak, bunun birçok sakıncası var; bunları anlatmama gerek yok,
zaten hepsini biliyorsunuz. Çocuklar, orada, çoğu da basit bir nedenle
tutuklanıyor; ama, o cezaevinden çıkarken, tam bir suç makinesi olarak
çıkabiliyor.
Değerli milletvekilleri, Sayın Bakanım, o nedenle,
kesinlikle, mutlaka, her bölgede, en azından bir çocuk tutukevi olacak biçimde
çalışma yapmak lazım. Bu konularda, gerek Ceza ve Tevkifevleri Genel
Müdürlüğünün gerekse Sayın Bakanın duyarlı olduğunu biliyorum; ama, işte,
duyarlı olmak yetmiyor, biraz da, Sevgili Bakanım, icraat lazım.
Değerli arkadaşlarım, bir diğer sorun ıslahevleri.
Bildiğiniz gibi, suç işleyen çocuklar, hükümlüler, 19 yaşından gün alıncaya
kadar çocuk ıslahevlerinde barındırılıyorlar ve çocuk ıslahevlerini, aslında,
bir Cezaevi gibi düşünmemek lazım; çünkü, bu çocuklar, bu ıslahevlerinde meslek
öğreniyorlar, eğitimlerini yapıyorlar. Meclis İnsan Hakları İnceleme Komisyonu
üyeleri olarak bunları gezdik arkadaşlarımızla beraber, gördük. Gerçekten,
çocuk ıslahevleri, çocuklarımızı cezaevi sonrası yaşama hazırlamakta son
derecede önemli ve toplumsal, sosyal bir görev yapıyorlar. Yalnız, burada
sıkıntı şu değerli milletvekilleri: Türkiye'de sadece, bildiğim kadarıyla 3
tane ıslahevi var, Ankara, İzmir ve Elazığ’da. Suç işleyen çocuk,
tutuklanmasına karar verilen çocuk eğer Orta Anadolu, İç Anadolu bölgesinde
ise, bunlar Ankara ıslahevinde kalıyorlar; Ege ve Marmara Bölgelerindeyse -çok
geniş bir bölge olmasına karşın- İzmir’deki ıslahevinde kalıyorlar; doğu ve
güneydoğuda ise bu çocuklar, orada yaşayan çocuklar eğer suç nedeniyle
tutuklanmışsa, bunlar da Elazığ ıslahevinde kalıyorlar.
Çocuk
tutukevleriyle ilgili söylediklerimi bu konuda da tekrar etmek durumundayım.
Yine, gerek Ceza Tevkif Evleri Genel Müdürlüğünün gerekse Sayın Bakanın, çocuk
tutukevlerinin, çocuk ıslahevlerinin, genel olarak cezaevlerinin durumuyla
ilgili duyarlı olduklarını biliyorum; ama, çocuklarımızı suçlardan koruyalım
derken, onları son derecede azılı suçluların, âdeta suç makinesi haline gelmiş
kişilerin arasına sokarsak, onlarla birlikte aynı mekânda yaşamaya mecbur
edersek, o çocukların, ıslah etmek bir yana, cezaevinden çıktıklarında tam bir
suç makinesi haline geldiklerine tanık oluruz ki, genellikle, zamanımızda,
günümüzde yaşanan da bu.
Bir defa, ıslahevinden normal cezaevine geçebilmesi için,
çocuğun 18 yaşını doldurmuş olması lazım, 19 yaşından gün alması lazım; ama,
genellikle, değerli milletvekilleri, tutukluluk süreleri ya da aldıkları ceza
süresi, infazdan sonra, infazla ilgili indirimlerden sonra, bu çocukların
ıslahevine bile gitmesine gerek kalmadan o süreyi büyüklerle ilgili
cezaevlerinde tamamlamak durumunda kalıyorlar. Yani, 17 yaşındaki bir çocuk bir
nedenle tutuklanmışsa, onun yargılaması sona erinceye kadar ve eğer, o civarda
çocuk tutukevi yoksa -ki, dediğim gibi, Türkiye’de zaten 2 tane var- çocuğun
bütün cezaevi süresi, cezaevinde kalma süresi büyüklerle aynı koşullarda, aynı
mekânlarda geçiyor ve zaten, 18 yaşını doldurduktan sonra da...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Ersin, son cümlelerinizi rica edeyim.
AHMET ERSİN (Devamla) – Tamamlıyorum Sayın Başkanım;
teşekkür ederim.
Ve tutukluluk süresi bittiğinde ya da beraat ettiğinde de,
zaten, cezasını da tamamlamış oluyor ve bu çocuk, ıslahevini görmeden,
büyüklerle birlikte kaldığı cezaevinden tahliye olmuş oluyor.
Sevgili Bakanım, bu konular son derece de ciddî, yani,
ıslahevi, çocuk ıslahevi sorunu ciddî Sayın Bakanım, çocuk tutukevleri sorunu
ciddî. Bunların sayılarını artırmamız lazım. Çocukları suç makinesi haline
getirmeden, orada, o büyüklerle birlikte kalıp da, onlarla birlikte yatıp
kalkıp da, hatta, onların ayak işlerini yapmaya mecbur kalıp da, sonra, oradan
özenti içerisinde –mafya özentisi içerisinde, hırsızlık özentisi içerisinde, başka
suçlarla ilgili özenti içerisinde- tahliye olmalarının önüne geçmek için çocuk tutukevlerinin ve çocuk
ıslahevlerinin sayılarının artırılması lazım.
Madde üzerinde de konuşmak isterdim; ama, zamanım doldu.
Ama, sanıyorum, bu söylediğim konular da önemli değerli arkadaşlarım.
Beni dinlediğiniz için hepinize teşekkür ediyorum. Sayın
Başkanım, sabrınıza teşekkür ediyorum. Sağ olun. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Ersin.
4 üncü madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Madde, kabul edilmiştir.
5 inci maddeyi okutuyorum:
MADDE
5.- 5275 sayılı Kanunun 59 uncu maddesinin dördüncü fıkrası aşağıdaki şekilde
değiştirilmiş ve beşinci fıkranın başına "Türkiye Cumhuriyetinin taraf
olduğu uluslararası sözleşmelere ve karşılıklılık esasına uygun olmak koşuluyla;"
ibaresi eklenmiştir.
"(4)
Avukatların savunmaya ilişkin belgeleri, dosyaları ve müvekkilleri ile
yaptıkları konuşmaların kayıtları incelemeye tâbi tutulamaz. Ancak, 5237 sayılı
Kanunun 220 nci, İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü ve Beşinci Bölümlerinde
yer alan suçlardan mahkûm olan hükümlülerin avukatları ile ilişkisi; konusu suç
teşkil eden fiilleri işlediğine, infaz kurumunun güvenliğini tehlikeye
düşürdüğüne, terör örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının örgütsel
amaçlı haberleşmelerine aracılık ettiğine ilişkin bulgu veya belge elde
edilmesi halinde, Cumhuriyet başsavcılığının istemi ve infaz hâkiminin kararıyla,
bir görevli görüşmede hazır bulundurulabileceği gibi bu kişilerin avukatlarına
verdiği veya avukatlarınca bu kişilere verilen belgeler infaz hâkimince
incelenebilir. İnfaz hâkimi belgenin kısmen veya tamamen verilmesine veya
verilmemesine karar verir. Bu karara karşı ilgililer, 4675 sayılı Kanuna göre
itiraz edebilirler."
BAŞKAN – Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına Tekirdağ Milletvekili Sayın Mehmet Nuri Saygun.
Sayın Saygun, kişisel söz hakkınızla müşterek veriyorum
sözünüzü; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz 15 dakikadır.
CHP GRUBU ADINA MEHMET NURİ SAYGUN (Tekirdağ) – Sayın
Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 5275 sayılı Yasanın 59 uncu
maddesinde yapılması düşünülen değişiklikle ilgili olarak söz almış
bulunuyorum; bu vesileyle bir kez daha hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
Efendim, öncelikle, 59 uncu maddedeki değişikliğe yönelik
iddialarımı ve görüşlerimi ifade etmeden önce, izin verirseniz, demin
bahsetmeye çalıştığım yasanın yapılış tekniğiyle ilgili süre yönünden
tamamlayamadığım birkaç hususu dile getirmek istiyorum.
Şimdi, Ceza İnfaz Yasası, Avrupa Birliği sürecinden az
önce bir değişiklik geçirerek Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında
Kanun Tasarısı şeklinde komisyonumuza geldi. Bu, komisyonda, aslında yasa,
yeterli olgunlukta değildi; ama, Avrupa Birliği süreci öncesinde 17 Aralık’a
kadar ceza külliyatının tamamının tamamlanması gerektiğinden, mevcut
eksikliklerine rağmen, elimizden geldiğince değişiklik ve düzenlemeler yaparak
yasayı hazır hale getirmek zorundaydık. Bu zorunluluk nedeniyle de bir alt
komisyon kuruldu ve o alt komisyonda ben de görev aldım. Bu alt komisyon
çalışmalarında birbuçuk günlük sürede 126 madde görüştük değerli arkadaşlarım.
Yeni hazırlanmış bir yasanın 126 tane maddesini birbuçuk güne sığdırdık,
görüştük, değerlendirdik, eksiklerini gidermeye çalıştık ve sonuç itibariyle de
alt komisyon çalışmaları tamamlandı, komisyona geldi. Şimdi, birbuçuk günlük
bir süre içinde yasanın arzulanan şekle getirilmesi mümkün değildi. Kaldı ki,
siyasî tercih olarak hazırlanan bu yasanın Cumhuriyet Halk Partisi siyasî
tercihlerine pek de yatkın olduğu da söylenemezdi; çünkü, yasanın genel
mantalitesine baktığımızda yasa daha çok hükümlülerin ceza infaz kurumlarında
mahkûmiyet sürelerini geçirirken gerekli şartların sağlanması, onların ıslah
edilmesi, topluma kazındırılması gibi iddialar yasanın genel mantalitesinde
arka planda kalmıştı. Ön planda ne vardı derseniz: Ön planda, idarenin işini
kolaylaştırmak vardı. Yani, bu yasa, siyasî anlayış olarak kurumda görev yapan
idarî mekanizmanın işlemlerinin daha kolay yürümesi ve böylece idarenin rahat
etmesine yönelik birtakım zecri, baskılayıcı tedbirleri içeriyordu. Şimdi,
birbuçuk günde böyle bir mantelitenin ortadan kaldırılması mümkün değildi. Bir.
İki: Zaten sayısal anlamda da bunu kaldırmamız mümkün
değildi; çünkü, alt komisyonda da komisyonda da sayısal çoğunluk iktidar
partisinindi. Dolayısıyla, iktidar partisi kendi siyasî mantalitesine göre
hazırlamış olduğu bir yasada çok fazla değişikliğe izin vermediği için de kendi
siyasî anlayışları doğrultusunda bu yasa çıktı.
Şimdi, bu yasanın daha çıktığı tarihte toplumumuza uygun
bir elbise olmadığını ifade etmiştik. Ben daha önce de, deminki konuşmamda
bahsettiğim gibi, yasa tasarısının Meclis gündemine taşındığında şu kürsüden o
zaman da demiştim, bu yasanın, ne yazık ki, kısa bir süre sonra ihtiyaca cevap
vermekten uzak olduğunu göreceğiz ve değişiklikler yapma ihtiyacını duyacağız.
Bu da bizim için sancıdır, sıkıntıdır, bir eksikliktir demiştim. Bugün, o
sözünü ettiğim husus gün gibi ortada, işte, bugün bunu görüyoruz.
Ama, bu yasayla ilgili, Karaman Milletvekilimiz Mevlüt
Akgün’ün bu maddeyle ilgili, 59 uncu maddeyle ilgili grup adına yaptığı
konuşmada söylediği bir cümleyi de, izin verirseniz, onun konuşma metninin
tutanağından aynen okuyorum:”Yapılan bu reformlarla Türkiye’yi sağlam temellere
getirdiğimizin göstergesidir bu yasa.”
Şimdi, eğer, sizin siyasî anlayışınızda iki ay sonra
değiştirme ihtiyacı duyacağınız bir yasa, hakikaten, Türkiye’de temelleri
sağlam bir reformsa, o zaman, oturup o yasaların hepsini bir daha görmek lazım,
bir daha incelemek lazım. Korkarım, temellerimiz, sizin attığınız temelleriniz
pek de sağlam değil.
Efendim, Ceza İnfaz Yasası, daha doğrusu, bu değişiklikle
Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Yasada dört temel unsur oluşur
hukuken: Güvenlik, kurumsal düzenleme, iyileştirme ve hükümlü hakkında adalet
esasının egemen kılınması. Bu yasanın temel yapısında bu dört unsurun
hakkaniyetle, adil bir şekilde ve tarafların hepsini kollayıcı, kucaklayıcı bir
anlayışla sağlanması gerekir.
Ama, güvenlik tamam, güvenlik konusunda gereken her türlü
tedbir tamam. Kurumsal düzenleme konusunda da, yine, her türlü düzenleme tamam;
ama, iyileştirme konusunda yasa bünyesinde birçok eksiklik var. Hükümlüler
hakkında adalet esasının egemen kılınmasına gelince, ne yazık ki, bu konudaki
eksikler pek de küçümsenmeyecek boyutta. Şimdi, bu, yasamızın genel mantalitesi
ve bizi bugüne getiren husus.
Değerli arkadaşlarım, bunun dışında, konuşmak için söz
aldığım 59 uncu maddeye gelince; 59 uncu madde, ne yazık ki, sübjektif
temellere dayalı özel olaylara karşı tedbir niteliğinde bir madde. Evet,
değişiklik önergesinin 5 inci maddesi olan bu maddemizin 4 üncü bendinin ilk
halinde “avukatların savunmaya ilişkin belgeleri, dosyaları ve müvekkilleriyle
yaptıkları konuşmaların kayıtları incelemeye tabi tutulamaz” deniliyor; ama,
şimdi, bu bentte avukatların yapacakları işlemlerle ilgili çok farklı, ama
sübjektif esaslara dayalı önemli ölçüde sınırlamalar getiriliyor. Şimdi, bu
sınırlamalar, yasanın, az evvel de bahsettiğim gibi, genel ruhu güvenlik
tedbirlerini ve koruma tedbirlerini almak olursa, o zaman bu ruha bu değişiklik
tıpatıp uyar; ancak, değerli dostlarım, böyle bir değişikliği yaparken, bu
değişikliğin kurumsal anlamda yargının bir ayağı olan avukatların, dolayısıyla
baroların nezdinde ne anlama geldiğini değerlendirmemiz gerekir.
Ben, deminki konuşmamda da söyledim, bu ve benzeri
çalışmalar yapılırken, eğer baroların, Türkiye Barolar Birliğinin ciddî anlamda
görüşleri alınsaydı, yani sadece akademisyenlerin değil, bu işi icra edenlerin,
bu işi yaşamlarında taşıyanların da görüşleri alınsaydı, sanıyorum, bu yasada
bugün belki de bu değişikliğe ihtiyaç duymayabilirdik. Şimdi, Adalet Komisyonu
Başkanlığına gelen ve birçok baro başkanının imzasını taşıyan bir metin var
elimde; bu metinde, birkaç husus ilginç: Bir, bir kere, az evvel de söylediğim
gibi, çıkarmış olduğumuz yasayı, hükümetin sunduğu bir yasa tasarısını yasa
haline dönüştürdük; ama, daha sonra, bu yasa tasarısının, yani, çok geniş
imkânları olan Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin, o kadar bürokratı, o kadar
bakanı ve o kadar donanımı olan bir yapıdan çıkan yasanın yetersizliğini
görüyoruz ve kişisel teklif halinde, bu yetersizliğin önüne geçmeye kalkıyoruz.
Şimdi, gelen kişisel teklif -demin de söyledim- bu, teklif falan değil; bu,
hükümetin hazırladığı, ama, sübjektif gerekçelerle, Bakanlar Kurulunun imzasına
açmadan, bir milletvekili arkadaşımızın adı üstünden getirilen bir teklif.
Şimdi, bu teklif böyle gelince, aklıma birkaç husus
geliyor. Olabildiğince nazik bir şekilde ifade etmeye çalışacağım. Tasarının
teklif olarak gelmesinin birkaç sebebi var: Bunlardan bir tanesi, muhtemelen,
Bakanlar Kurulunda imzaya açılması ve bir sürecin geçmesi, bir de, şimdi, 1
Haziran çıktı önümüze, o ara 17 Aralık vardı, sonra 1 Nisan vardı, şimdi, bir
de 1 Hazirana kadar da bunu yetiştirmemiz gerekir; onun için de, Bakanlar
Kurulu imzasından vazgeçtik, teklif haline getirdik... Şimdi, bu tekliflikte,
birazda art niyetli olarak bakıyorum; ama, diyorum ki, acaba, Bakanlık,
kendisi, tasarı olarak değil de teklif olarak verirken, yapılan yanlışlığın
farkına vardı ve Bakanlık olarak bu işi sırtlanmaktansa, bir arkadaşımızı,
burada, kurban ediyor, günah keçisi olarak, acaba, o arkadaşımızın mı adını
kullanarak getirdiler; çünkü
-biraz sonra, sonunda bağlarken ifade edeceğim- bu yasanın, daha doğrusu
bu değişikliklerin, eğer, akıl ağır basarsa, Türkiye’deki hukuksal yapı ağır
basarsa, acilen, geriye çekilmesi gerektiği inancındayım. Şimdi, avukatlar... Ben, yirmi
küsur sene, yirmibeş-yirmialtı sene avukatlık yaptım. O mesleğin sancı ve
sıkıntılarını da iyi bilirim. Avukatlık yaptığım sürede, avukatlığın onurunu,
haysiyetini ben koruduğum gibi, bu mesleği yapan bütün meslektaşlarımın, bu işten
ekmek yiyen meslektaşlarımın da koruduğu inancındayım. Eğer tek tük, bu mesleği
ifa ederken yanlış yapanlar olmuşsa -ki, her meslekte olmuştur- onlarla ilgili
gereken yasal tedbirler vardır, alınır.
HASAN KARA (Kilis) – Zaten bu, o.
Okumadan mı geldin?!
MEHMET NURİ SAYGUN (Devamla) –
Okudum Hasan Bey.
Şimdi efendim, bir kere şuraya bir
bakalım: Avukatlar, eğer -şu yasada getirilen değişikliğe bakarak- böyle bir
girişim içinde bulunmuşlarsa, o zaman suç işlemişlerdir. Eğer avukat suç
işlemişse, o avukatın yargılanacağı yer ağır ceza mahkemesidir. Avukatlar,
meslekleriyle ilgili faaliyetlerinden ötürü ağır ceza mahkemesinde
yargılanırlar, diğer mahkemelerde yargılanmazlar; ama, burada, avukatın
mesleğiyle ilgili tutum ve davranışı, ne yazık ki, infaz hâkiminin denetimine
tabi kılınmak suretiyle, ağır cezada yargılanma hakkı olan avukatların ve baro
mensuplarının bu kazanılmış hakkı gasbedilmiş oluyor ve böylece de, bu
meslekte, beklenmeyen, düşünülmeyen bir haksızlığa uğramış oluyorlar.
Ayriyeten, gene bu düzenlemede
ilgi çekici bir şey var. Bu düzenlemede, savunma avukatı potansiyel suçlu
olarak gösteriliyor. Şimdi, 1980 ihtilali sonrasında, o baskı rejiminin var
olduğu dönemde, ben, özellikle avukatlık mesleğine, özellikle o günkü
yöneticiler tarafından çok ağır sözler söylendiğini hâlâ unutmadım; ama, o bir
baskı rejimiydi, o farklı bir anlayıştı. Bugün aynı anlayışı -avukatlar adına-
böylesine bir maddenin içerisine getirip sokmanın doğru olduğu inancında
değilim.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Saygun, lütfen
tamamlayın.
MEHMET NURİ SAYGUN (Devamla) –
Tamam efendim.
Şimdi, değerli dostlarım, sonuç
olarak, az evvel söylediğim bir söz vardı. Bir kere, avukatlar ağır cezada
yargılanmasalar bile, ağır cezanın dışında bir müktesep hakkımız daha vardı,
baroların disiplin kurullarında avukatların meslekleriyle ilgili denetim
görmeleri. Bu uygulamayla, baro disiplin kurullarının da hak ve yetkilerini
ellerinden alıyoruz, gasp ediyoruz.
Sözlerimi tamamlarken, birçok baro
başkanı arkadaşımızın hazırlamış olduğu metindeki sonuç bölümünü kısaca sizlere
belirtmek istiyorum. Değişiklik teklifleri bir bütün halinde geri çekilmelidir.
Değişiklik önerilen yasaların yürürlüğe girmeden ıslahı ve bu çeşit hukuk dışı
tasarı ve tekliflerle değil; kamuoyunda tartışılarak, hukuk ve meslek
örgütlerinin destek ve onayı alınan girişimlerle sağlanmalıdır.
Eğer böyle bir değişikliğe ihtiyaç
duymuşsak ve bu değişikliği, biz, bu şekilde baroların ve meslek kuruluşlarının
desteğine ihtiyaç duymadan, bir milletvekili arkadaşımızın adını kullanarak
teklif olarak getirmişsek, bu doğru bir yaklaşım değildir, bu yanlıştır, bu
yanlışlığı defalardır bu kürsüden dile getirdik, bir kez daha dile getiriyoruz.
Biz, bunları dile getirmekten yorulmayacağız; ama, istirhamımız şu: Lütfen,
siz, bu yanlışları yapmaktan artık vazgeçin, bu yanlışlardan vazgeçmezsek, az
evvel de söylediğim gibi, boşa verilen emek, boşa sarf edilen mesai ve sonuçta
sıfıra sıfır elde var sıfır. Geçmişte verdiğimiz emeklerin hepsi boşa gitti, bu
gece yine buradayız; korkarım, 1 Haziranda, bu yasalar yürürlüğe girer veya
girmez; ama, falcı falan olmaya gerek yok, eylülde veya ekimde, bu yasayla
ilgili değişiklik tekliflerini bir
kez daha getirirsiniz. Biz, o zaman da, bunu, bir kez daha size anlatırız.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Saygun.
Madde üzerinde, şahsı adına, Ankara Milletvekili Sayın
Ersönmez Yarbay; buyurun.
Süreniz 5 dakika.
ERSÖNMEZ YARBAY (Ankara) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
13.12.2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı
Hakkında Kanun, 1.6.2005 tarihinde yürürlüğe girecektir.
Bu kanun teklifinin gerekçesinde deniliyor ki “Kanunun uygulanmasına başlandığında
ortaya çıkabilecek muhtemel aksaklık ve eksiklikler tespit edilmiş ve bunları
gidermek amacıyla bir kısım maddelerde değişiklik yapılması zorunlu hale
gelmiştir.” Bir defa, bu “zorunlu hale gelmiştir”
ifadesine katılmıyorum; çünkü, daha uygulama olmamış, aksaklıklar ve
eksiklikler tespit edilmemiş.
Bundan beş ay önce, biz bu kanunu çıkarırken, enine
boyuna tartıştık, her yönünü görüştük ve burada dedik ki “bu kanun, mükemmel
bir kanun.” Şimdi, uygulamaya girmemiş, uygulamaya henüz sokulmamış bir kanun,
nasıl aksaklık ve eksiklik ortaya çıkarabilir?! Bizim vaktimize yazık değil
midir; bütün milletvekilleri olarak, bütün Meclis olarak?!
İlk önce kanun yürürlüğe girer, üç – beş ay, altı ay
uygulanır, gerçekten önemli eksiklikler ve aksaklıklar ortaya çıkar; o
eksiklikler ve aksaklıklar ortaya çıktıktan sonra rakamlarla... “Eksiklik,
aksaklık çıktı” demek, bence yuvarlak bir söz. Hangi konuda eksiklik ve
aksaklık çıktı; yani, hangi konularda biz sıkıntıya girdik, bu konuları da
birer birer, maddeler halinde sıralayarak ancak bir kanun değişikliğine
gidebiliriz.
Bu kanun değişikliği, kanun teklifi, savunmaya da çok
büyük bir darbe vuruyor, savunma hakkını elinden alıyor. Biz, bir defa, Anayasadaki eşitlik
ilkesini göz önünde bulundurmak zorundayız. Suçlular -adi suçlu, terör suçlusu-
bence, hepsi suçludur. Terör suçlusunun tarafı devlettir. Devlet, şahıslara,
kişilere göre çok güçlüdür; devlete karşı esas korunması gereken, kişilerdir.
Dolayısıyla, burada, terör suçlularının savunması çok zorlaştırılmaktadır ve
ileride, birçok insan, şu veya bu şekilde, birisinin telefon fihristinde ismi
geçtiği için terörist olarak adlandırılabilecek, gözaltına alınabilecek ve
buradaki bu uygulamalarla karşı karşıya kalacaktır. Dolayısıyla, kendisine
güvenen bir devlet, kendisine güvenen bir yapı, yargı ve güvenlik güçleri
oluşturmak durumundayız.
Onun için, bu kanunun görüştüğümüz
maddesinde, bir defa, düşünce sınırlaması getiriliyor; ilk önce “suç
işlendiğinin” diyor. Yani, 59 uncu maddesinin dördüncü fıkrasının
uygulanabilmesi için “suç işlendiğinin”, “infaz kurumunun güvenliğini tehlikeye
düşürdüğünün”, “terör örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının
haberleşmelerine aracılık ettiğinin belirlenmesi halinde...” Yani, bu olmuş ilk
önce; bu, daha önce olmuş, daha önceki görüşmelerde olmuş, ondan sonraki görüşmelere
sınır getiriliyor; deniyor ki, ondan sonra tüm görüşmeler, artık, suç
işleyebilir, infaz kurumunun güvenliğini tehlikeye düşürebilir ve terör örgütü
mensupları birbirleriyle haberleşmede... Ondan sonra, tüm konuşmalar, avukatların görüşmeleri sınır
altına alınmış oluyor. Bence, bu da, hukuk mantığı açısından son derece
sakıncalıdır; çünkü, gelecek cezalandırılamaz; işlenmeyen bir suç, geçmişte suç
işlendi diye cezalandırılamaz ve terör suçlarında, devlet taraftır. taraf olan
devletin, suçluyu savunan, sanığı savunan avukatın evraklarını incelemesi, el
koyması son derece sakıncalıdır. Bu iş bir vatandaşa tanınmıyor da, vatandaş,
normal bir vatandaş adi bir cinayet davasında karşı tarafın belgelerini ve
bilgilerini inceleyebiliyor mu, el koyabiliyor mu?! Niçin burada böyle bir
madde getiriliyor? Bu maddenin adresi belli; İmralı Adası...
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Yarbay, tamamlayın
efendim.
ERSÖNMEZ YARBAY (Devamla) –
Dolayısıyla, evet, bu kanunun adresi belli. O zaman, biz, İmralı Adasıyla
ilgili bir kanun çıkaralım. Bütün avukatların, yani, herkesi, terör suçlusu
olan herkesi mahkûm etmek, bütün avukatlara sınır getirmek yerine, İmralı
Adası, nasıl özel bir mahkûm olarak İmralı Adasında tutuyoruz, yine özel bir
kanunla onun görüşmelerine sınırlama getirebiliriz. Verilen evrakları, bilgi ve
belgeleri hâkim kararıyla kontrol edilebilir. Ama, bir kişiyi cezalandırıyoruz
diye, tüm, bu konuda sanık olabilecek herkesi cezalandırma ve savunma hakkına
büyük bir darbe indirmeye hakkımız yoktur diye düşünüyorum. Bu konu üzerinde
tekrar düşünülmesi gerektiğini özellikle arz ediyorum ve yürürlüğe girmeyen
kanunlar konusunda çeşitli baskı grupları... Hükümetin bir görevi de, en önemli
görevi de baskı gruplarına karşı dirençli olmaktır, baskı gruplarına karşı.
Daha yürürlüğe girmemiş bir kanun için kanun teklifi getirilmez. Ben bunun
kanun teklifi olduğuna da inanmıyorum; çünkü, üst tarafta kanun teklifi diyor
da, içinde “1.6.2005 tarihinde yürürlüğe girecektir; ancak, söz konusu kanunun
uygulaması başlangıcında ortaya çıkabilecek muhtemel aksaklık ve eksikler
tespit edilmiş, bunları gidermek amacıyla birkısım maddelerde değişiklik
yapılması zorunlu hale gelmiştir; bu nedenle tasarı hazırlanmıştır” diyor.
BAŞKAN – Sayın Yarbay, son cümlenizi
alacağım.
ERSÖNMEZ YARBAY (Devamla) –
Dolayısıyla, bu konuyu tekrar dikkatlerinize arz ediyor, saygılar sunuyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın
Yarbay.
5 inci madde üzerinde görüşmeler
tamamlanmıştır.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Kabul etmeyenler... 5 inci madde kabul edilmiştir.
6 ncı maddeyi okutuyorum:
6 ncı
maddeyi okutuyorum:
MADDE 6.- 5275 sayılı Kanunun 92 nci
maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
"(2) 250 nci maddenin birinci
fıkrasında yer alan suçlarla ilgili olarak alınan bilgilerin doğruluğunun
araştırılması bakımından zorunlu görülen hâllerde, hükümlü veya tutuklular,
rızaları alınmak koşuluyla, ilgili makamın ve Cumhuriyet başsavcılığının talebi
üzerine hâkim kararı ile geçici sürelerle ceza infaz kurumundan alınabilirler.
Bu süreler, hükümlü veya tutuklu dinlendikten sonra işin niteliğine göre, her
defasında dört günü ve hiçbir surette onbeş günü geçmemek üzere hâkim
tarafından tayin olunur ve hükümlülük ve tutuklulukta geçmiş sayılır. Ceza
infaz kurumundan ayrılış ve dönüşlerinde hükümlü veya tutuklunun sağlık durumu
doktor raporu ile tespit edilir. Yer gösterme sırasında yapılan işlemlere
ilişkin belgelerin bir örneği ilgilinin dosyasında muhafaza edilmek üzere
Cumhuriyet başsavcılığına gönderilir."
BAŞKAN –
Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Antalya Milletvekili Sayın
Feridun Baloğlu...
Efendim,
sizin şahsî konuşma talebiniz var; birleştirdim; 15 dakika.
Buyurun
efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP
GRUBU ADINA FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; yasa teklifinin 6 ncı maddesi üzerinde Grubumun ve kişisel
görüşlerimi açıklayacağım.
Haftalardır
süren ceza mevzuatının tamiratına ilişkin düzenlemenin bu bölümünde Hasan
Kara’nın yeni bir eserini inceliyoruz. Olayı netleştirmek gerekirse, 5275
sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun çok yakın bir
zamanda çıktı. 13 Aralık 2004 tarihinde kabul edildi, 29 Aralıkta da Resmî
Gazetede yayımlandı; yani, yaklaşık beş ay önce bu kanun kabul edildi ve bu
kanun, 1 Haziranda, yani, 7 gün sonra yürürlüğe girecek. Nedense, bu ceza
mevzuatına ilişkin bütün yasalarda son dakika değişiklikleri geliyor, yeni
düzenlemeler geliyor; bunlar, hukukçular tarafından bile yeterince kavranamıyor.
Meclis çoğunluğu, hatta, Meclisin tamamı hukukçulardan oluşsa bile, birtakım
konular yeterince tartışılamadan geçiyor, dönüp
bir daha tartışıyoruz, bir daha düzenliyoruz. Bunun son örneğini de bu maddeyle
ilgili olarak yaşıyoruz.
Oysaki yürürlükteki 92 nci madde, hiçbir eki
gerektirmeyecek şekilde açık. Hükümlünün cezaevinden hangi koşullarda
çıkarılabileceği düzenlenmiş. Burada çok açıkça, izin gibi, hastaneye gitmek
gibi, duruşmaya sevk gibi, eğitim gibi, doğal afetler gibi hallerde
gönderilebileceği yazılıyor ve bunun da, ancak yetkili makamca verilmiş yazılı
bir emir olmadıkça gerçekleşmeyeceği belirtiliyor.
Şimdi, değerli arkadaşlarımızın getirmiş olduğu
değişiklikte ve kanunun yürürlüğe girmesine yedi gün kala getirilen bu
değişiklikte bir genel gerekçe var. Demin, diğer bir milletvekili arkadaşım
okudu. Burada deniyor ki “Ancak, söz konusu kanunun uygulamasına başlandığında
ortaya çıkabilecek muhtemel aksaklık.” Yani, burada bir kehanet görüyoruz.
Kanun daha uygulanmadı. O kanunun altında imzası var arkadaşlarımızın. O kanunu
savundular; şimdi bir kehanette bulunuyorlar: “Çıkacak muhtemel aksaklık.” Ne
çıkacak?! Hangi muhtemel aksaklık çıkacak?! Hangi amaca yönelik? Bu gerekçe
isteklerini ifade ediyor mu; bu gerekçe bizi ikna ediyor mu? Sadece “muhtemel
bir aksaklık ve eksiklikler” tespit edilmiş. Kim tespit etmiş; hangi
uygulamayla tespit etmiş? Hiçbir şey yok ortada.
Kaldı ki, arkadaşlarım, bu madde, bu konuştuğumuz madde
ilk teklifte de yok. Adalet Komisyonunda bu yasa görüşülürken arkadaşlarımız bu
maddeyi önerdiler, bu eki önerdiler; yani, bu ihtiyaç sekiz gün kala fark
ediliyor, dokuz gün kala fark ediliyor. Yarın yeni ihtiyaçlar fark edilecek,
aksaklıklar fark edilecek. Bu, nasıl bir kanun yapma tekniğidir! Ve böyle bir
anlayış Meclise dayatılmıştır. Böyle bir anlayış, bu Meclisin reddetmesi
gereken bir anlayıştır. Böyle kanun yapılmaz. Böyle kanun yapılamayacağının
örneklerini de ve buna yönelik eleştirileri de –burada arkadaşlarım var-
Türkiye Barolar Birliğinin Genel Kurulunda gördük. Orada, -sanıyorum, Anayasa
Komisyonundan iki arkadaşım, Adalet Komisyonundan üç arkadaşım vardı-
eleştirilere cevap veremeyecek hale düşürüldük...
RAMAZ KERİM ÖZKAN (Burdur) – Muharrem Bey de vardı.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Devamla) – Evet.
...izah edemeyecek hale düşürüldük; yani, bir hukukçunun
izah edemeyeceği, kabul edemeyeceği bir değişikliğin Meclise böylesine dayatılmasını nasıl
kabul ediyorsunuz arkadaşlar?!
Şimdi, maddeye bakalım,
nedir madde; madde çok açıkça şunu getiriyor: Cezaevindeki tutuklu ve hükümlüyü,
hâkimin kararıyla, dışarı çıkarmaktır bu. Geçmişte de uygulamalar oldu
arkadaşlar. Lütfen, şu maddeyi bir okuyalım, birlikte okuyalım: “5275 sayılı
Kanunun 92 nci maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
‘(2) 250 nci maddenin
birinci fıkrasında yer alan suçlarla ilgili olarak alınan bilgilerin
doğruluğunun araştırılması bakımından zorunlu görülen hallerde, hükümlü veya
tutuklular, rızaları alınmak koşuluyla, ilgili makamın ve Cumhuriyet
başsavcılığının talebi üzerine hâkim kararı ile geçici sürelerle ceza infaz
kurumundan alınabilirler.’” Zaten, bu “alınabilirler” deyiminin ne anlama
geldiğini de polis jargonunda çok iyi biliyoruz biz. Alınabilirler... “Her
defasında dört günü geçmemek üzere, toplam onbeş günü geçmemek üzere...” Madde
bu...
Şimdi, arkadaşlar “alınan
bilgilerin doğruluğunun araştırılması bakımından” deniliyor. Alınan bilgilerin doğruluğunun araştırılması
için, tutukluyu ya da hükümlüyü cezaevinden alıp, dağ bayır gezdirmek mi
gerekiyor?! Yer göstermeyle sınırlı çok belirli bir alanı kastediyorlarsa, onu
da tartışırız; ama “hükümlü ve tutuklunun rızası alınmak koşuluyla” gibi ironik
bir düzenlemeyi kimse kabul edemez. Hükümlü ve tutuklu özgürlüğünden vazgeçilmiş
kişidir, haklı nedenlerle vazgeçilmiş kişidir; ama, özgürlüğünden de vazgeçilmiştir.
Rızası nedir, cezaevindeki tutuklunun, hükümlünün rızası nedir, rızasını
özgürce kullanabilecek halde midir? Geçmişte bunun yüzlerce deneyi var
arkadaşlar; sıkıyönetim dönemlerini yaşadık, olağanüstü hal dönemlerini
yaşadık. Cezaevlerinden çıkarılan insanlara suç işlettirildiğini biliyoruz.
Bunun aksini söyleyecek kimse yok. Yüzlerce olay sayabilirim. Burada
isimlendirmek istemiyorum; ama, özellikle hukukçular, ceza hukukçuları,
cezaevlerinden çıkarılan tutukluların ve hükümlülerin başlarına neler geldiğini,
neler yaptıklarını bilirler.
Şimdi, bu süreler, onbeş gün
arkadaşlar, toplam onbeş gün; yani, tutukluyu, hükümlüyü cezaevinden
alıyorsunuz, bir keresinde dört günü geçmemek kaydıyla çıkarıyorsunuz
cezaevinden, dört gün, dört
gün cezaevinin dışında tutuyorsunuz. Rapor alınacakmış dönüşte... Dört gün ve
toplam onbeş gün. Ne oluyor?! 11 Eylül suikastına katıldığı iddia edilen
kişiler bile onbeş gün gezdirilmedi dağda bayırda; yani, böylesine bir
düzenlemenin olağan bir dönemde getirilmesinin hiçbir haklı gerekçesi olamaz.
Buna yalnız hukukçular değil, buna yalnız özgürlükten yana olanlar değil,
herkes karşı çıkmalıdır.
Böyle bir düzenlemeye niye gerek
duyuluyor; şu söyleniyor: Olağanüstü haller, ülkenin birliği. Arkadaşlar, hiç
kimse bizi olağanüstü haller gerekçesiyle, ülkenin birliği gibi gerekçelerle bu
tür yanlış hükümleri kabul etmeye zorlamamalıdır. Bu Meclisin ve bu Mecliste
temsil edilen bütün partilerin ve temsil edilmeyen bütün partilerin
yurtseverliğinden kuşku duymak için elimizde sağlam deliller olmalıdır. Ben bu
Meclisteki hiç kimsenin yurtseverliğinden kuşku duymuyorum, şüphelenmiyorum
kimseden. Ne demek yani?! (CHP sıralarından “bravo” sesleri, alkışlar)
Bu maddeye karşı çıkınca biz,
anarşik suçlara katılmış olanları, suç işlemiş olanları korumuş gibi olacağız.
Hiç kimse bizim yurtseverliğimizi tartışma konusu yapamaz. Özellikle, bunu,
kendi partim için söylüyorum. (CHP sıralarından “helal olsun” sesleri,
alkışlar)
Şimdi, değerli arkadaşlarım, bu
maddeye ilişkin karşı oy yazısını iki arkadaşımız yazdılar, Orhan Eraslan ve
Nuri Saygun. Onu burada tekrar etmiyorum, okumuyorum. Biz de muhalefetimizi
bildirmiştik; ama, bir yurt gezisi nedeniyle ayrıntılı olarak yazamamıştık. O
görüşlere de katılıyorum.
Şimdi, bu düzenleme, geçmişte
yaşanan birçok acı olayın yeniden yaşanması olasılığı bile geçmişi unutmayanlar
için ürpertici niteliktedir, tüyler ürpertici niteliktedir. Bu toplumun, bu
ülkenin, yeniden, bu tür şeyleri yaşamaması gerekir.
İyi niyetlerinden kuşku duymuyorum
bu öneriyi getiren arkadaşlarımın; ama, bu maddeyi alelacele yasaya ekleten
arkadaşlarıma bu son dakika düzenlemesini kimlerin önerdiğini merak ediyorum.
Hangi birikimleriyle, hangi geçerli belgelerle ve edindikleri raporlarla böyle
bir düzenlemeyi Meclisin önüne getirmişlerdir?! Nedir muhtemel aksaklıklar?! Ne
oluyor, ne oluyor da cezaevindeki insanları dörder günden toplam onbeş gün
sokağa çıkarıyoruz?! Özel bir şey mi var?! Bir neden varsa, Mecliste bunu
açıklamak zorundalar; yoksa, bu düzenleme nereden çıktı?! Kaldı ki, bu
düzenleme ilk teklifte de yok arkadaşlar -demin de söyledim- komisyonda son
dakikada geliyor. Neden geliyor; iki satırlık bir gerekçeyle geliyor. O
gerekçeyi okuyamıyorsunuz bile elinizdeki metinlerden. Hukukçu olanlar da
okumuyor, olmayanlar da okumuyor; okuma şansınız yok, önünüzde gerekçe yok sizin son dakikada
getirildiği için. Bunu kabul mü edeceğiz yani şimdi; hem gerekçe yok hem gerek yok ve bu önümüze geliyor.
Arkadaşlar, bu 6 ncı maddeyle
ilgili düzenleme ek, yani, yasanın 92 nci maddesine getirilen bu düzenlemeye
hiç gerek yoktur. Bu düzenlemeye gerek olduğunu söyleyenler biraz sonra çıkıp,
bu kürsüden, neden gerekli olduğunu söylemelidirler ve bizi ikna etmelidirler;
etmeyeceklerse, birtakım genel kavramların arkasına saklanıp, birtakım gizli
suçlamaları karşıdakilere yöneltip, böyle bir maddeyi bizi kabul etmeye mecbur
bırakmamalıdırlar.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, böyle
yasa yapılır mı; ne böyle yasa yapılır ne de böyle değişiklik yapılır. Ya
yasayı yaparken yanıldık ya değişiklik yaparken yanılıyoruz. Yanılmalarımız
öylesine zincirleme hale geldi ki, şimdi
ben kürsüye çıkarken Sayın Grup Başkanvekilim bana bir değişiklik önergesi
verdi bu maddeyle ilgili. Biraz sonra tartışılacak; bunu da yine iktidar
partisinden beş arkadaşımız veriyor. Diyorlar ki: Görüşülmekte olan Ceza ve
Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Teklifinin 6 ncı maddesinde yer alan “250 nci maddenin” ibaresinin “5271
sayılı Kanunun 250 inci maddesinin” şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif
ederiz. Doğru tabii bu talep. Doğru, ama; bir, kanunu yapıyoruz dört ay önce.
İki, kanunu dört ay sonra değiştirmeye kalkıyoruz. Üç, komisyona geliyor, bir
madde daha ekliyoruz. Genel Kurula geliyor, ben kürsüye çıkarken, değişiklik
önergesi geliyor. Nasıl kanun yapıyoruz arkadaşlar; yani, bunu nasıl kabul
edeceğiz; bu Meclis bunu nasıl kabul edecek?! Kabul edenler bunun hesabını
vicdanlarında verirler. Böyle bir kanun yapma anlayışının bu Mecliste geçerli
olmaması gerekiyor.
Bir de burada sık sık şunu
söylemekten kaçınmalıyız; çok kanun yapmak, çok hızlı çalışmak, gece geç
saatlere kadar çalışmak... Çok kanun yapmanın, çok iyi kanun yapmak olmadığını
bu yaşanılan deneyimle gördük. Çok kanun çıkarmak mı; eksiksiz ve iyi çıkarmak
mı doğrudur? Tabiî her kanunun eksiği
olabilir; ama, bir kanun yaşama geçmeden böyle kevgire dönmez. Her tarafıyla
delik deşik olmuş bir ceza mevzuatıyla karşı karşıyayız. Eğer ortada bir
sorumluluk varsa, ilk düzenlemeye sahip çıkanlar bunun sorumluluğunu da
üstlenmelidir. Ya o zaman yanlış yapıldı ya bugün yanlış yapıldı ya demin
yanlış yapıldı bir önergeyle. O kadar aceleye getiriyoruz ki, yasa metnindeki,
değişiklik metnindeki 250 nci maddenin hangi yasanın 250 nci maddesi olduğunu
bile yazmayı unutuyoruz.
Şimdi, arkadaşlar, bu Mecliste
hukukçu olmayan değerli milletvekili arkadaşlarım bizim hukukçu oluşumuza
güvenerek, Adalet Komisyonunun da hukukçulardan oluştuğuna güvenerek el
kaldırmasınlar. Öyle anlaşılıyor ki, hukukçular da çok hata yapıyorlar.
Hepimizin bunda payı var. Burada belirli sayıda hukukçu var; ama, lütfen, bu
maddeyi bir kere daha okuyun, bu maddenin doğru bir madde olmadığını
göreceksiniz.
Adalet Komisyonunun başı dönmüştür
arkadaşlar. Bugün sabah 4 tane kanun geldi önümüze, öğleden sonra 4 tane de burada
geldi. Takip etmekte zorlanıyoruz. Tabiî, aramızda çok zeki, çok hızlı kavrayan
arkadaşlar olduğunu biliyorum, değişiklik önergelerini getiren arkadaşlar,
onları kutluyorum; ama, herkesten aynı zekâ yüksekliğini bekleme hakları
yoktur. Biz, ortalama bir zekâya sahip milletvekilleriyiz, belirli bir hukuk
birikimimiz var. Onların birikimi bunu süratle kavramalarını mümkün kılıyor
olabilir; ama, biz bu şansa sahip değiliz, bunu itiraf ediyorum. (CHP
sıralarından “Bravo” sesleri ve alkışlar) O yüzden, bizim gibi daha mütevazı
hukukçuları da dikkate alarak ve bu Mecliste hukukçu olmayanları da dikkate
alarak, daha dikkatli düzenlemeler yapmaları gerektiğine inanıyorum.
Değerli arkadaşlarım, bu çerçeveyi
belirttikten sonra çok kısaca iktidar partisinin özgürlük ve devrim anlayışına
değinmek istiyorum. Bu kanun ve diğer ceza kanunları çıktığı zaman, çok iyi
hatırlıyorum, bu kürsüden, arkadaşlarımız bunun bir devrim olduğunu
söylemişlerdi ve özgürlükleri genişletmenin de çok doğru bir anlayış olduğunu
söylemişlerdi. Ben o zaman sevinmiştim; çünkü, özgürlükten yana, devrimci bir
solcuyum ben. O sevinçle de hakikaten dedim ki: Arkadaşlar, devrimciliği ve
özgürlüğü benimsediler, güzel bir gelişme bu. Şimdi, aradan 4 ya da 5 ay geçti,
bu özgürlük anlayışından geri döndüğünüzü görüyorum. Yani, öylesine geri
dönülüyor ki, herkes şaşırıyor. Sizi öven köşe yazarları da şaşırmaya başladı,
arkanızdaki medya bile sizden desteği çekmeye başladı; yani, bu, sizi
özgürlükçü olduğunuz için, devrimci olduğunuz için falan desteklemiş köşe
yazarları vardı. Şimdi, arkadaşlar, bu sürede özgürlükçü olmaktan vaz mı
geçtiniz?! Kendinizden menkul devrimciliğinizden vaz mı geçtiniz?! Bir de bu
durumu gözden geçirin; bir de ideolojik sorun doğuyor bu yasalarla ilgili ve bu
manzarayı görünce, ben, bu çalışma düzenini bir mehter yürüyüşü gibi bile
değerlendiremiyorum; çünkü, mehter yürüyüşüne saygı duyuyorum. Onlar, hiç
olmazsa, iki adım attıktan sonra bir geri adım atıyorlar; sizse, iki adım
atıyorsunuz, sonra üç adım geri atıyorsunuz. Bu yasa budur arkadaşlar, ceza
mevzuatında yaptığınız budur; iki adım atıyorsunuz, üç adım geri atıyorsunuz;
hepinizi kutluyorum.
Saygılar sunarım. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın
Baloğlu.
Hükümet adına, Sayın Bakanın
konuşma talebi var.
Buyurun Sayın Bakan. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara)
– Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bu 6 ncı maddeyle ilgili olarak,
ben de düşüncelerimi ifade etmek isterim. Tabiî, eğer fikrimizde bir yanlışlık
varsa, bunu değiştirebilmeyi de içimize sindirebiliyorsak, karşılıklı olarak
birbirimizi ikna ederiz; ama, fikriinadı içerisindeysek, kim ne söylerse
söylesin, yine herkes bildiğini okur. Onun için, eğer bu 6 ncı maddeyle ilgili
düzenleme nereden çıktı, nasıl oldu tarzındaki bir düşünceyi tartışacaksak,
olup bitenlere bakmak lazım.
Türkiye’de, terör olaylarını
yaşadığı günden bu tarafa, çok değişik hükümetler döneminde, bazen tek parti
hükümeti döneminde, bazen koalisyonlar döneminde, bunun içerisinde, sağ ve sol
partilerin birlikte koalisyon yaptığı dönemler de dahil olmak üzere, müteaddit
defalar, pişmanlık yasası, topluma kazandırma yasaları çıkarılmıştır. Bu
yasaların özünde de, her defasında, bu insanlar şu veya bu sebeple suç işlemiş
olsalar dahi, tekrar bir pişmanlık içerisinde iseler, bunları topluma
kazandırmamız lazım; devlet böyle bir atıfet müessesesini çalıştırsın
istenmiştir. Bunun sonucu olarak da, evet pişman olduysa, bu pişmanlığın da bir
şekilde gösterilmesi gerekir. Nitekim, Ceza Kanununda da pek çok maddeyle
ilgili olarak, insanlar hangi saikle suç işlerse işlesin, bir pişmanlığı varsa,
vicdanî bir rahatsızlık duymuş ve o işten dolayı bir nedamet hali söz konusu
ise, cezalarında indirim yapılıyor.
Şimdi, burada da getirilmek
istenen şey şu: Netice itibariyle, cezaevinde hükmü kesinleşmiş olan birisi
“ben, bu işlerden dolayı pişman oldum; ama, benim karıştığım, bildiğim birkısım
olaylar var, birkısım bilgiler var, birkısım belgeler var, birkısım suç
aletleri var; bunları, ben göstermek istiyorum” diyor. Bu, isterse, kendi
içindeki örgüt çatışmasından olabilir veya başka türlü taahhütlerin yerine
getirilmemesinden olabilir veya vicdanî sebeplerden dolayı olabilir; ne olursa
olsun, birkısım faili meçhul, geçmişte yaşanmış cinayetlerin, suçların
aydınlatılması açısından da bu bilgiler faydalı olabilir. Bunların ortaya
çıkarılabilmesi adına, bu kişinin hâkim teminatına bağlı olarak cezaevinden
dışarıya çıkarılması söz konusudur.
Şimdi, burada, farkında olmadan
değerli arkadaşlarımızın düştüğü bir çelişkiyi de ifade etmek istiyorum. Şimdi,
biz, Ceza Kanununu, Ceza Usul Yasasını, İnfaz Yasasını büyük ölçüde hâkim
teminatına, hâkim kararına bağlamadık mı?! Hatta, zaman zaman, bizden bazı
arkadaşlarımızın, maksadını aşar bir tarzda, yargıya güven meselesiyle ilgili
olarak söylediği bir iki beyan üzerinden nasıl fırtınaların kopartıldığını ve
buna karşılık da “siz yargıya güvenmiyor musunuz” diye, bu kürsüden müteaddit
defalar konuştuğunuzu ben hatırlıyorum.
Şimdi, bu kararı cezaevi müdürü
vermiyor; işte, hep çok güvendiğiniz ve çok güvendiğimizi ifade ettiğimiz yargı
karar verecek. Filanca konuya geldiği zaman yargıya güven, böyle bir konuya
geldiğinde infaz hâkimine güvenmemek!.. O zaman, gelin, buradan şunu söyleyin:
Biz, asliye hukuk hâkimlerine güveniyoruz, sulh ceza hâkimlerine güveniyoruz;
ama, infaz hâkimlerine güvenmiyoruz deyin; gelin, bunu burada da bir söyleyin;
yargıya nereye kadar güvendiğinizi, nereye kadar güvenmediğinizi de bir tescil
edelim.
Şimdi, gayet açık, burada
deniliyor ki; evvela, kişinin rızası, arkasından ilgili makamın talebi üzerine
hâkim karar verecek. Buna karşı da itiraz imkânları var, ve sairler var; eğer,
hâkim falan devreden çıkmış olsaydı, bunu anlamak mümkündü.
İkinci arz edeceğim husus: Komisyon çalışmalarında,
Adalet Komisyonu Sayın Başkanının, sizlerin katkısıyla ne kadar demokratik bir
usul ve üslup içerisinde çalıştığı ortadadır. Burada, herkesin katkısına açık
bir müzakere süreci sürdürülüyor. Hepimizin isteği, arzusu, en iyi şekilde yasaları
çıkarmaktır; ama, bakın, Türkiye çok değişiyor. Bugün burada yaşadığımız bir
olay var; hem Muhalefet Partisinin değerli bir milletvekili hem bağımsız bir
milletvekili hem de İktidar Partisinden milletvekili bir arkadaşımızın yaptığı
gündemdışı konuşmalar var. Biz, özgürlüklerden yanayız; ama, bundan, dört ay
evvel, beş ay evvel, bu ülkenin ilim adamları, profesörleri “Türkler soykırım
yapmıştır” tarzında bir toplantının bir Türk üniversitesinde yapılacağını
söyleseydi, biz bunları katiyen kabul edemezdik, havsalamız almazdı.
İktidar-muhalefet, bu yalandır diye çaba gösterirken, milletin ve bu çabaların
arkadan hançerleneceğini birisi beş ay evvel bu kürsüden söylemiş olsaydı,
hiçbirimiz bunu tahayyül bile edemezdik. Hatta, şimdi ne diye tartışılıp duruluyor;
bu 305 inci madde, bakınız, bununla ilgili hep aleyhte yazılar yazılıyor.
Boğaziçi Üniversitesindeki toplantıdan sonra, acaba, bu, millî yararlarla ne
kadar bağdaşıyor, böyle bir maddeye ihtiyaç var mı yok mu, herkesin düşünmesi
lazım. Onun için, Türkiye gibi süratli değişen bir ülkede, bazen üç ay evvel,
dört ay evvel öngöremediğiniz bir problem çıktığında, elbette, bunu, açık
yüreklilikle burada tartışacağız, konuşacağız, bir kanun çıkarmak gerekiyorsa
da çıkaracağız; bundan daha tabiî bir şey yoktur; bu meclisler bunun için
vardır, değişen ihtiyaçlara, değişen şartlara göre kanunları gözden geçirecek,
değişmesi gerektiği şekilde de değiştirecektir. Onun için, ben, aslında, bu
konuların daha rahat bir ortamda daha uzun bir zaman içerisinde konuşulmasını
çokta arzu ederim; ama, Türkiye gerçeklerini gözardı ederek bir düzenleme
yapılamadığını, yapılmaması gerektiğini, eğer bir eksiklik varsa, nereden
çıkmış bu eksiklik... Çünkü, bu eksiklikler şuradan çıkıyor: Bu tasarılar
yasalaştıktan sonra aradan beş ay, altı ay bir süre geçti. Hatırlarsanız, biz,
bir yıl demiştik bu yasaların yürürlüğü için, geçiş süreci olarak bir yıl.
Tatbikatçılarla konuşuldu, ilgili kurumlarla konuşuldu, yargı müessesesiyle
konuşuldu, bunun altı ay olması istenildi. Bu altı aylık süre zarfında hep
ifade etmeye çalıştık ki biz, cumhuriyet savcılarıyla ve ceza hâkimleriyle
değerlendirme toplantıları yapıldı. Bu ihtiyaçlar, o değerlendirme
toplantılarında dile getirildi. Yasa yürürlüğe girdikten üç ay sonra, dört ay
sonra, biz, zaten bu değerlendirme toplantılarını yapacaktık, yine de
yapacağız.
Biz, mayıs sonunda
düşünüyorduk; şimdi 1 Haziranda gireceği için eylülde tekrar yapacağız.
Tabiatıyla, uygulamaları gördükçe bu değişiklikleri yaparız ve ilk defa da
olmuyor. İsterseniz, bunu bugün söyleyeyim, yarın da tartışacağımız yasalar
var. Ceza Kanunu, yürürlüğe girdiği tarihten itibaren tam 65 defa değişmiş.
Hadi, biz aceleye getirdik, biz bu işleri yeteri kadar tartışamadık. Peki,
geçmişte bu 65 değişiklik nereden çıkmış? Niye, 65 defa Ceza Kanununda
değişiklik yapılmış?
FERİDUN FİKRET BALOĞLU
(Antalya) – Kaç yılda?..
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK
(Devamla) – Peki, Ceza Muhakemesi Yasası kaç defa değişmiş; en az 32 defa
değişmiş.
Demek ki, hadi, biz bugün
aceleye getirdik, vesaire getirdik. Bu acelenin ne anlama geldiğini, müteaddit
defalar ben de bu kürsüden izah ettim. Yani, Türkiye’nin önünde on sene zaman
vardı da biz on güne mi sıkıştırdık?!
Şimdi, bakın, Borçlar
Kanununu, Türk Ticaret Kanununu gönderdik. Birinin arkasında beş yıllık çalışma
var, öbürünün arkasında yedi yıllık çalışma var. Süre verdik, buyurun yazın
dedik, ne diyorsanız dedik. Üstelik, daha taslak halindeyken sizin grubunuza da
gönderdik, üstelik Adalet Komisyonu üyelerimize de gönderdik. Önümüzde zaman
olan noktada, her türlü katkıyı alacak imkânı vermeye çalıştık; ama, şunu da
biliyoruz, bakın, Türk Ticaret Kanunu ve Borçlar Kanunuyla ilgili olarak bu
kadar süre vermiş olmamıza rağmen, daha, şu ana kadar dişe dokunur iki tane de
katkı gelmemiştir. Hep bunu söyleyip duruyorum; sivil toplum örgütleri filan
deyip çoğul ifadeleri kullanınca çokça katkı filan da olmuyor. Keşke, bu
tasarılar, teklifler bize gelmese de, biz de hiç olmazsa sonunda bir mazeret
bulsak demeye getiriyorlar.
Onun için, birbirimizi
anlayarak, Türkiye’nin sıkıntılarını, Türkiye’nin zorluklarını anlayarak... Ben
sizi anlıyorum; ama şunu da kabul etmeniz lazım ki, Türkiye’nin bugün
karşılaştığı zaman sıkıntısı, bu hükümetten kaynaklanmıyor. 1963’ten beri
Türkiye, Avrupa birliği yolunda yürümeye gayret ediyor. Son kırk yılın
meselesini son dört aya, son iki yıla, son ikibuçuk yıla çıkarırsanız, zaman
sıkışıklığı bu hükümetin değil, Türkiye’nin sıkışıklığıdır. Bunun da
bilinmesini bu vesileyle ifade etmek istiyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Bakan.
Madde üzerinde Ankara Milletvekili Sayın Ersönmez Yarbay;
buyurun.
Süreniz 5 dakikadır.
ERSÖNMEZ YARBAY (Ankara) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; görüşülmekte olan 6 ncı maddede mahkûmların dışarıya hâkim
kararıyla götürülmesinden dolayı teşekkür ediyorum. Bu, önemli bir gelişmedir.
En azından bir hâkim güvencesi, yargıç güvencesi vardır; dolayısıyla, teşekkür
ediyorum.
MUHARREM KILIÇ (Malatya) – Dağdaki adamdan hâkime ne?
Alıp dağa götürüyorlar...
ERSÖNMEZ YARBAY (Devamla) – Evet.
Ancak, sormamız gereken soru şudur: Türkiye Büyük Millet
Meclisinde son on yıl içerisinde Faili Meçhul Cinayetler Komisyonu var, bu
komisyon raporunu okuyan var mı bilmiyorum? Susurluk Komisyonu raporu var ve
bir de Uğur Mumcu Cinayetini Araştırma Komisyonu olarak benim de bulunduğum bir
komisyonun hazırlamış olduğu bir rapor var. Bu raporlarda işlenen konu şu:
Cezaevinden alınıp dışarıda cinayet işlettirilip, faili meçhul cinayetler
işlettirilip sonra tekrar cezaevine götürülen insanlar var ve resmî yazılarla
sorduğunuz zaman “bu insanlar nerede?..” “O tarihte cezaevindedir” diyorlar.
Dolayısıyla, Türkiye’de şu anda 10 000 faili meçhul cinayet var, henüz faili
açıklığa kavuşmamış. Bir tanesini “lojman cinayeti” diye bugünlerde
araştırıyoruz. İşte, kanunları yaparken, bu kanun teklifinin bir şeyi var. Altı
ay önce yapmış olduğumuz kanun teklifi, daha sivil, daha demokratik bir kanun
teklifiyken, bu getirilen kanun teklifi daha devletçi, devleti daha çok
koruyan... Türkiye’de devletin korunmaya ihtiyacı yok, Türkiye’de vatandaşın
korunmaya ihtiyacı var. Esas mantıklı şeyi bu. Yani, Türkiye’de devletin
korunmaya ihtiyacı yok, devlet çok güçlü; ordusu var, vergisi, askeri, memuru,
hepsi var; ama, Türkiye’de vatandaşın koruyucusu yoktur. Dolayısıyla, biz, bu
kanun maddeleri geldiği zaman, otomatik şekilde oylayıp geçtiğimiz zaman ben
şahsen üzüntü duyuyorum, bir katkı yapamadığım için. Bildiğim şeyleri söylemek
zorundayım. Bu üç tane komisyonu bu Meclisler hazırlamıştır ve bu Meclisler de
cezaevine alınıp götürülüp cinayet işlettikten sonra cezaevine konulan
insanların hikâyeleriyle doludur. Bu gerçeğin bilinmesini arzu ediyor, saygılar
sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Yarbay.
Madde üzerinde verilmiş bir adet önerge var; okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı
Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin 6 ncı maddesinde
yer alan “250 nci maddenin” ibaresinin “5271 sayılı Kanunun 250 nci maddesinin”
şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Eyüp Fatsa Orhan
Yıldız Niyazi
Pakyürek
Ordu
Artvin Bursa
Mustafa Duru Ali
Ayağ
Kayseri Edirne
BAŞKAN – Sayın Komisyon katılıyor mu önergeye?
ADALET KOMİSYONU BAŞKANI KÖKSAL TOPTAN (Zonguldak) –
Takdire bırakıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Sayın Hükümet katılıyor mu?..
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – Evet, bir tavzih
niteliğindedir, 250 nci maddenin hangi kanunun olduğu... Katılıyoruz. Düzeltme
şeklinde; katılıyoruz.
BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Madde 6- Madde metninde sadece “250 nci maddenin”
ibaresinin kullanıldığı, hangi kanunun 250 nci maddesine atıf yapıldığının
anlaşılmadığı, uygulamada meydana gelebilecek tereddütleri gidermek amacıyla bu
değişiklik yapılmıştır.
BAŞKAN – Komisyonun takdire bıraktığı, Hükümetin
katıldığı, gerekçesini dinlediğimiz önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmiştir.
Şimdi, 6 ncı maddeyi kabul edilen önerge doğrultusunda
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul
edilmiştir.
7 nci maddeyi okutuyorum.
ALİ TOPUZ (İstanbul) – Çalışma süremiz bitti Sayın
Başkan.
FARUK ÇELİK (Bursa) – Daha 5 dakika var.
ALİ TOPUZ (İstanbul) – 5 dakikada ne görüşülür!
BAŞKAN – 7 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 7.- 5275 sayılı Kanunun 106 ncı maddesinin
dördüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"(4)
Çocuklar hakkında hükmedilen; adlî para cezası ile hapis cezasından çevrilen
adlî para cezasının ödenmemesi hâlinde, bu cezalar hapse çevrilemez. Bu
takdirde onbirinci fıkra hükmü uygulanır."
BAŞKAN – Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına, Artvin Milletvekili Yüksel Çorbacıoğlu; buyurun.
ALİ TOPUZ (İstanbul) – 10 dakika konuşacak; o kadar süre
yok.
Böyle bir usul yok.
BAŞKAN – 10 dakikamız var. 10 dakika varken...
ALİ TOPUZ (İstanbul) – 6 dakika var.
MEHMET NURİ SAYGUN (Tekirdağ) – Şahsı adına da konuşacak
15 dakika süresi var Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın Başkanım, biz buradaki saate göre hareket
ediyoruz.
ALİ TOPUZ (İstanbul) – Bunlar iyi şeyler değil.
BAŞKAN – Buyurun.
Sizin şahsınız adına da söz isteğiniz var; 15 dakika süre
veriyorum.
CHP GRUBU ADINA YÜKSEL ÇORBACIOĞLU (Artvin) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bu maddede yapılan iki değişiklik var. Mevcut Ceza ve
Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Yasanın ilgili maddesinde yine bu
hüküm vardı; ancak, bir yanlış anlaşılmaya yol açmaması için, yani bu lehe olan
hükmün sadece çocuklar hakkında uygulanabilmesi için madde metnine bir noktalı
virgül eklenmiştir; bu şekilde sadece çocuklara ait olduğu anlaşılsın, bir
kavram kargaşası yaratılmasın diye bu düzenleme yapılmıştır.
Diğer değişiklik ise, hapis cezası olarak bir düzeltme
vardır. Adlî para cezasına daha önceki halinde kısa süreli hapis cezalarının
çevrilmesi söz konusuydu; burada hapis cezası olarak bir düzenleme yapılmıştır.
Bunun gerekçesi de adlî para cezalarına çevrilmekle ilgili Türk Ceza Kanununun
50 nci maddesindeki düzenlemeyi, ben size ilgili bölümünü okuyorum: Madde başlığı “Kısa süreli hapis
cezasına seçenek yaptırımlar.” 1 inci maddenin (a) bendi bu cezaların, bu kısa
süreli cezaların -ki, yeni Türk Ceza Kanununda kısa süreli cezalar bir yıla
kadar olan cezalardır- bunların adlî para cezasına, koşulları varsa
çevrilebileceği söylenmektedir. Ancak, 50 nci maddenin dördüncü bendinde,
taksirli suçlarda ise, bu bir yıla kadar olan kısa süreli hapis cezası
sınırlaması kaldırılmış, bir yıldan fazla uzun süreli hapis cezalarına da adlî
para cezasına çevrilme şansı tanınmıştır.
Ancak, bu düzenlemede, yani,
mevcut yasadaki çocukların lehine olan düzenlemede, sadece kısa süreli hapis
cezalarına bu hak tanınmış olduğundan, oysa ki, uzun süreli hapis cezalarına
da, zaten, yasada tanınmış olan bir hakkın bu durumda çocuklar için
uygulanmaması riski söz konusuydu. O nedenle, bu düzenleme yapılmıştır.
Yapılan düzenlemeyle, bu madde
hakkındaki görüşümüzü söylemek gerekirse, şahsen ve grup olarak, bu maddenin,
böyle bir düzenlemenin doğru olduğunu biz de kabul ediyoruz. Bu madde doğru da,
bu maddenin bulunduğu kanun teklifi eğri; yani, neresi eğri derseniz bir yığın
eğrilik var.
Bu eğriliklerle ilgili olarak,
Cumhuriyet Halk Partisi sözcüleri düşüncelerini söylediler. Hatta, iki madde
üzerinde, İktidar Partisinin milletvekillerinden Ankara Milletvekili Sayın
Ersönmez Yarbay da o eğriliği dile getirdi.
Genel olarak baktığımızda, 1 inci
maddede problem var. 1 inci maddedeki problem şuydu: Yüksek güvenlikli
cezaevlerinde hapis cezasının üçte 1’ini geçiren hükümlü normal cezaevine
geçebilirken, burada müebbet hapis cezalarıyla ilgili bu üçte 1’lik fiilî yatma
süresini üçte 2’ye çıkardık. Yani, bu, zor koşullarda cezanın infazına devamı
kararı. Yani, bu, insan hak ve özgürlüklerine vurulan bir darbe, birincisi bu.
İkincisi; 5 inci maddeyle, avukatlık mesleğine vurulan,
yine insan hak ve özgürlüklerine vurulan büyük bir darbe daha burada var.
Buradaki maddenin mevcut yasadaki hali şuydu: “Avukatların savunmaya ilişkin
belgeleri, dosyaları ve müvekkilleriyle yaptıkları konuşmaların kayıtları
incelemeye tabi tutulamaz.” Güzel, yani demokratik bir ülkenin gereği yargının
üçüncü ayağı diyebileceğimiz, üç ayağından biri diyeceğimiz savunma ayağının
güçlendirilmesi için yapılmış olan bir düzenleme; “ancak” deyip devam eden düzenleme
ise, bu hakkı tamamen ortadan kaldıran bir durum.
Değerli milletvekilleri, ben, oldum olası, bu “ancak”
kelimesinden rahatsızlık duyuyorum. Niye rahatsızlık duyuyorum: Şu anda
yürürlükte olan 1982 Anayasası; ben, bu yasaya ”ancak Anayasası” diyorum;
düşünce özgürlüğü vardır, herkes düşüncesini ifade etmekte serbesttir deyip
“ancak” diye başlayan istisna vardır; efendim, herkes seyahat etmekte özgürdür,
“ancak”; herkes mülkiyet edinmede özgürdür “ancak”, “ancak”...
Değerli arkadaşlar, bu “ancak”lar, o düzeni korumak için
değil, o yasayı korumak için değil, bu “ancak”lar sadece ve sadece hukuka,
adalete, insan hak ve özgürlüklerine atılan birer kurşundur. Bu kurşunlardan
biri de buraya girmiştir; “ancak, 5237 sayılı Kanunun 220 ncı maddesi” denilerek
avukatlara tanınan bu hakkın, o savunma hakkının, o kutsal hakkın istisnaî
olarak nasıl delindiğini görüyoruz.
6 ncı madde... Sayın Bakanımız kızarak bir şeyler
söylemeye çalıştı, gerçi çok fazla kızmadı, kızamıyor, yapı olarak da makul bir
insandır; ama, 6 ncı madde, gerçekten rahatsızlık verici bir madde; yani, bu 6 ncı
maddeyle, biz, insanları, tekrar riske ediyoruz, yine, insan hak ve
özgürlüklerine bir kurşun daha, burada, atıyoruz.
Ancak, şimdiye
kadar, bu yasayla ilgili yapılan konuşmalar, bunlar yapıldı, yapılmayan bir şey
var, ben, onu, size söylemek istiyorum; konuşulmayan şey: Komisyona gelen bu
teklifin 6 ncı maddesi başka bir maddeydi. O maddeyi, ben, size okuyorum: “5275
sayılı Yasanın 68 inci maddesinin dördüncü fıkrasına aşağıdaki cümle eklenmiştir.”
BAŞKAN – Sayın
Çorbacıoğlu, bir dakikanızı rica edeyim.
Sayın
milletvekilleri, çalışma süremiz tamamlanma noktasındadır; ancak, sayın hatibin
konuşması da bitmek üzere; bu maddenin bitimine kadar çalışma süresinin
uzatılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Teşekkür
ediyorum.
Buyurun efendim.
YÜKSEL
ÇORBACIOĞLU (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Efendim, 68 inci
maddenin ilgili dördüncü fıkrası şu; bir kere başlığını okuyayım: “Hükümlünün, mektup,
faks ve telgrafları alma ve gönderme hakkı” Bu, çok önemli bir haktır
-aramızda, cezaevinde yatan varsa, onlar bilir- cezaevinde yatan insanlar için
bu hakkın ne kadar yaşamsal olduğu bilinmektedir; bu şekilde de bilinmesini
isterim. Bunun dördüncü fıkrasını okuyorum:
“Hükümlü tarafından resmî makamlara veya savunması için avukatına
gönderilen mektup, faks ve telgraflar denetime tâbi değildir.” Yani, bu resmî
makamlara ve özellikle avukatlara gönderilen yazıların denetlenemeyeceği;
fakat, bu dördüncü fıkraya bir cümle ekliyoruz “ancak” bu lanet kelime, burada
da, önümüze çıkıyor, bu “ancak” kelimesi
"ancak, resmî makamlar dışında hükümlü tarafından veya hükümlüye,
mektup, faks veya telgrafların gönderilmesi veya verilmesi, üçüncü fıkrada
belirtilen sebeplerle, infaz hâkimliği kararıyla kısıtlanabilir.“ Bu, zaten,
başlı başına bir hatalı maddeydi; yani, komisyondan geçmedi; ama, buraya girdi
arkadaşlar, ben, bunu söylemek için, sizlerle paylaşmak istiyorum. İşlenmemiş
bir suçun cezası, yani, içeriği bilinmeyen mektup veya faks gönderilemez diye, okunmadan göndermeme,
incelememe, okumama kararı veriliyor infaz hâkimi tarafından. Şimdi, Sayın
Bakanım “infaz hâkimlerinin kararına inanmıyor musunuz, güvenmiyor musunuz”
dediler, yargı, yargının kararı...
Değerli arkadaşlar, birbuçuk yıl
kadar önce İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu üyesi sıfatıyla, Batman
Cezaevinde yaptığımız bir inceleme sırasında öğrendiğim bir konuyu sizlerle
paylaşmak istiyorum; 90 civarında, infaz hâkimliğinin verdiği karar var, sayı
tam aklımda değil, 90 diyelim. Kimin tarafından; tutuklu veya hükümlü
tarafından yapılan bir talep üzerine 90 tane karar veriliyor. Verilen
kararların 89 tanesi ret. Örneğin, sıcak su verilmiyor diye şikâyet ediliyor
veya okuma hakkımız kısıtlanıyor... Ne yapıyor infaz hâkimi, cezaevine gidip
inceleme mi yapıyor, tarafları mı dinliyor; hayır. Ona, cezaevi yöneticileri
tarafından tutanak getiriliyor; kitap okumakta herkes serbesttir, sıcak su şu
saatlerde verilmektedir... Öyle mi, ret... Evet, bu da bir yargı kararı; ama,
böyle yargı kararı! Verilen 1 tane kabul ise, esasa ilişkin değil, usule
ilişkin.
Şimdi, bazı şeyleri yapıyoruz;
ama, inandığımız için mi yapıyoruz, yoksa birilerine şirin görünmek için mi,
yoksa sıra savmak için mi, yoksa birtakım koşulları gerçekleştirmek için mi?
Bazı gerçekleri eğer söyleyeceksek, bunları da söyleyeceğiz.
Şimdi, genel olarak, bu yasanın
düzenlenmesini anlamakta zorlanıyorum; çünkü, iyi veya kötü, mevcut
yasalarımızdan daha ileri düzeyde, insan hak ve özgürlükleri ve çağdaşlık
anlamında daha ileri düzeyde Ceza Kanunu, Ceza Muhakemesi Kanunu, Ceza İnfaz
Kanunu yaptık, bunları düzenledik. Burada eksik kalan yönler vardı; yani, daha
ileri düzenlemeler yapılabilirdi; ancak, bu konuda, bu daha ileri düzenleme
konusunda bir düzenleme yapılması düşünülmesi gerekirken; yani, daha ileriye
yönelik birtakım değişiklikler önerilmesi gerekirken, bakıyoruz, Ceza İnfaz
Yasasında da, Ceza Yasasında da -görüşeceğiz yarın öbür gün- Ceza Muhakemeleri
Yasasında da geri adım atılıyor.
Antalya Milletvekilimiz Sayın
Feridun Fikret Baloğlu’nun söylediği gibi, mehter takımı kadar bile olamıyoruz,
olamıyorsunuz, iktidar partisi olarak, hükümet olarak. Hiç olmazsa iki adım
ileri bir adım geri adım atmayı bile bir kazanç saymamız gerekirken, burada,
iki adım ileri üç adım geriye. Bu, geri atılan adımdır.
Ben, Türkiye Cumhuriyetinin,
sıkıyönetim halinin, olağanüstü halin kaldırılmasıyla olağan hale geçmesi
gerekirken, geçemediğini görüyorum.
Değerli milletvekilleri, bu
yasalar, hâlâ daha yazılı olarak olağanüstü koşullarda değil isek de, fiilî
olarak olağanüstü koşullar altında olduğumuzu belgeleyen yasalardır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, o
kadar küçük veya -yanlış anlaşılmasın- o kadar çok korunması gereken, ihtiyaç
duyan bir devlet değildir; güçlü bir devlettir. Teröristlerden,
teröristbaşından korkarak, hukukundan taviz vermesi gereken bir devlet
değildir. Ne olursa olsun hukuku korumak zorundayız ve bu düzenlemeyi yapmasak
da, kimse, Türkiye Cumhuriyeti Devletine, milletine, birliğine, bütünlüğüne
zarar veremez.
Ben, bu korkularla yasa çıkarmayı,
bu korkularla, bu reflekslerle hareket etmeyi, Türkiye Cumhuriyetinin
büyüklüğüyle bağdaştıramıyorum. Biz, büyüklüğümüze, gücümüze koşut, uygun
cesarette hareket etmek zorundayız, korkarak hareket etmek bize yakışmaz.
O nedenle, ne yazık ki, nereden geldiği bilinmez,
hükümetin kendi içinden mi –ki, yarın Ceza Muhakemeleri Yasasında göreceğiz-
bürokrasiden mi, güvenlik güçlerinden mi, nereden geldiği önemli değil; ama, bu
gelen baskılara direnememekle... Yine, bu yasalarla ilgili bir söz söylemişti
Sayın Baloğlu “devrim ve özgürlük yasası” diye, evet bu yasalar devrim
yasasıydı veya devrimdi yasa olarak değişme anlamında. Devrim nedir değerli
milletvekilleri; bir yapının değişmesi, devrilmesi. Ben, hukuk adına, hükümetin
ve İktidar Partisinin, bu düzenlemeyle kendisinin devrildiğini söylüyorum, bu
düzenlemeyle kendisi devrilmiştir. Yarın, öbür gün görüşeceğimiz düzenlemeler,
bundan çok daha acıdır.
O nedenle, Türkiye Cumhuriyetine yakışan, bu Meclise yakışan,
insan hak ve özgürlüklerini, çağdaş dünyayı kucaklayan ve bize yakışan yasaları
yapmamızı öneriyorum.
Beni dinlediğiniz için Yüce Meclise saygılarımı
sunuyorum.
Teşekkür ediyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Çorbacıoğlu.
Madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
7 nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince, kanun
tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, -25 Mayıs 2005 Çarşamba günü
saat 11.00’de toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.
Kapanma
Saati: 23.10